Dostoyevski’nin 1866 yılında yazdığı Suç ve Ceza romanı kendinden açıklayıcı bir isme sahip. En basit cümlelerle anlatmak gerekirse, romanın baş karakteri bir suç işliyor ve cezasını çekiyor. Elbette ne olay örgüsü ne de verilmek istenen mesaj bu kadar tek düze. Roman her ne kadar tek bir karakterin yaşantılarına ve eylemlerine odaklanıyor olsa da, romandaki diğer karakterler de en az baş karakter Raskolnikov kadar önem teşkil etmekte. Raskolnikov’un etrafındaki insanlarla olan ilişkileri onun hakkında çok fazla şey ortaya koyuyor. Ailesine ve özellikle sevdiceği Sonya’ya olan davranışlarından da anlaşılıyor ki, Raskolnikov aslında varlıklarını kendine bile itiraf edemediği birçok duyguya sahip.
Romanın bir diğer karakteri olan Svidrigailov da aynı şeylerden muzdarip aslında. Bu iki karakterin kaderleri oldukça benziyor. Suç, aşk, kararsızlıklar, karışık duygular ve ceza… İlk bakışta pek de karmaşık olarak görünmeyen bu iki karakter, psikolojik olarak çok fazla baskı altındalar. Kitapta, zihnine Raskolnikov’unki kadar derinlemesine girdiğimiz tek karakter Svidrigailov oluyor. Ortak ve farklı oldukları yönleri ayrı ayrı incelemektense, bağlantılı olarak gözden geçirmek karşılaştırma yapabilmek açısından daha yararlı olacaktır. Her iki karakter de yapmamaları gereken bazı şeyler yapıyorlar. Raskolnikov kendi kendini kahraman ilan edip durumu kötü olanlar adına adaleti sağlayabileceğini düşünerek tefeci bir kadını öldürüyor. Maalesef sadece bununla da kalmıyor, olay anında eve gelen tefecinin kız kardeşi Lizaveta’yı da planda olmamasına rağmen öldürüyor. Svidrigailov’a bakacak olursak aslında okura kanıtlanmış bir suçu olmadığı görülüyor. Hakkında çıkmış birkaç dedikodu dışında kitapta direkt olarak aktarılan büyük bir suçu yok. Karısının ve bir kölenin ölümünde ve genç bir kızın intiharında Svidrigailov’un da bir parmağı olduğu diğer karakterler tarafından ima ediliyor. Ancak hepsi söylenti olduğu için okur Svidrigailov’u hiçbir zaman kesin bir şekilde suçlayamıyor. Bunların dışında kitapta doğrudan anlatılan tek durum Svidrigailov’un Dunya’ya karşı olan davranışları. Dunya’ya olan takıntısı rüşvet, şantaj ve şiddet gibi yollara başvurmasına sebep oluyor. Svidrigailov her ne kadar nihilist bir insan olsa da, Dunya’ya olan aşkı yaşamına devam etmesini sağlayan tek güç olarak gösteriliyor. Svidrigailov, Dunya’ya karşı olan hisleri takıntı olarak adlandırılabilse de, hayatlarının bir noktasında iki karakter de karşı cinse ilgi duyuyorlar ve bu onlar için bir dönüm noktası oluyor. Raskolnikov’un Sonya ve Svidrigailov’un Dunya ile olan ilişkisi bu karakterilerin okuyucuya daha anlaşılabilir hâle gelmelerine yardımcı oluyor. Kitabın ortalarından sonlarına kadar olan bölümde Raskolnikov hayatında önceden nispeten önemsiz olarak değerlendirdiği bu duygu sayesinde kendini keşfediyor denebilir. Sonya’nın onda yarattığı ruhsal değişiklikler, cezasını çektiği zorlu süreçte ona yardımcı oluyor. Svidrigailov için ise Dunya ile olan karşılaşması bir dönüm noktası oluyor. Nitekim, Dunya’nın onu sevebileceğine dair umutlarını kaybettiği an hayatta kalması için tek gerekçesini de kaybetmiş oluyor.
Toplum içinde kendilerine yer bulamamış olmaları hem psikolojik hem de fiziksel sorunlara yol açıyor. İşledikleri günahlardan arınmak için ikisi de zihinsel ve bedensel olarak acı verici bir süreçten geçiyorlar. Bu zorlu yolculukları her ne kadar benzer olsa da, vardıkları yer birbirinden tamamen farklı. Raskolnikov, vicdanına karşı verdiği savaşa yenik düşerek suçunu polise itiraf ediyor. Bu onun için en iyi senaryo çünkü Sonya’ya olan aşkıyla yeniden yaşama bağlanıyor ve geleceğini yeniden planlamaya başlıyor. Ancak sevgi konusunda Raskolnikov kadar şanslı olamayan Svidrigailov, bu bitişin diğer bir senaryosunu gösteriyor ve yaşamak için hiçbir amacı kalmadığını düşünerek intihar ediyor. Yaşadıkları her ne kadar benzer olsa da dünyaya bakış açılarının oldukça farklı olması sebebiyle bu iki karakterin hikayesi başka başka sonuçlanıyor.