Günümüz dünya edebiyatının ses getiren genç yazarlarından Édouard Louis, Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümleri adlı kitabında sınıf ayrımlarına, kendi travmalarına ve annesinin hayatının zıtlıklarla dolu dengesine odaklanıyor. Eserini kaleme alışıyla oldukça filtresiz bir anlatım sunan yazar, okurlarını, birbirinden çarpıcı cümlelerle baş başa bırakıyor.

- “… bu fotoğraftaki her şey özgürlüğü, önünde uzanan ihtimallerin sonsuzluğunu ve belki de, aynı zamanda, mutluluğu çağrıştırıyor.” (s.9)
- “Onu bütünüyle özgür, tüm bedeniyle geleceğe doğru yol alırken görmek, aklıma babamla paylaştığı yılları, maruz kaldığı aşağılamaları, yoksulluğu, yirmi beşle kırk beş yaşları arasında, başka kadınlar hayatı, özgürlüğü, yolculuğu, kendini tanımayı tecrübe ederken, eril şiddet ve sefalet tarafından yaşamından koparılmış, neredeyse yok edilmiş yirmi yılı getirdi. Bu fotoğrafı görmek bu yok edilmiş yirmi yılın doğal bir şey olmadığını, ondan bağımsız dış güçlerin -toplum, erillik, babam- eylemlerinin bir neticesi olduğunu hatırlamamı sağladı, demek ki her şey başka türlü olabilirdi.” (s.10)
- “Mutluluğu görmek beni mutluluğun yıkımına yol açan adaletsizliği de görmeye mecbur bıraktı.” (s.10)
- “Kardeşimin bana, benim yaşamıma, benim acılarıma ait bir şeyi sana göstermesine kızmıştım.
Kim olduğumu bilmeni istemiyordum.
Hayatımın ilk yıllarını beni tanıyacağın korkusuyla geçirdim.” (s.11) - “Hani meşhur bir sahne vardır, çocuk bütün bir sene annesiyle babasının izleyeceğini düşünerek bir gösteriye hazırlanmıştır, gösteri günü sahnede heyecanla onların yolunu gözler, kapıdan girip onu hayranlıkla izleyecekleri ânı bekler. İşte ben televizyondaki filmlerde, dizilerde sürekli tekrarlanan bu sahnede kendimi hiç bulmadığımın sonradan farkına vardım. Ne onları beklemiş ne de gelmedikleri için hayal kırıklığına uğramıştım. Sanki tüm çocukluğum, aslında, tersten yaşanmıştı.” (s.12)
- “Daha dokuz ya da on yaşında hüznün ve umutsuzluğun tadına aşina olduğumu, içimdeki bu duygular yüzünden erken yaşlandığımı, her sabah kafamda sorularla uyandığımı bilmeni istemiyordum: Neden olduğum kişiydim?” (s.12)
- “… zira zaferimin işaretiydi bu söylediğin, demek ki bütün bu zaman boyunca seni hayatımdan habersiz bırakmayı ve senin -öyle ya- annem olmanı engellemeyi başarmıştım.” (s.13)
- “Bana edebiyatın gerçeği izah etmeye çalışmaması, sadece onu resmetmesi gerektiği söylendi, ben de onun yaşamını izah etmek ve anlamak için yazıyorum. Bana edebiyatın asla kendini tekrar etmemesi gerektiği söylendi ama ben hep aynı hikâyeyi yazmak istiyorum, baştan bir daha, bir daha, bir daha yazmak istiyorum, onun gerçekliğine ait parçalar görünebilir olana kadar aynı hikâyeye dönmek, ardında gizlenenler sızmaya başlayıncaya kadar onu delmek istiyorum. Bana edebiyatın duyguları vitrine çıkarmaması gerektiği söylendi, ben de bedenin ifade edemediği duygular fışkırsın diye yazıyorum. Bana edebiyatın asla bir siyasi manifestoya benzememesi gerektiği söylendi, bense şimdiden cümlelerimin her birini bir bıçağın ucunu sivriltir gibi sivriltiyorum. Çünkü artık biliyorum ki edebiyat adını verdikleri şeyi, onunki gibi yaşamlara ve bedenlere karşı inşa ettiler. Çünkü artık biliyorum ki ona dair ve onun yaşamına dair yazmak, edebiyata karşı yazmaktır.” (s.15)
- “Ondan daha güçlüydüm, bu yüzden de başımı öne eğip oturmuyordum. Ama yaşamak da değildi bu. Yorgun düşmüştüm. Sürekli hazırlıklı olmaktan, her an kendimi savunmaya hazır olmaktan, bu şartlarda yaşamaya mecbur olmaktan yorulmuştum.” (s.19)
- “Bir özgürleşme hikâyesi yazmak için yola çıkmışken neden üzücü bir hikâye anlatıyormuş gibi hissediyorum?” (s.19)
- “Onu evde mutsuz görmeye o kadar alışmıştım ki yüzündeki mutluluk bana derhal ifşa edilmesi gereken bir sahtekârlık, bir ayıp, bir yalan gibi görünüyordu.” (s.21)
- “Sıkıntıyı, babamın yaşamı tarafından dayatılan saatler ve günler tekrarını bertaraf etmek için konuştuğunu anlamıyordum, ki kendi yaşamını anlatıya dönüştürmek, tıpkı yıllar sonra benim için de geçerli olacağı üzere, varlığının ağırlığına dayanabilmekte bulduğu en iyi yöntemdi.” (s.31)
- “Başka bir yaşama layık olduğundan ve bu yaşamın soyut olarak başka bir yerde, sanal bir dünyada var olduğundan emindi, hemen şuracıkta bir yerdeydi ve yaşamının gerçek dünyada bu yaşama denk gelmesi kazara gerçekleşmişti, o kadar.” (s.33)
- “Fakat o anlarda bile görüyordu, keder yüzünü asla terk etmiyordu.” (s.39)
- “Mutsuzluk senden kayboluyordu.” (s.43)
- “Gerçekleşen toplumsal mucizenin farkında mıydın acaba? Ansızın beliren bu kendinin dışında çıkma ihtimalinden?” (s.43)
- “Senin hikâyeni anlatmaya bir kadının hikâyesini anlatma niyetiyle başlamıştım ama şimdi farkına varıyorum ki senin hikâyen, kendi yaşamının ve babamla birlikteki yaşamının seni mecbur bıraktığı varolmayışa karşı, bir kadın olma hakkını elde edebilmek için mücadele veren bir varlığın hikâyesiymiş.” (s.43)
- “Çocukken birlikte utanırdık – evimizden, yoksulluğumuzdan. Artık senden utanıyordum, sana karşı. Utançlarımız ayrılmıştı.” (s.51)
- “Aramızdaki toplumsal mesafe tüm ilişkimizi o kadar zehirlemişti ki senin gözünde sadece sınıf şiddeti üreten bir araçtım ve bu durum beni neredeyse öldürüyordu. Ve öte yandan mesafe açılmaya devam ediyordu, hem de dolu dizgin.” (s.54-55)
- “… yaşamının önceden belirlendiğine, sonsuza kadar sabitlendiğine kanaat getiriyordum. (…) Kırklı yaşlarına yeni girmişti ama başına bu saatten sonra iyi kötü hiçbir şey gelemez gibiydi. İşte her şey, kafamda tam da bu kanaate vardığım sırada değişti.” (s.55)
- “Tuhaf sahiden, ikimiz de tarihin kaybedenleri olarak başlamıştık bu hayata, o bir kadın, bense asi, canavar bir çocuk. Ama bir matematik denklemindeki gibi, kusursuz bir simetrik dönüş yaşanmış, paylaştığımız dünyanın kaybedenleri kazananlar, kazananlar da kaybedenleri olmuştu.” (s.59)
- “Çünkü ilişkimiz değiştiği için şimdi geçmişimize sempatiyle bakabiliyorum, daha doğrusu, geçmişin kaosunda gizlenen sevgi kırıntılarını görebiliyorum.” (s.61)
- “Belki de değişimin değil, mutluluğun ne demek olduğuna yanıt aramak gerekiyordur.” (s.77)
Louis, Édouard. Bir Kadının Kavgaları ve Dönüşümleri. Can Yayınları, İstanbul: Nisan 2024.