Son yıllarda akademik literatürde, medyada ve gündelik yaşam pratiklerinde sıkça tartışılan bir kavram, “erkeklik krizi”dir. Feminist teorinin yükselişi, toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesi, neoliberal ekonomik dönüşümler, iş piyasalarındaki kaymalar ve aile yapısındaki değişimler erkekliği uzun zamandır alıştığı merkezi konumdan sarsmıştır. Bu bağlamda erkeklik, kendisini bir kriz hâlinde bulur: geleneksel otoriteyi sürdürmek ister, fakat aynı zamanda bu otoriteyi sarsan yapısal dönüşümlere uyum sağlamak zorundadır.
Bu kriz, ilk bakışta erkekliğin kırılganlığını açığa çıkarıyor gibi görünür. Erkeklerin ekonomik güvencelerinin zayıflaması, baba figürünün otoritesini kaybetmesi, eril kimliğin sorgulanması ve erkeklik performanslarının kırılgan temellere dayanması bu tabloyu destekler. Ancak mesele yalnızca bir “zayıflık” meselesi değildir. Tam tersine, erkeklik bu kırılganlığı stratejik biçimlerde kullanarak yeniden güç devşirmekte, mağduriyet söylemini avantaja çevirmekte ve var olan ayrıcalıklarını farklı kılıklarda sürdürmektedir. Deniz Kandiyoti’nin de belirttiği gibi, “ataerkillik, değişen tarihsel koşullara uyum sağlayarak varlığını sürdürür” (1997, s. 11). Dolayısıyla erkeklik, kırılganlığını kabul ettiği ölçüde kayıp yaşayan değil; kırılganlığı iktidarın yeni bir aracına dönüştüren bir yapı olarak işlev görür.
Erkeklik, Kriz ve Kırılganlık İlişkisi

Erkeklik krizi kavramı, erkekliğin tarih boyunca değişmeyen sabit bir kimlik olmadığını, toplumsal, ekonomik ve kültürel dönüşümlere göre yeniden kurulduğunu gösterir. Judith Butler’ın ifadesiyle, “cinsiyet, doğuştan gelen bir öz değil; tekrar eden eylemler yoluyla kurulan bir inşadır” (2019, s. 25). Bu bakış açısı, erkekliğin “doğal” değil, sürekli yeniden sahnelenen ve bu nedenle kırılgan olan bir performans olduğunu ortaya koyar. Bu nedenle kriz, erkeklik için istisna değil kuraldır.
Kırılganlık, erkekliğin paradoksal yanını açığa çıkarır. Bir yandan toplumsal meşruiyetini güç, kontrol ve dayanıklılık üzerinden inşa eder. Diğer yandan, tam da bu gücü sürekli kanıtlamak zorunda olduğu için kırılgandır. Michael Kimmel’in dediği gibi, “erkekler, asla yeterince erkek olmadıklarının hayaleti tarafından kovalanır.” (Kimmel, 2005, s. 29). Bu kaygı, erkekliğin en derin kırılganlığını oluşturur; yani kırılganlık, erkeklik için bir zayıflık göstergesi olduğu kadar bir yeniden üretim aracıdır. Burada dikkat edilmesi gereken mesele şudur: erkeklik kırılganlığını gizlemez, aksine görünür kılarak politikleştirir.
Mağdur erkek imgesi, kadınların yükselişi karşısında konum kaybettiğini iddia eden; duygusal açıdan kırıldığını, değersizleştirildiğini ileri süren söylemler, erkekliğe yeni bir toplumsal avantaj sağlar. Böylece kırılganlık, bir kayıp değil, stratejik bir iktidar aracına dönüşür. Bell Hooks’un vurguladığı gibi, “erkekler sevgiyi ve duygusal açıklığı öğrenmek yerine, iktidarı yeniden kurmanın yollarını öğrenirler.” (hooks, 2021, s. 33). İşsiz kalan erkek, kendini “erkekliğinden edilmiş” olarak tanımlar. Bu söylem, bireysel bir ekonomik sorun olmaktan çıkar ve bir toplumsal mağduriyet politikasına dönüşür. Erkekler, “kaybettikleri” ayrıcalıkları geri almak için toplumsal sempati talep eder. Bu sempati çoğunlukla kadınların ve LGBTİ+ bireylerin taleplerini bastırmaya yarar.
Erkeklik Krizi: Dün, Bugün, Yarın

Erkeklik krizinin anlaşılması için tarihsel bağlama bakmak önemlidir. Çünkü kriz, sadece günümüzün değil, modernleşme süreci boyunca farklı biçimlerde tekrarlanan bir olgudur. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş, bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Osmanlı İmparatorluğu’nda erkekliğin en önemli sahnesi askerlikti. Savaşmak, şehit olmak, devlete sadakat göstermek yalnızca siyasal bir görev değil, erkek olmanın da asli kanıtıydı. Ancak imparatorluğun çözülüşü, askeri yenilgiler ve modernleşme baskıları, bu erkeklik idealini kırılganlaştırdı. Asker artık yenilmez değil, yenilgilerle yüzleşen bir figürdü. Bu kırılganlık, Cumhuriyet döneminde yeniden inşa edilerek avantaja çevrildi: askerlik, ulusal kimliğin kurucu unsuru ilan edildi. Böylece kırılganlık, kolektif bir gurur ve iktidar alanına dönüştürüldü.
Benzer bir süreç aile içinde de gözlenir. Osmanlı’da ataerkil otorite çoğunlukla baba figürüyle temsil edilirken, Cumhuriyet döneminde bu otorite modern baba figürüyle güncellendi. Modern eğitim, şehirleşme ve ekonomik dönüşüm babalığın otoritesini sarsıyor gibi görünse de, baba hâlâ evin merkezinde söz hakkı olan kişi olarak kaldı. Kırılganlaşan baba otoritesi, toplumsal düzenin sürmesi için yeniden güçlendirildi. Burada görüldüğü üzere erkeklik; kriz karşısında geri çekilmek yerine, kırılganlığını iktidarın yeniden üretiminde kullanmayı başardı. Elbette kırılganlığın her zaman yumuşak bir avantaja çevrildiğini söylemek eksik olur; bazen kırılganlık, şiddetin doğrudan kaynağı hâline gelir.
Erkekler, toplumsal alanda konum kaybettiklerinde –işsizlik, boşanma, otorite kaybı gibi– bunu telafi etmenin en hızlı yolunu şiddette bulur. Kadına yönelik şiddet ve aile içi cinayetler, çoğu zaman erkeklerin “erkekliğini yeniden tesis etme” girişimi olarak okunur.
Bu noktada kırılganlık, bireysel bir zayıflık değil, kolektif bir iktidar stratejisi hâline gelir. Çünkü şiddet, yalnızca mağdur kadını değil, tüm toplumu erkekliğin hâlâ merkezi ve korkutucu bir güç olduğunu hatırlatacak şekilde işlev görür. Erkekliğin kırılganlığı, böylelikle toplumsal şiddet üzerinden avantaja dönüşür.
MeToo Hareketi ve Erkeklik Krizi

Geçtiğimiz hafta başlayan ifşa dalgası karşısında fail erkeklerin veya onların arkadaşlarının mağduriyet söylemleri, hassas erkek imgesi, aynı amaca hizmet eder: erkekliğin merkezde kalmasını sağlamak. Örneğin, taciz veya şiddet suçlamasıyla karşılaşan erkekler, çoğu zaman “yanlış anlaşıldım” veya “linç ediliyorum” gibi ifadelerle dikkatleri kendi kırılganlıklarına çekiyor. Bu söylemler, toplumsal algıyı şekillendirerek failin konumunu korumasına ve hâlâ merkezi bir güç figürü olarak görünmesine hizmet ediyor.
Sosyal medyada taciz ve şiddet vakalarını ifşa eden kadınlar, erkeklerin mağduriyet söylemleriyle karşılaştıklarında toplumsal alanın nasıl yeniden şekillendiğini deneyimler. Burada kadınlar; failin kırılganlığının yarattığı sempati ve dikkat kaymasını aşmak için daha görünür, daha organize ve kolektif eylem stratejileri geliştirmek zorunda kalır. Dolayısıyla erkeklik krizini yalnızca bir çözülme anı olarak değil, iktidarın dönüşüm stratejisi olarak okumak gerekir. Feminist mücadele açısından asıl mesele, bu stratejileri görünür kılmak, kırılganlığın iktidara dönüşmesine izin vermemektir. Ancak bu farkındalıkla, erkekliğin yükünü yalnızca kadınların değil, erkeklerin de üzerinden kaldıracak gerçek bir eşitlik siyaseti mümkün olabilir. Bu noktada ifşa hareketi erkekliğin kırılganlığını bir iktidar aracı olarak kullanma kapasitesini sınırlayan önemli bir faktördür. MeToo hareketi, erkeklerin bu stratejisini görünür kılarak kolektif farkındalık yaratır ve mağduriyet söyleminin toplumsal etkisini sınırlar.
Aynı zamanda LGBTİ+ perspektifi, erkeklik krizinin toplumsal sınırlarını ve heteronormatif güç ilişkilerini açığa çıkarır. Erkekliğin hegemonik normları, sadece kadınlara değil, heteronormatif kalıpların dışında kalan erkeklere ve LGBTİ+ bireylere de baskı uygular. İfşa dalgaları, bu baskıyı görünür kılarak erkekliğin “doğal” ve merkezi konumunu sorgulatır. Böylece erkekliğin krizine dair tartışmalar, yalnızca failin veya mağdurun deneyimi üzerinden okunamaz; toplumsal yapının, cinsiyet normlarının ve iktidar ilişkilerinin yeniden değerlendirilmesini gerektirir.
Kaynakça
Butler, J., Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi, Metis Yayınları, (2019)
Hooks, B., Değişme İsteği: Erkekler, Erkeklik ve Sevgi. BGST Yayınları, (2004).
Kimmel, M., The Gendered Society. New York: Oxford University Press, (2005).
Kandiyoti, D., Bargaining with Patriarchy. Gender & Society, 2(3), (1997).
Öne Çıkan Görsel: linkedin.com


