1950’lerin muhafazakâr Amerika’sında eşcinsellerin yaşadıkları olayları anlatan Fellow Travelers, Thomas Mallon‘un 2007 yılında yayınladığı aynı adlı romanından uyarlanan, yönetmenliğini Daniel Minahan‘ın yaptığı bir tarihi romantik politik gerilim dizisidir. Başrollerde ünlü oyuncu Matt Bomer (Hawkins Fuller) ve çıktığı dönem herkes tarafından konuşulan Bridgerton dizisinde başrolde oynayan Jonathan Bailey (Tim Laughlin) var. Matt Bomer ve Jonathan Bailey gösterdikleri dokunaklı performanslarıyla izleyicileri etkisi altına almayı başarıyorlar.
Yazımız diziyle ilgili spoiler içermektedir!

Dizi, 1950’lerin Amerika’sında hüküm süren antikomünist atmosferde eşcinsellere yönelik artan baskıları resmediyor. Toplumun genel tutumlarındaki homofobi, karakterlerin yaşadığı zorlukları ve içsel çatışmaları derinleştirerek, izleyiciyi o dönemin sosyal ve politik gerçeklikleriyle yüzleştiriyor. Dizinin zamanın akışını başarıyla kullanması, karakter gelişimine odaklanması ve duygusal derinliği ise diziyi etkileyici yapan unsurlardan. Bu tarz zaman akışının olduğu dizilerde akıcılığı tutturmak her ne kadar zor olsa da Fellow Travelers bunun altından kalkmayı başarmış. Aynı zamanda zaman akışına göre o zamanın ruhunu ve atmosferini de çok iyi yansıtmayı başarmış.
Dizide iş dünyasında gerçekleşen “erkeklik testi” mülakatlarıyla eşcinsellere karşı ayrımcılığın boyutlarına odaklanılıyor. Bu testlerin işsiz bırakma politikalarını nasıl yansıttığı, toplumsal baskının iş hayatındaki etkilerini gözler önüne seriyor. İşe alımlarda yaşanan ayrımcılık sadece bireylerin kariyerlerini etkilemekle kalmıyor aynı zamanda toplumsal dışlanmanın bir yansıması olarak ortaya çıkıyor.
Toplum Baskısının Getirdiği Sonuçlar

Eşcinsellerin evlenme baskısı altında yaşadıkları içsel çatışmalar dizide etkileyici bir şekilde işleniyor. Başrollerimizden biri olan Hawkins‘in hayatındaki evlilik ve aile kavramları, toplumun beklentileriyle çatışan bir içsel mücadeleyi izleyiciye aktarıyor. Eşcinsel bireylerin duygusal bağlarını sürdürme ve aile kurma çabaları dizinin temel çatışmalarından birini oluşturuyor. Hawkins‘in hayatında bu toplum baskısına şahit oluyoruz.
Hawkins ilerleyen yıllarda Lucy adında bir kadınla evleniyor ve bir oğlu ve bir kızı oluyor. Dışarıdan mutlu bir evlilikleri olduğu gözükse de içeride durumun böyle olmadığını görüyoruz. Lucy ile aralarında bir aşk yok. Çünkü Hawkins‘in kalbi her zaman Tim‘de. Böylece homofobinin en çok LGBTQ+ bireylerini olsa da aslında tüm insanların hayatını nasıl mahvettiğini Lucy‘nin yaşadığı durumlardan anlayabiliyoruz. Hatta bir sahnede Lucy‘nin Hawkins‘e “Bütün ömrümü arzulanmanın ne olduğunu bilmeden yaşadım. Ne kadar yalnız hissettiğimi biliyor musun?” demesi de bunu kanıtlar nitelikte. Ayrıca Lucy karakterini Megan filminden tanıdığımız ünlü oyuncu Allison Williams canlandırıyor ve karakterinin duygusal durumlarını etkileyici bir şekilde bizlere sunuyor.
Harvey Milk ve LGBTQ+ Hakları Mücadelesi

Dizi, Amerika’nın LGBTQ+ hakları mücadelesinde önemli bir isim olan Harvey Milk‘in ölümünden sonra yaşanan olaylardan da bahsediyor. Harvey Milk, Amerika’da Kaliforniya eyaletinde cinsel yönelimini açıklayarak belediye meclisine seçilen ilk eşcinsel politikacıdır. LGBTQ+ hakları için büyük bir mücadele vermiştir ve ne yazık ki suikasta uğrayarak öldürülmüştür. Suikastı düzenleyen kişi ise Amerikalı politikacı Dan White‘tı. Bu olayların olması eşcinsellerin yaşadığı korkunun artmasıyla ve isyanların artmasıyla sonuçlandı. Fellow Travelers, Harvey Milk‘in öldürülmesinden sonra LGBTQ+ bireylerin yaşadıkları duyguları ve yarattıkları isyanı anlatmasıyla dizinin atmosferini büyüleyici kılmış.
AIDS Krizi

Dizide 1980’lerde ortaya çıkan AIDS virüsünden de bahsedildiğini görüyoruz. Virüsten sonra devletin AIDS‘li eşcinsellere bakmaması ve AIDS ile ilgili yasayı çıkarmaması etkileyici bir şekilde işlenmiş. En sonunda insanların dayanamayıp sokağa döküldüğünü ve AIDS yasası için hak mücadelesi verdiklerini görüyoruz.
Dizinin final sahnesi, AIDS‘ten hayatını kaybedenlerin anısına odaklanarak duygusal bir yük taşıyor. Hawkins bu sahnede Tim‘e olan aşkını kızına itiraf ediyor. Kızına “O benim arkadaşım değildi. O benim sevdiğim adamdı.” diyor ve gözyaşlarını tutamıyor. Hawkins‘in Tim‘e duyduğu aşkı itiraf ettiği bu sahne, toplum baskısının yarattığı duygusal travmaları ve kayıpları derinlemesine gösteriyor. Aynı zamanda Hawkins‘in bu gözyaşlarında yaşanamamış duyguları, toplum baskısının getirdiği sonuçları, Tim‘le yaşayabileceği tüm güzel duyguların nasıl birden yok olduğunu görüyoruz. Bu sahne dizi boyunca gördüğümüz en duygulu sahne olabilir.
Çok etkileyici şekilde yazılmış bir yazı. Hem derinlemesine incelenmiş hem de gereksiz detaylara boğulmamış. Yazıyı okurken dizideki sahneleri ve izlerken verdiği duyguyu tekrardan hissettim resmen.
Cok tesekkur ederimmm🫶🏻
Ellerinize sağlık çok güzel bir yazı olmuş daha diziyi izlemedim ama sizin yazınızdan sonra sınavlarım bittiği gibi izlemek için sabırsızlıkla bekliyorum
-küçük hayranınız oldum buradan açıkçası
Cok tesekkur ederimmmm🫶🏻