Yazar Ottessa Moshfegh’ın romanından beyaz perdeye aktarılan dram gerilim türündeki Eileen filmi geçtiğimiz yıl Sundance Film Festivali’nde ilk gösterimini gerçekleştirdi. Filmin yönetmen koltuğunda ilk uzun metraj filmi olan Lady Macbeth filmi ile dikkatleri üzerine çeken William Oldroyd bulunuyor. Kitaba ve filme ismini veren Eileen Dunlop karakterine, oynadığı rollerle beğeni toplayan genç oyuncu Thomasin McKenzie can verirken filmin diğer başrolü olan Rebecca St. John karakterine ise ödüllü oyuncu Anna Hathaway can vermektedir. Bu iki başarılı başrol oyuncularına Shea Whigham, Marin Ireland, Sam Nivola ve Siobhan Fallon Hogan eşlik ediyor.

Film 1960’ların Massachusetts’inde Eileen‘in yalnız ve sıradan hatta birazda hüzünlü hayat hikayesini anlatmaktadır. Eileen daha yirmili yaşlarında hayatını; küçük sayılabilecek bir kasabada, sağlıksız ruh halleri nedeniyle işinden emekli edilen eski polis şefi babası ve çalıştığı hapishane arasında geçiren bir kadındır. Dikkatleri üzerine çekmeyen, işten eve, evden işe şeklinde sıkıcı ve monoton sayılabilecek bir hayat yaşayan Eileen‘in, filmin açılış sekansındaki gözetleyici konumu ve sonrasında çalıştığı yerdeki gardiyanla uygunsuz hayaller kurması bastırılmış bir cinselliğinin olduğunu izleyiciye daha filmin başında aktarıyor. Eileen‘in bu tek düze hayatı hapishaneye yeni gelen Psikolog Rebecca‘yla bambaşka bir hal alır. Rebecca dikkatleri üzerine çeken, güçlü ve en önemlisi kendine güvenen bir kadındır.
Rebecca ile tanışan Eileen‘in ilk değişimi kıyafetinde olur. Daha özenli giyinmeye ve kendine bakmaya başlar. Rebecca‘nın sigara içişinden dahi etkilenen karakterimizin, o ana kadar görmediğimiz sigarayı görürüz elinde. Kısacası Rebecca‘nın varlığı, konuşması, hareketleri, her şeyi Elieen‘ı etkisi altına alır. Rebecca daha önce ne çevresinde ne de kasaba da görmediği bir kadındır. Eğlenmeye çıktıkları gecede Rebeca‘nın hem Eileen‘e hem de bir erkeğe karşı davranışları karakterimiz için alışılmadık olmakla beraber başka bir hayatın var olabileceğinin de göstergesi gibidir. Bu yüzden ikili arasında başlayan dostluk Eileen‘in hayranlığıyla aşka da dönüşür.
Film Eileen‘in bu ilişkiyle nasıl değiştiğini, sadece bir kaç hayal sahnesiyle gördüğümüz içindeki karanlık yanın nasıl ortaya çıktığını aktarıyor. Bu değişimin başrolü Rebecca karakteriyken, Eileen‘ın babasıyla yaptığı konuşmaysa bu değişimin fitilinin ateşlenmesine neden olmaktadır.
Bu yönüyle baba kız ilişkisine bakıldığında, babanın sağlıksız ruh halinin ve kasvetli evin, ilişkileri üzerinde de olumsuz etkilerini görmemiz mümkün. Film annenin öldüğünü, büyük kız kardeşin ise evlenip aileyle bağını kestiği bilgisini verirken, geride babasıyla tek başına kalan Eileen’in da babasından takdir görmediğinin altını çiziyor. Babası Eileen hakkında varlığı ve yokluğunun bir hatta yokluğunun fark dahi edilmeyeceğine, başarısız bir yaşam sürdüğüne dair düşüncelerine ilaveten aşkın insanı deli edeceğine ama bunu onun hiç anlamayacağını söyler. Babasının Eileen hakkında bu söylemleri, onun karanlık yanını beslemektedir.
Film Eileen‘i öyle bir konuma yerleştiriyor ki, elinde güç (silah), yanında aşkı (Rebecca) ve karşısında zayıf, esir alınmış bir kadın var. İşte tam bu konum Eileen’in karanlık tarafının ortaya çıkmak için beklediği, tekrar eski varlığı yokluğu fark edilmeyen silik karaktere dönüşmemek için elindeki gücü kullanmaktan geri kalmadığı o değişim anıdır. Bu değişim anı filmin sonunda karşımıza çıkıyor. Eileen‘i bu değişime iten şeylerdeki en önemli unsurlardan birisi de gücü o an elinde bulundurmasıdır. Gücün ve sevdiği kadının yanında bulunmasının verdiği cesaretle birlikte esir konumundaki kadının aşktan bahsettikten sonra Eileen‘e “sen anlamazsın” demesi, karakterimiz için bardağı taşırmaya yetiyor çünkü benzer cümleleri öncesinde babasından duymuş fakat tepki gösterememişti. Şimdi farklı şartlarda ama benzer cümleler duymak, Eileen için eskiyi bırakıp yeni bir Eileen yaratmak için fırsat anıdır.
Eileen filmi, gerilim türünü de kullanmak istemiş ama bunun için potansiyelinin tamamına ulaşamamış. Bir şeyler eksik kalmışta, eksik kalan filmin asıl tamamlayıcı unsuruymuş gibi bir tat bırakıyor geride. 1960’larda geçen, mutsuz ailelerin, istismarın, intikamın, içindeki karanlığın keşfedilme yolculuğu ve içinde bulunduğu yerden kaçmanın hayalini, başka hayatın hayalini kurmakla ilgili bir film. Bir aşk hikayesi olmasa dahi iki kadın arasında filizlenmeye müsait bir aşkı izletmenin kıyısında da gezdiriyor seyircisini. Filmin en büyük eksiği, bu konuların varlığını ve bir araya gelişlerini izleyicinin belleğinden yer edecek şekilde aktaramaması. Eileen özellikle başrol kadın oyuncularının verdiği seyir zevkiyle izlerken sıkmayacak ama bitiminde akılda çarpıcı sahnelerin kalmadığı bir film olmuş.