Türk halk edebiyatı, yüzyıllar boyunca Anadolu’nun toplumsal yapısını, inançlarını, gündelik yaşamını ve kültürel zenginliklerini yansıtan önemli bir mirastır. Bu hazinenin bir parçası olan ozanlardan biri de 17. yüzyılda yaşamış Kazak Abdal‘dır. Onun eserleri sadece dönemin sosyal eleştirisini yapmakla kalmamış aynı zamanda halkın dilini, mizahını ve ironi anlayışını da günümüze taşımıştır. Bu yazımda, dönemin siyasi-sosyal atmosferini hicveden ve halkı yansıtan eseri “Eşeği Saldım Çayıra” adlı şiirine odaklanacağım.
Kazak Abdal Kimdir?

Âşık edebiyatının önemli temsilcilerinden Kazak Abdal, 17. yüzyılda yaşadığı söyleniyorsa da şiirlerindeki konu ve üsluba bakacak olursa 16. yüzyılda yaşadığı kuvvetle muhtemeldir. Romanya Türklerinden olduğu düşünülür. Söylentilere göre, genç iken Deliorman’da Demir Baba onu evlat edinmiştir, daha sonra Balım Sultan‘ın müridi olmuş ve ondan el almıştır.
Anadolu’da dervişlik geleneği içinde yetişmiş, tasavvufi bir kimliği olan ve halkla iç içe yaşamıştır. “Abdal” sıfatı, onun bir derviş geleneği mensubu olduğunu göstermektedir. Abdallar, Anadolu’da özellikle Bektaşi kültürü ile bağlantılı olarak bilinir. Bu gelenek, hem mistik öğretiyi hem de toplumsal eleştiriyi şiir yoluyla halka aktarmayı amaçlar.
Asıl adı Ahmet‘tir fakat Kazak Abdal adıyla tanınmıştır. Kabri Denizli’dedir. Kazak Abdal’ın eserlerinin incelendiğinde mizahi, eleştirisel ve halktan yana bir bakış açısına sahip olduğu aşikardır. Kazak Abdal, hem halkın günlük sorunlarını hem de yöneticilerin ve din adamlarının ikiyüzlülüğünü hicvetmiştir.
16. Yüzyıl Anadolu’su ve Sosyal Ortam

Kazak Abdal‘ın yaşadığı 16. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu’nun hem siyasi gücünü zirveye taşıdığı hem de toplumsal gerilimlerin yaşandığı bir dönemdir. Bu yüzyılda Osmanlı, Kanuni Sultan Süleyman‘ın seferleriyle Avrupa’da güçlü bir imparatorluk olmuş fakat Anadolu’da sosyal ve ekonomik sorunlar hissedilmeye başlanmıştır.
16.yüzyıl aynı zamanda Bektaşilik ve Kalenderilik gibi tasavvufi akımların geniş kitlelere ulaştığı bir dönemdir. Halk, bu tarikatlar sayesinde hem manevî bir sığınak bulmuş ve baskılara karşı dayanışma içinde olmuşlardır. Yüzyılın sonlarına doğru ekonomik sıkıntılar ve vergi yükleri Anadolu insanında huzursuzluk yaratmıştır. Bu ortam, halk ozanlarının eleştirel seslerinin yükselmesine neden olmuştur.
Eşeği Saldım Çayıra Hikâyesi

Kazak Abdal‘ın en bilinen eserlerinden biri olan Eşeği Saldım Çayıra, halk arasında dilden dile aktarılan ve günümüzde de önemini koruyan bir hiciv şiiridir. Bu şiirin arka planında ise köy halkı arasında anlatılagelen rivayet şöyledir; Kazak Abdal’ın yaşadığı köyde, köylülere sürekli zulmeden, onların emeklerini sömüren, kursaklarından geçen bir lokmayı zehir eden hayatı köylüye zindan eden bir ağa varmış. Köylü, ağadan nefret eder bir kaşık suda boğmak ister fakat bırak boğmayı ağanın korkusundan gözlerinin içine bile bakamazlarmış. Yıllar geçmiş bu böyle devam etmiş; köylüyü ezen, zulmeden ağa gün gelmiş yaşlanmış hasta düşmüş, artık ölümün yaklaştığını hissetmiş tüm köylüleri toplamış.
Herkes merakla ağanın ne diyeceğini beklerken ağa onlara yıllardır yaptığı kötülüklerden pişman olduğunu ve bunun cezasız kalmaması gerektiğini söylemiş. Ardından tuhaf bir vasiyette bulunmuş. “Ben öldüğümde, cesedimi köyün girişindeki büyük ağaca asın ki, görenler ibret alsın zulmeden ağa olsa bile sonu böyledir ibret alsın.” Köylüler bu isteği şaşkınlıkla ve içten içe sevinçle karşılamışlar. Günler geçmiş ağa ölmüş, köylülerde cesedi alıp köyünü girişindeki büyük ağaca asmışlar. Köylüler, zalimden kurtulduklarını artık rahat nefes alacaklarını sanırken işin aslı tam öyle değilmiş. Ağanın zulmünden henüz kurtulamamışlar. Birkaç gün sonra köye askerler gelmiş. Köyün girişinde ağaca asılı ağayı gören askerler, köylülerin el birliğiyle ağayı öldürdüklerini düşünmüşler. Köylüler ne kadar anlatsalar da, “yahu etmeyin eylemeyin bu ağanın vasiyetidir.” deseler de kimseyi inandıramamışlar. Sonunda bütün köy halkı suçlu ilan edilmiş, falakadan geçirilmiş ve zulüm devam etmiştir.
Böylece ağa, yaşarken köylüye ettiği zulmü öldükten sonra bile cesediyle köylünün başına bela olarak devam ettirmiş, köylüye rahat yüzü göstermemiştir. İşte Kazak Abdal bu olay karşısında derin bir sitem ile Eşeği Saldım Çayıra şiirini kaleme almışlardır. O mısralar sadece ağayı değil, bu düzeni sürdüren, zulme göz yuman herkesi hedef almış.
Şiir İncelemesi

Şiirin her bir dörtlüğü, yalın gibi görünen dilin ardında katmanlı sembolik anlamlar barındırmaktadır. En çok bilinen dört dörtlüğü ele alalım.
Eşeği saldım çayıra
Otlaya karnın doyura
Gördüğü rüya hayra
Yoranın da avradını
Birinci dörtlükteki “eşek” metaforu, hor görülen halkı temsil ederken, onu “çayıra salmak” kendi kaderine terk edilmesinin bir simgesi olarak yorumlanabilir. Şiir, bu özgürleşme eylemini bile “hayra yoran” yani sisteme uygun bir şekilde yorumlaya çalışanlara dahi lanet okuyarak, ozanın kopuşu ve meydan okumayı benimser. Her türlü iyi niyetli yorumu reddeden bir manifestosudur.
Münkür münafığın soyu
Yaktı harap etti köyü
Ölüsüne bir tas suyu
Dökenin de avradını
İkinci dörtlükte geçen “münkür” (inanmayan, inkar eden) ve “münafık” (ikiyüzlü) kavramları, şiirin hedefini İslami ana akım yorumuna karşı olanları işaret etmektedir. “Köyü harap etme” eylemi, doğrudan 16. yüzyıldaki Kızılbaş katliamlarına ve yağmalara gönderme yapar. “Ölüsüne bir tas suyu dökenin” ifadesi ise, bir küfür ve lanet niteliğindedir. Bu, zulmü gerçekleştirenlere duyulan nefretin, onların ölümünden sonra bile devam ettiğini ve dini ritüellerin bile bu nefreti dindiremediğini vurgular.
Müfsidin bir de gammazın
Malı vardır da yemezsin
İkisin meyyit namazın
Kılanın da anasını
Üçüncü dörtlükte geçen ”müfsid” (bozguncu, fesat çıkaran) ve ”gammaz” (ispiyoncu, muhbir). Bu kişiler dönemin baskı ortamında otoriteye hizmet eden, toplumu içeriden çürüten hainleri temsil eder. ”Malı vardır da yemezin” ifadesi ise, cimriliği ve dünya düşkünlüğüyle toplumsal ahlakı bozan tiplere bir eleştiridir. Kazak Abdal, bu iki tip zalimin cenaze namazını kılan kişiyi lanetleyerek, zalime en son manevi desteği veren kişiyi dahil affetmeyen radikal bir duruş sergiler.
Derince kazın kuyusun
İnim inim inlesin
Kefen diken iğnenin
Dikeninde avradını
Şiirin dördüncü dörtlüğünde geçen “kuyu” ve “inilti” sembolleri, cehennem azabı ve sonsuz ıstırap çağrışımları yapar. Lanet, sadece ona değil, onun kefeninin diken iğneyi bile kapsamaktadır. Bu öfkenin ne kadar mutlak olduğunu, zalimle en ufak ilişkisi olan herkese yöneldiğini göstermektedir.
Dağdan tahta getirenin
Mezarına götürenin
Talkını bitirenin
İmâmın da avradını
Beşinci dörtlük, cenaze sürecindeki tüm ritüelistik eylemleri ve bu eylemeleri gerçekleştirenleri hedef alır. ”Dağdan tahta getiren” mezar ve tabut için malzeme getirenin, cenazeyi taşıyanın ve özelikle ”Talkını bitiren”, islami gelenekte ölünün sorguya hazırlanması için telkin okuyan kişi lanetlenir yani dördüncü dörtlükte ki imâm. Bu zulmün sona ermesi için atılan adımlara karşı duran dini otoritenin açıkça reddediğini ve en ağır şekilde eleştirildiğini gösterir.
Kazak Abdal lütfeyledi
Yaktı köyü mahfeyledi
Sorarlarsa kim söyledi
Soranın da avradını
Bu son dörtlük, ozanın şiirinin sorumluluğunu üstlendiği ve meydan okumasını açıkça ifade edildiği kısımdır. Şiirin anlamını sorgulayacak her türlü otoriteye karşı en sert dille cevap vermesi, ozanın tartışmaya kapalı radikal duruşunu ortaya koyar.
Kazak Abdal‘ın Eşeği Saldım Çayıra şiiri Arif Sağ, Erkan Oğur, Cem Karaca, Kıraç gibi sanatçılar tarafından seslendirilerek modern kültüre taşınmıştır. Dilerseniz bağlantıları kullanarak dinleyebilirsiniz.
Kaynakça
Alay, Okan. “Yergi, İroni ve Mizahla İlintili Kavramlara Dair Bir Değerlendirme”. Türk Dili 68. 792 (2018): 30-36.
Çakır, Emine. “Kazak Abdal”. Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Türk Edebiyatı Araştırmaları Merkezi. Web. Erişim Tarihi: 5 Ekim 2025.
Yıldırım, Rıza. “Abdallar, Akıncılar, Bektaşilik ve Ehl-i Beyt Sevgisi: Yemini’nin Muhiti ve Meşrebi Üzerine Notlar”. Belleten 75. 272 (2011):51-86