Eraserhead Film İncelemesi: Kabusun Estetizmi ve Deneysel Sinemanın Sınırları

Editör:
Asiye Tuna Deniz
spot_img

Yapım aşamasında türlü zorluklarla boğuşulmuş, tamamlanması beş yılı bulmuş, buna rağmen bugün deneysel sinema tarihinin kült örneklerinden biri olarak kabul edilen bir film düşünün. Başlıktan da anlaşılacağı üzere söz konusu film, usta yönetmen David Lynch’in ilk uzun metraj çalışması olan Eraserhead‘dir. Peki, bu filmi bu kadar özel kılan nedir? Bu soruya kesin ve tek bir yanıt vermek kolay değil. Ancak bana göre Eraserhead’i değerli kılan en temel unsur, yarattığı benzersiz evrendir. Lynch, bu filmle deneysel sinemanın sınırlarını zorlayarak seyirciyi tanıdık olmayan, rahatsız edici derecede karanlık bir atmosferin içine çeker. Yoğun imgesellik, çarpıtılmış gerçeklik algısı ve sembollerle dolu anlatımıyla film, her izleyicide farklı bir etki bırakır. Üstelik Lynch’in, filmlerinin “gerçek” anlamını açıklamayı reddeden ve yorumu izleyiciye bırakan tavrı göz önünde bulundurulduğunda, Eraserhead’in tam anlamıyla çözümlenmesinin imkansız olduğunu söylemek gerekir.

Benim için çok ayrı bir yere sahip olan yönetmenin anısına yazdığım bu incelemede, kendi okumamı Lynch’e ait unsurlarla harmanlayıp siz okurlara keyifli bir okuma deneyimi sunmayı amaçladım.

Yazının devamı filme dair spoiler içermektedir.

Kabus Estetiği: Atmosferin Kullanımı

Eraserhead (1977) | pinterest.com

Bir filmde ya da genel anlamda herhangi bir görsel sanat ürününde ilk dikkatimizi çeken unsur, atmosferdir. Atmosferin amacı, hedef kitleye eser hakkında ilk izlenim sunmak ve onu anlatının ruhuna hazırlamaktır. David Lynch, Eraserhead filminde atmosferi son derece etkili bir şekilde kullanır. Özellikle siyah-beyaz görselliği tercih etmesi, filmin kasvetli ve endüstriyel havasını daha da yoğunlaştırır. Seyirci, kendini adeta bu kasvetli ve endüstriyel havada hapsolmuş hâlde bulur. Benzer bir hapsolmuşluk durumu, filmin baş karakteri Henry Spencer için de geçerlidir. Bu çorak ve karanlık kentte hayatını sürdüren karakterimiz, sürekli olarak makine ve tren gürültüsüne maruz kalmaktadır. Böyle bir ortamda yaşamanın getirdiği tedirginlik duygusu, film boyunca yüzüne yansır. Özellikle evine doğru yürüdüğü bir sahnede, işittiği makine ve tren seslerinden ürktüğünü görürüz.

İlerleyen sahnelerde Henry apartmanın holüne varır ve asansöre biner. Asansörün sesi rahatsız edici derecede gürültülüdür ve ışıklar gelip gitmektedir. Işıkların gelip gitmesi, hem gelecek hadiselerin habercisidir hem de izleyicide bir tür tekinsizlik hissi uyandırır. Henry Spencer’ın evi de genel atmosfere uygun olarak karanlıktır. Tek odalı ve duvara bakan bir pencereye sahip olan bu ortamın dış dünyadan tek farkı, komodindeki ağaç fidanıdır. Sanayileşmiş kentin sokaklarında tek bir bitki kalıntısı bile görünmezken, Henry’nin odasına bir fidan yerleştirmiş olması, doğaya ve huzura yakın olma çabası olarak yorumlanabilir.

Atmosfer açısından bir diğer önemli sahne, Henry Spencer kız arkadaşı Mary X’in evine akşam yemeği için gittiğinde başlar. Evin bahçesi, şehrin geri kalanı gibi bitki örtüsünden yoksun ve ölü ağaçlarla kaplıdır. Henry eve girer ve Mary’nin annesiyle karşılaşır. Annenin yüzünde ciddiyet hâkimdir ve Henry’yle konuşurken sakin bir ses tonu takınır. Ona ne iş yaptığını sorar; fakat Henry işsizdir. Doğal olarak gerginlik hissi tüm bedenine yayılır ve bir bahane uydurmak zorunda kalır. Bu sahnede, oyunculukların oluşturduğu bir atmosferden söz edebiliriz. Anne karakterinin ağır hareketleri ile Henry ve Mary’nin endişeli tavırları, filme huzursuz bir hava katar ve gelecek olaylar hakkında ipucu verir.

Bahsettiğim sahnelerde kimi zaman ışık ve sesin, kimi zaman da oyunculukların yarattığı kasvetli atmosfer, filmin genel yapısına katkıda bulunurken bir yandan da seyirciyi içine çeker. Sahnelerin garip tekinsizliği bizde merak duygusu uyandırır ve bir anda kendimizi filmin akışında kaybolmuş hâlde buluruz.

Ebevenlik Korkusu ve Sistem Eleştirisi

Eraserhead (1977) | twitter.com

Eraserhead’de hem simgesel anlatımlarla hem de karakterlerle ortaya çıkan en bariz tema, kapitalist sistem eleştirisi ve ebeveynlik korkusudur. Film, doğrudan İkinci Dünya Savaşı’nın etkilerini anlatmasa da yaratılan endüstriyel atmosfer, toplumsal roller üzerindeki baskı ve kişinin çevresine yabancılaşması gibi konuların varlığı, savaş sonrası değişimlerle ilişkilendirilebilir. Bir önceki paragrafta endüstriyel atmosferin kullanımından bahsetmiştim. Peki, bu durum karakterler üzerinde nasıl bir etki yaratır? Bu sorunun cevabını almak için Henry Spencer karakterine odaklanmamız yeterli olacaktır. Henry, film boyunca pasif agresif hareketler sergiler; dış dünyayla etkileşimi yok denecek kadar azdır ve çoğunlukla tepki göstermez. Tıpkı bir seri üretim makinesindeki kalemler gibi… Makineleşmenin insanları standartlaştırdığı bu evrende Henry, çevresine, hatta kendisine bile yabancı hisseder. Filmde karakterlerin yabancılaşması, toplumsal roller üzerindeki baskıyla bağlantılı olarak işlenir.

Mary’nin evinde akşam yemeği için masaya geçildiğinde baba karakteri (Bill), pişirdiği tavukların kesimini Henry’e bırakır. Henry, tavuğu kesmek için yeltendiğinde tavuk bir anda hareket eder ve kanamaya başlar. Bu sahnenin doğurganlığı simgelediğini düşünürsek annenin bir sonraki davranışı daha mantıklı gelir. Kendisi bir tür atak geçirir ve diğer odaya geçer. Mary de telaş hâlinde onu takip eder. Bir süre sonra anne odadan çıkar ve Henry’i kenara çekip kızıyla cinsel ilişkiye girip girmediğini sorar. Henry net bir cevap vermez ve annenin tehditkâr tavrıyla karşı karşıya kalır. Tam bu sahnede ilginç bir olay yaşanır: Anne karakteri Henry’e yakınlaşır ve onu öpmeye başlar. Bu sahnede Lynch, Freud’un kaynana-damat ilişkisi hakkında söylediklerine bariz bir gönderme yapar. Kendisi, Freud’un teoremlerini filmlerinde sık sık kullanır; dolayısıyla bu, çok ilginç bir rastlantı sayılmaz. Ünlü psikanalist Sigmund Freud, Totem ve Tabu kitabında bu ilişki hakkında şöyle der: “Kısır kadın, evlilik hayatında katlandığı yoksunluğa karşılık tesellilerin en iyisinden yoksun kalmaktadır. Kendi kızı ile duygudaşlığı bir ana o kadar ileri götürebilir ki kızının sevdiği adama bile âşık oluverir.” Başta anlamsız gelen sahne, bu alıntı sayesinde mantıklı bir hâl alır. Bir sonraki sahnede, Mary’nin hamileliğini öğrenen anne, çifti evliliğe zorlar. Mary, Henry’e evlenmeleri konusunda bir sorun olup olmayacağını sorduğunda Henry, pasif bir tavırla “Sorun olmaz.” şeklinde cevap verir. Bu diyalog, karakterimizin çevresel etkilere karşı ne kadar tepkisiz kaldığını gösterir.

Yazının bu kısmına kadar Henry’nin çevresini kuşatan normlara karşı nasıl davrandığından bahsettim. Fakat makineleşme ve üretim odaklı yaşam stilinin insanlar üzerindeki etkisini daha net kılmak adına, büyükanne ve baba karakterlerinin de psikolojik değerlendirmesini yapmakta fayda var. Filmde büyükanneyi tek bir sahnede görürüz: Mary’nin annesi mutfakta salatayı hazırlarken o da bir sandalyede hareketsiz, neredeyse cansız gibi oturur. Anne, salatayı hazırladıktan sonra kaseyi büyükannenin kucağına koyup onun elleriyle kendi elini sabitler ve sanki salatayı yaşlı kadıncağız karıştırıyormuş gibi yapar. Sonrasında büyükannenin ağzına bir sigara yerleştirir. Mary’nin annesi ile büyükannesi arasındaki bu etkileşim, kapitalist düzen ile insan arasındaki ilişkiye epey benzer. İnsanın sadece iş gücü olarak görüldüğü kapitalist sistemde kişiler, insani kabiliyetlerini yitirebilir; hatta daha kötüsü, hayattan soyutlanabilir. İlgili sahnede büyükanne, yaşama hevesi elinden alınmış modern insanı yansıtırken anne karakteri, bu düzeni kuran yöneticiyi ya da işvereni yansıtır. Bu bağlamda büyükanne karakterini, Henry Spencer’ın daha yabancılaşmış hâli olarak düşünebiliriz.

Bill karakterini ele alırsam, diğer iki karakterden tamamen farklı bir psikolojide olduğunu söylemem gerekir. Bu karakter, Henry’yle tanışır tanışmaz öfkeli bir biçimde zamanında bir iş kazası atlattığını ve sonucunda bacaklarını eskisi gibi kullanamaz hâle geldiğini anlatır. Bu bağlamda Bill’in, sisteme karşı gelen tek karakter olduğunu ve insan gücünü sömüren sisteme karşı büyük bir nefret duygusu beslediğini söyleyebiliriz.

Biyolojik Üreme ile Endüstriyel Üretimin Çarpışması

Eraserhead (1977) | pinterest.com

Filmde hem gerçek hem de sembolik anlamda en dikkat çeken figür, Mary ve Henry’nin bebeğidir. Bu bebek ne bir isme sahiptir ne de bir insan yavrusunu andırır. Son derece grotesk görünüşüyle, tıpkı sanayi toplumunun mekanikleştirdiği bir ürün gibidir. Bu prematüre bebeğin neden böyle bir görünüşe sahip olduğu konusunda çeşitli analizler mevcuttur. Bazı kaynaklar, David Lynch’in ortopedik bir sorunla doğan kızı Jennifer Lynch’ten esinlenerek filmdeki bebeği yarattığını söyler. Hatta bazı yorumlara göre, Henry Spencer karakteri aslında David Lynch’in kendisini temsil eder. Yönetmenin baba olma korkusunu ve engelli bir çocuğa sahip olmanın getirdiği duygusal yükü, Henry Spencer karakteri aracılığıyla ekrana yansıttığı ifade edilir. Ancak Lynch, Eraserhead‘deki bebekle kızı arasında bir bağ olup olmadığı yönündeki sorulara olumsuz yanıt verir.

Kendi yorumumu belirtmem gerekirse, bu bebek tıpkı filmdeki diğer karakterler gibi sanayileşmenin etkisi altında kalan bir figürdür. Endüstriyel toplumun etkileri öylesine yoğundur ki, doğal sürecin bir parçası olan biyolojik üreme bile mekanikleşmiştir. Ve bu mekanikleşmenin ürünü, rahatsız edici bir dış görünüşle sunulur.

Bebekle ilgili olan diğer bir durum, Henry ve Mary’nin bebeğe bir sorumluluk gözüyle bakmasıdır. Bebeğin bitmek bilmeyen ağlamaları ve hasta hâli, film boyunca ebeveynlere yük olur. Öyle ki, Mary X bir noktada dayanamayıp evi terk eder. Onun bu kaçışı, duygusal açıdan yorumlanabileceği gibi, sisteme başkaldırı şeklinde de değerlendirilebilir. Çünkü bebek hem organik bir oluşumdur hem de sistemin bir metasına dönüşmüştür. Filmin geri kalan kısmında Henry, bebekle yalnız başına kalır. Artık sorumluluk tamamen ona aittir. Bebek hastalanır; onunla ilgilenmek için kendisinden ödün verir. Bir süre sonra evden adımını atamaz hâle gelir; ne zaman dışarı çıkmaya çalışsa bebek ağlayarak onu evde tutmayı başarır.

Filmin bir sahnesinde, en baştan beri bariz bir şekilde Henry’ye ilgi duyduğu anlaşılan karşı komşusu onun evine gelir. Henry, kadının bebeği fark etmesini istemez; ağlamasını durdurmak için eliyle ağzını kapar. Bu esnada kadın, geceyi onun evinde geçirmeyi teklif eder. Ardından Henry ve kadını bir tür küvet içinde görürüz; Henry’nin vücudu tamamen suyun içinde kaybolur, ancak kadının saçları hâlâ görünür hâlde kalır. Sonraki sahnede iki beyaz sıvının birbirinden ayrıldığını görürüz; bu da onların cinsel açıdan birbirlerinden uzaklaşmasını temsil eder. Yani kadın, Henry’yle ilişkiye girmekten vazgeçer; çünkü o anda bebeği fark eder.

Bütün bu olaylardan sonra bebek, Henry’nin gözünde evlat olmaktan çıkıp özgürlüğünü kısıtlayan ve dürtülerini engelleyen bir varlık hâline gelir. Ancak durum sonsuza dek böyle kalmaz. Bir noktada Henry’nin sabrı taşar ve bebeğin üzerinde bu denli güç sahibi olmasına son verir.

Eraserhead’de Hipergerçeklik

Eraserhead (1977) | twitter.com

Henry, çevresini kuşatan baskılayıcı durumlarla uğraşırken soluğu radyatörün içindeki sahnede alır. Dama desenine sahip bu sahne (dama, boyut değişimine işaret eder), huzur verici sesiyle şarkılar söyleyen bir kadına ev sahipliği yapar. Ne zaman bunalsa, odağını ona çevirir ve gerçeklikten uzaklaşır. Radyatördeki kadın, her ne kadar Henry’nin hayal dünyasına ait olsa da bir tür gerçeklik taşır. Bu noktada Baudrillard’ın Simülakrlar ve Simülasyon kuramı devreye girer. Baudrillard, modern toplumda gerçekliğin yerini temsillerin aldığını ve bu temsillerin kendi içinde bir gerçeklik yaratarak simülasyonu oluşturduğunu söyler. Radyatördeki kadın da bu anlamda bir simülakrdır. Şarkı söylerken “Cennette her şey yolunda.” der; fakat bahsi geçen cennet yalnızca bir temsildir, gerçekliği birebir karşılamaz. Dolayısıyla kadının varlığı, Henry’ye yapay bir umut vadeder.

Yine Henry’nin radyatördeki kadını hayal ettiği bir sahnede, kendisinin şarkı eşliğinde sahnede küçük adımlarla dans ettiğini görürüz. Bir süre sonra sahnenin yukarısından solucanımsı varlıklar düşmeye başlar; kadın ise bu varlıkları ayağıyla ezer. Bu sahneyi yorumlarken, film boyunca birçok sahnede beliren solucanların üremeyi temsil ettiğini bilmekte fayda vardır. Bu bağlamda solucanları (spermleri) ayağıyla ezen kadın, aslında Henry’nin cinsel dürtülerinin ve içsel huzurunun beden bulmuş hâlidir. Ona çocuk sahibi olmayı düşünmeden, özgürce yaşanan cinsel birlikteliği “cennet” adı altında vaat eden bir hipergerçekliktir yalnızca.

Rüya ile gerçekliğin iç içe geçtiği Eraserhead’de hipergerçekliğin bir diğer örneği ise Henry’nin bebeğidir. Önceki bölümde, bebeğin neden bu şekilde tasvir edildiğini kendi yorumumla açıklamıştım. Ancak, filme hâkim olan “uyanıkken görülen bir kâbus” atmosferi bağlamında bebek figürünü Baudrillard’ın kuramı ışığında değerlendirmek de önemlidir. Teoremdeki hipergerçeklik kavramı açısından odaklanmamız gereken kişi Henry Spencer’dır. O, radyatördeki kadını umut vadeden bir gerçeklik olarak görürken; bebek bunun tam tersidir. Korkunç dış görünüşü, Henry’nin baba olma korkusunun bir temsiline dönüşür. Yani filmdeki güzel ya da çirkin her imge, Henry’nin zihinsel süreciyle bağlantılıdır. Seyirciler, film boyunca onun simülakrlardan oluşan kişisel gerçekliğini izler.

Henry Spencer Üzerinden Benliksizleşme Süreci

Eraserhead (1977) | twitter.com

Önceden belirttiğim üzere, Henry’nin çevresini kuşatan endüstriyel atmosfer ve sanayileşmenin getirisi olan baskılayıcı normlar, onun kimliğini elinden alır. İradeden yoksun hale gelen Henry, artık dış etkenlere bağlı yaşayan bir kişilik hâline gelmiştir. Tıpkı kendi bebeği gibi. Henry’nin baba olma korkusu ve dayatılan tabular sebebiyle benliğini yitirmesi, aslında bandajdaki bebeğe dönüşmesidir. Bebek nasıl sürekli başkasına muhtaç, kendi başına var olamayan bir karakterse; Henry de aynı durumdan muzdariptir. Yani bebeği sahiplenememesi ve ondan korkması, bir anlamda kendi benliğini inkâr etmesidir.

Rüya sahnelerinden birinde Henry, radyatördeki kadına hiç olmadığı kadar yakınlaşır. Ancak bir süre sonra kadının kaybolduğunu ve yerine korkunç görünümlü bir adamın geçtiğini görürüz. Kendi yorumuma göre bu adam, Henry için şeytanı ve tekinsizliği temsil eder. Radyatördeki kadının bir anda görünürden kaybolması ve yerine bu adamın geçmesi, kötü hadiselerin yaşanacağına işarettir. Hemen ardından sahnenin kenarında duran Henry’nin kafası damalı zemine fırlar. Ve bedenin üst kısmında, Henry’nin kafası yerine bebeğin kafası belirir. Bu sahne, benliğin parçalanmasına dair en güçlü örnektir. Henry’nin bedeni, bebekle —yani bozulmuş iç benlik, deforme olmuş bedenle— birleşir.

Henry ve bebek arasındaki bu benlik birleşimini daha yakından incelemek için filmin son sahnesi büyük önem taşır. Başlangıçta Henry, karşı komşusunu bir adamla eve girerken görür. Bu kadınla olan ilişkinin pek de başarılı sonuçlanmadığını bilen bebek, dalga geçer gibi Henry’ye güler. Bu, bardağı taşıran son damladır. Henry eline bir makas alıp önce bebeğin bandajını keser, sonra da iç organlarına makası saplar. İlerleyen sahnelerde, beyaz bir atmosferde Henry ile radyatördeki kadının sarıldığını görürüz. Bu sahne doğrudan Henry’nin intiharıdır. Bebeği öldürerek aslında kendi hayatına son verir ve bunun farkındadır. Bu olayın ardından, tıpkı bir kâbus sahnesi gibi ışıklar gidip gelmeye başlar ve bebeğin boyut değiştirmiş halleri belirir. Sonraki sahnede Henry’nin kafasından silgi tozlarının uçuştuğunu görürüz. Bu, onun kötü anılarının tek tek silindiğini simgeler. Bana kalırsa, filmin devamında beliren beyaz ışık ve radyatördeki kadınla sarılmaları ise Henry’nin cennete gitmesini değil, içinde bulunduğu endüstriyel yaşamdan tamamen koparak huzur bulduğunu gösterir. Ve nihayetinde, “Cennette her şey yolundadır.”


Kaynakça

Öne Çıkan Görsel: TheCinesthetic

  • “Eraserhead (1977) – Analysis”. Movie Forums. Web. 16.05.2025
  • “Eraserhead”. IMDb. Web. 16.05.2025
  • “Karanlık Bir Bilinçaltı Senfonisi: Eraserhead Filmine Bakış”. Bağımsız Sinema. Web. 16.05.2025
  • “Kült Filmler Zamanı: Eraserhead (1977)”. Öteki Sinema. Web. 16.05.2025
  • “Kafalar Yandı: Eraserhead İnceleme”. Medium. Web. 16.05.2025
  • “Eraserhead: Cennette Her Şey Güzeldir”. Arakat Mag. Web.  16.05.2025
  • Baudrillard, Jean. Simülakrlar ve Simülasyon (Simulacres et Simulation). Çev. Oğuz Adanır, Doğu Batı Yayınları, 2010, Ankara.
spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.