Elvis: Binayı Terk Etti! | Rock’n Roll’un Kralı’nın İnişli Çıkışlı Hayatı

Editör:
Işılay Güzel Yılmaz

”Elvis has left the building!”

Dünya prömiyerini 75. Cannes Film Festivali’nde yapan Elvis’in yönetmenliğini; Muhteşem Gatsby, Romeo ve Juliet, Moulin Rouge ve Avustralya filmlerinin de yönetmenliğini yapan Baz Luhrmann‘ın yaptığı filmin senarist kadrosu ise şöyle: Baz Luhrmann, Craig Pearce, Jeremy Doner, Sam Bromell.

Elvis rolünde Austin Butler‘ı izliyoruz. Elvis Presley‘in menajeri Tom Parker rolündeyse Tom Hanks var. Filmin yükünün bu ikilide olduğunu söylersek abartmış olmayız. Bu iki oyuncu dışında film kalabalık bir kadroya sahip. Onlardan bazıları ise şöyle: Olivia DeJonge, Dacre Montgomery, Kodi Smit-McPhee, Luke Bracey.

2 saat 39 dakikalık uzun süresine rağmen bunu seyirciye hiç hissettirmeyen bir film Elvis. Hatta bir o kadar daha olsa izlerim diyenlerdeniz.

Austin Butler’ın rolünde devleştiğini söyleyebiliriz. Tom Hanks, her zamanki Tom Hanks’ti. Ağır bir makyajın altında rolünü layıkıyla yerine getirmiş. Sevilen oyuncuyu kumarbaz, şantajcı, sahtekar, paragöz biri olarak tanımlayabileceğimiz Tom Parker rolünde izlemek seyirci için de güzel bir değişiklik olabilir. Her rolün hakkını veren bir oyuncu olsa da, böyle sevilmeyen rollerde izlemeye pek alışık olmadığımız bir oyuncu kendisi. Ağır makyajına ve üstündeki ağırlıklara rağmen Tom Hanks’in bilinen mimiklerine çokça rastlıyoruz.

Austin Butler‘ın role sıkı çalıştığı filmin her karesinden belli oluyor. Elvis olduğu her sahnede gerçekten Elvis olmuş. Yapılan makyaj, giydiği kostümler bir tarafa, mimikleri, bakışları, şarkı söylemesi ve danslarıyla yeniden hayat bulmuş bir Elvis Presley izliyoruz. O kadar yetenekli ki! Bu rol için Harry Styles ve Ansel Elgort‘u elemeyi başarmıştı. Rol için iyi bir fikir olmadığını düşünenler de epey fazlaydı. Austin Butler’ı izlerken, genç bir Johnny Depp izliyormuşuz hissimizin yanı sıra karşımızda geç keşfedilmiş bir Leonardo DiCaprio duruyor gibiydi. Brad Pitt bakışlarından hiç bahsetmeyelim! Austin Butler, Elvis rolüyle bize gelecekte çok şeyler vaat ettiğinin mesajını da verdi diyebiliriz.

Cannes gösteriminde uzun uzun ayakta alkışlanmayı da fazlasıyla hak etmiş biri Austin Butler. Cannes Film Festivali‘nin espri konusu olan alkışlanma sürelerine değinmeden, Cannes’da 12 dakika ayakta alkışlandığını da ekleyelim.

Film, 1935’le 1977 yılları arasında yaşamış Elvis’in 42 yıllık yaşamına sığdırdığı inişli çıkışlı kariyerine odaklanıyor. Rock’n Roll’un Kralı’dır, ama ondan kısaca ”Kral” diye bahsedilir.

Film, Elvis hali hazırda sahnelerdeyken başlar. Henüz öyle tanınmış biri değildir, ama müziğinden bahsettirmeye başlamıştır. Babasının hapse girmesiyle hayatı değişime uğrayan Elvis’in, annesiyle birlikte siyahi bir kasabaya yerleşmesiyle, Elvis’in siyahi müziğiyle tanışması, müzikte kendini bulmasıyla hikaye evrilir. Siyahiler gibi şarkı söyleyip, dansını onlar gibi yapan beyaz bir erkeğin de siyasi makamlar tarafından kabul görmemesi o dönem Amerika’sı için normal karşılanacak detaylardan biri diyebiliriz. Irkçılığın faal şekilde yaşandığı zamanlarda, Elvis’in sahneye ya da televizyona çıkıp herkesi, özellikle kadınları, kışkırtan müziğiyle yakalamasını, hükümetin onay verip alkışlayacağı bir yetenek olarak görmediği de filmde net şekilde ifade ediliyor. Elvis’in onu ”Yeni Elvis” olarak pazarlamaya çalışanlara karşı direnmesi ve kendi tarzıyla seyirciyi kendisine aşık eden bir adam olmasına karşılık, ona verilecek en büyük ödül Amerikan hükümetinin onu cezalandırmasından geçiyor olmalı.

”Ya hapishane ya askeriye!” seçenekleriyle Elvis’i Almanya’ya askerlik için gitmeye zorlarlar. Şans bu ya, hayatının aşkı olan Priscilla ile burada tanışırlar. Kısa süre sonra evlenip çocukları Lisa Marie Presley‘i kucaklarına alırlar. Amerika’ya döndükten sonra Hollywood’a yönelen Presley, idolü James Dean gibi filmler çekmeye başlıyor. Oyunculuk kariyeri de bir noktadan sonra düşüşe geçiyor. Bu yeteneksiz olduğu bir alan olduğundan değil de asıl yapmak istediği şeyi yapamamasından kaynaklanıyor.

O Bu Hayata Şarkı Söylemeye Gelmiş!

Müzik Elvis’in en büyük aşkı olmalı. Öyle ki, çok sevdiği karısı bile, şarkı söyledikten sonra ona tapan seyircinin sevgisi altında korku ve endişe duyuyor; çünkü Elvis bu hayata şarkı söylemeye gelmiş. O Müziğin Tanrısı, Rock’n Roll’un Kralı…

İnsanı en çok var eden tutkularıdır, ama çoğu zaman insanı yok eden de tutkuları oluyor. Yapmak istediği turneler, yurtdışına çıkma hayalleri, yaptığı müzikle nefes almak Elvis gibi bir insan için tutkusunu destekleyecek şeylerken, bunları hiçbir zaman yapamamış olması da onun belki de sonunu hazırlayan uyuşturucu etkisine girmesini sağlayan nedenlerden en geçerli olanı diyebiliriz.

Tutkusunu destekleyemeyen, kanatları kırık bir kuş Elvis…

Hep çok havalara yükselmek isteyen, uzaklara gitmek ve özgürce müziğini kıtalara ulaştırmayı arzulayan bir Kral…

Askere gitmek dışında Amerika’dan hiç çıkamayan bir müzik dehası…

Elvis yanlış insanlarla bağ kurmuş, şanssız bir adam sadece. Çok istemesine rağmen ülke dışına çıkıp, turnelere katılıp, farklı ülkelerde yaşayan hayranlarına hiç konser verememiş. Sadece bir kez uydu aracılığıyla 1,5 milyar kişinin izlediği bir konser verebilmiş. Tüm bunları yaşamasına engel olan kişiyse menajeri Tom Parker olmuş. Tom’un Hollanda’dan kaçak olarak Amerika’ya yerleşmesi, geçmişini saklaması, bir pasaportunun bile olmaması Elvis’in önündeki engel olmuş.

Elvis’in Ayağındaki Prangalar, Kırılmış Kanatları, Tutkularının Engeli: Tom Parker

”Elvis has left the building!” yani ”Elvis binayı terk etti!” söyleminin de Tom Parker’ın Elvis’in güvenliğini bahane ederek ülke dışına çıkmasını engellemesiyle ortaya çıktığına tanıklık ediyoruz. Sırf hayranlarını dağıtmak için uydurulmuş bir durum olmadığını, hayranlardan ziyade onu tehdit edenlerden kurtulmak için kullanılmaya başlayan ve artık deyim haline gelen durumdur.

Elvis’in ölümü için Tom Parker suçlanmış. Ona göre o Elvis’in katili değil, Elvis’i yaratan adam!

Oysaki Elvis’in biri tarafından yaratılmaya ihtiyacı olmadığını, onu sahnede beş dakikalığına izleyen biri bile rahatlıkla söyleyebilir. Onun ihtiyacı olan tek şey çok sevdiği şarkılarını söylemek ve ona kendini adayan seyircisinden aldığı sevgi ve ilhamdı diyebiliriz.

Elvis’in yaşadığı dönemde yaşanan siyasi olaylar; Matin Luther King’in öldürülmesi, Kennedy Suikastı, siyahilere yapılan aşırı ırkçı davranışlar…

Filmde dönemin politik tavrı da net şekilde anlatılıyor, ancak film bunlara yeterince odaklanmıyor. Belli ki kasten yapılmış bir tercih, ancak Elvis’i anlatırken siyaseti atlamak çok da gerçekçi bir yaklaşım sayılmaz. Yine de sadece Elvis’e ve onun hayatının anlamı olan müziğine odaklanmayı seçerek de film kötü bir yola sapmıyor. Seyircisini mutlu edecek bir Austin Butler oyunculuğunu düşünürsek, kötü yollar bu filmden hayli uzakta gibi görünüyor.

Filmde kanlı canlı bir Elvis izlemek mümkün. Sanki Kral dirilmiş de karşımızda performans sergiliyor.

Oscar Ödüllerinde erkek oyuncu kategorisi can alacak gibi duruyor. Daha şimdiden filmler gösterime bile girmemişken yarışacak adayların isimleri telaffuz edilmeye başlandı. İyi olan kazansın! Bol Şans diliyoruz.

Blues, kilise müziği ve contry türlerini harmanlayıp kendine has bir müzik yaratmış olması, sahneyle bütünleşip kusursuz bir şova imza atması, sesinin rengi, duruşu, yakışıklılığı ve daha birçok yeteneğiyle bize asla unutmayacağımız efsane bir kimlikle veda eden Elvis…

Kral… Asla unutulmayacak… Dünya son nefesini alana kadar…

Film vizyondayken beyazperdede izlemenizi öneriyoruz.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Morlara Bürünmüş 8 Albüm Kapağı Tasarımı

Mor renginin hâkim olduğu 8 albüm kapağını inceliyoruz.

You Final Sezonu İncelemesi: İyilerin Kazandığı Dünyada Mutlu Bir Son

You, final sezonuyla izleyicilerine veda ederken Joe Goldberg'in hikâyesi sona eriyor.

Nickel Boys Film İncelemesi: Deneysel Sinema ve Tarihin Birleşimi

2025 Oscar Ödülleri'nde ilgi gören Nickel Boys, iki siyahi gencin bir reform okulunda yaşadıklarına odaklanıyor.

Orhan Kemal – Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl | 22 Alıntı

Türk edebiyatının iki büyük ustası Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde koğuş arkadaşlığı yaptıkları yıllara ve sonraki mektuplaşmalarına değinen Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl kitabı, Kemal'in kalemiyle çok içten ve etkileyici bir üslupla okurun karşısına çıkıyor.

İskenderiye Kütüphanesi: Efsane ve Gerçek

Efsane ve Gerçeğin ortak noktası, tarihin tozlu raflarına kaldıramadığı bilgi yuvası: İskenderiye Kütüphanesi.

İstanbul Ansiklopedisi Dizi İncelemesi: Kalabalığın Yalnız İnsanları

İstanbul Ansiklopedisi, büyülü İstanbul sokaklarında hem hayat bulmanın hem kaybolmanın öyküsünü anlatıyor.

Söylenti Edebiyat Editörleri Bu Ay Neler Okudu?

Söylenti Edebiyat editörleri olarak her ay neler okuduğumuzu, nelerin altını çizdiğimizi yakından incelediğimiz serimizin nisan ayı listesi ile karşınızdayız!

Yelpazeli Kadın (1918) Tablo Okuması: Gustav Klimt’in Son Eseri

Yelpazeli Kadın tablosu, zarafeti ve özgünlüğüyle hem sanat tarihine hem de Klimt'in kariyerinde büyük bir önem taşımaktadır.

Dante’nin İlahi Komedyası’nda İnsanlığın Mitolojik ve Manevi Seyahati: Kayboluşun Karanlığı ve Kurtuluşun Işığı

Dante’nin İlahi Komedyası; insanlığın ahlaki seçimlerini sorgulamasına, içsel çatışmalarını aşmasına ve evrensel sorulara yanıt bulmasına rehberlik eder.

Kırmızının Tonlarına Bürünmüş 7 Yabancı Albüm Kapağı

Temalarında kırmızı renginin ön planda olduğu ve gizli anlamlarıyla bizi farklı yolculuklara çıkaran albümleri sizler için derledik.

Editor Picks