İtalyan edebiyatının gözde ismi Elena Ferrante‘nin Napoli Serisinin başlangıcı olarak görülen kitabı Karanlık Kız, hem bir kadının kendi içsel deneyimine odaklanırken hem de annesi ve çocukları arasında gidip geldiği annelik deneyimine odaklanır. Yalın ve dokunaklı kalemi ile okurlarını büyüleyen Ferrante, kadın olmayı, aile kavramını ve ruhsal belirsizlikleri oldukça çarpıcı bir şekilde kaleme alıyor.

Karanlık Kız, birbirinden farklı duyguları içinde barındırırken haklı haksız çatışması da aynı şekilde okurun gözünde sürekli yer değiştiriyor. Karanlık Kız kitabından en çarpıcı alıntılar sizlerle!
- “Anlatması en zor şeyler, kendimizin bile anlayamadığımız şeylerdir.” (s.8)
- “… ayrı anakaralara ve bizi ayıran geniş göklere karşın, öfkelerini, mutsuzluklarını üzerime kusmalarına hâlâ amade miyim sınamak için yapıyorlardı.” (s.10)
- “Ama uzaklık gereksinmelerine doğrudan müdahale etmemi olanaksız kıldığından, arzularını ya da kaprislerini tatmin etmek seyrek ve sorumsuz davranışlar bütünü oluyor, her arzu bana hafif görünüyor, onlarla ilgili her yükümlülük sevecen bir alışkanlık haline geliyordu.” (s.10)
- “Sadece her türlü felaketin değil onların sinirsel kırgınlıklarının, yolculuk arkadaşlarıyla yaşayabilecekleri olası gerginliklerin, kolayca karşılık bulan ya da hiç bulmayan sevdaların yarattığı duygusal dramların endişesini de taşırdım. Ani yardım çağrılarını karşılamaya hazır olmak isterdim, beni aslında olduğum gibi, yani dalgın, umursamaz ya da bencil olmakla suçlamalarından korkardım.” (s.12)
- “Annemi hayret ve hayal kırıklığıyla izlerdim ve ona benzememeyi, gerçekten farklı olmayı tasarlardım; beni bir daha asla asla asla göremeyeceksiniz ifadeleriyle bizi korkutmanın ne kadar yararsız ve kötü olduğunu ona kanıtlayacaktım; insan gerçekten değişmeliydi ya da cidden evden gitmeli, bizi bırakmalı, ortadan kaybolmalıydı. Hem onun adına hem kendi adıma ne çok acı çekiyordum, mutsuz bir insan olan onun karnından çıkmış olmaktan ne kadar utanıyordum.” (s.26)
- “Kızlarımla konuşmalarımda söylenmemiş sözler ya da cümleler duyarım. Onlar bazen sinirlenirler, anne derler bana, bunu sen söyledin, hiç öyle bir laf çıkmadı ağzımdan, sen uyduruyorsun. Aslında benim bir şey uydurmama gerek yoktur, dinlemek yeter, söylenmemiş, söylenmişten daha çok konuşur.” (s.34)
- “Evlerin mahremiyetinde neler söylenir, neler yapılır çocuklara.” (s.50)
- “Kızlarımın her mutsuzluğunun benim kanıtlanmış aşk beceriksizliğimden kaynaklandığını düşünüyordum.” (s.60)
- “Benim meyve soyarken bıçağımla kabuğu yarıda koparmadığımı, bu konuda çok titiz olduğumu bana fark ettiren o olmuştu. Onun hayranlığından önce ben bunun farkında olmamıştım, kim bilir kimden öğrenmiştim ya da hırslı ve inatla kusursuz olma merakımın bir olarak geliştirmiştim.” (s.63-64)
- “Yarasını öpmeyi, acıyı alan o öpücüğü vermeyi uzun zaman reddettim. Ona bunun yapılmaması gereken tehlikeli bir şey olduğunu, sadece büyük olan annenin yapabileceğini öğretmek istiyordum. Anne.” (s.64)
- “Huzurlu bir anneliğin ışıltılı tanığıydı.” (s.64)
- “Sabır ve hoşgörüsüzlük arasında gidip geldiğini, anlayış göstermekle ağlamak arzusu arasında salındığını hissettim. Kumsalda tanık olduğum o mutluluk sahnesi neredeydi? O koşullarda yabancıların bakışları altında olmanın huzursuzluğunu hissettim.” (s.68)
- “Gençliğimin umutları vakitsiz bir şekilde yanıp kül olmuş gibi görünmüştü, gerisin geriye, anneme, nineme, soyundan geldiğim sessiz ve kızgın kadınlara doğru yuvarlanıyordum. Fırsatlar kaçıyordu. Hırslarım henüz alev alevdi ve genç bedenimce, projeyi projeye ulayan hayal gücümle besleniyordu ama yaratıcılık tutkum üniversitelerin işleyişindeki gerçekler ve olası kariyer fırsatçılığı yüzünden giderek baltalanıyordu. Kendi aklımın içine hapsolduğumu, kendimi sınama olanağı bulamadığımı sanıp çaresizlik hissediyordum.” (s.74)
- “… hiçbir düşünceyi tam zamanında yakalayamıyordum.” (s.77)
- “Huzursuzluğun hızının nasıl ilerleyeceği, nereye varacağı bilinmez.” (s.78)
- “Yağmurun yarattığı su birikintilerine özen göstermeden sürüyordum arabayı daha doğrusu özellikle su sıçratarak birikintilere giriyordum. O zaman hissettiğim bütün öfke şimdi yüreğimde kabarmaktaydı.” (s.79)
- “Varoluşun kimi zaman ironik bir geometrisi vardır. On üç, on dört yaşlarımdan sonra kentsoylu dekora, iyi bir İtalyancaya, eğitimli ve düşünceli bir hayata heves etmiştim. Napoli beni boğacak bir dalga gibi görünmüştü gözüme. Şehrin, çocukluğumda tanıdığım hayat biçimlerinin farklı hayatlar barındırabileceğini sanmıyordum; benim gördüğüm hayatlara bir tür duygusal görgüsüzlüğün egemen olduğu şiddetli ve şehvetli bir miskinlik hâkimdi ya da kendi sefil çöküşlerini aptalca pekiştirdikleri bir tür savunma durumu. O biçimleri ne geçmişte ne de olası bir gelecekte aramıyordum bile. Şehirden kaçışım sanki haykırarak yanığı da üzerinden sıyırabileceğini, yanan deriyi üzerinden soyarak atabileceğini sanan yanmış birini andırıyordu.” (s.92)
- “Yankıları bana ulaştı, üzüldüm ama o durumda bile geri adım atmadım. Uzaktaydım, bambaşka bir insan olduğumu sanıyordum, nihayet gerçek bir kişi olmuştum ve kızların da doğduğum kentin yaralarına kendilerini açmalarını istedim; yaraların benim üzerimdeki etkisi asla sağalmamıştı. Annem o dönemde iyi iş çıkardı, kızlarla ilgilendi, bitkin düştü ama ben ona hiçbir konuda minnet göstermedim. Kendime beslediğim gizli öfkeyi anneme yönelttim. Sonrasında kızlarımı yeniden yanıma aldığımda ve onları Floransa’ya götürdüğümde, annemi, bana yaptığı gibi onlarda da sağlıksız izler yaratmakla suçladım. İftira yüklü suçlamalar. O ise kendini savundu, kötülükle karşılık verdi, çok üzüldü, belki de üzüntüsünün zehri yüzünden kısa süre sonra öldü.” (s.93)
- “Çapayı yüzeye çekmek, kendini hafif algılamak iyilik değil, kendine ve başkalarına karşı zalimce bir şey.” (s.98)
- “Kızlar gözlerini ayırmıyorlardı. Beni yatıştırmak isteyen bakışlarını üzerimde hissediyordum ama daha kuvvetli olarak hissettiğim, onların dışındaki hayatın parıltısıydı; yeni renkler, yeni bedenler, yeni zekâlar, nihayet kendi anadilimmiş gibi sahipleneceğim dil ve kızlarımın beni beklenti içinde izledikleri bu ev ortamıyla bağdaşamayacak her şeydi.” (s.107)
- “Doğru insanın kalbi paramparça olur. Kendinle baş başa kalmaya tahammül edemezsin ve dile getiremeyeceğin düşünceler üretirsin.” (s.124)
- “Loşta kalan bir eylemin daha derin loşlukta eylemlere yol açtığını düşündüm ve o zaman sorunun zinciri kırmak olduğunu anladım.” (s.134)
Ferrante, Elena. Karanlık Kız. Everest Yayınları, İstanbul: Temmuz 2023.


