8 Ağustos 1928 tarihinde dünyaya gelen Edip Cansever “İkinci Yeni ” olarak anılan şiir hareketinin kurucularındandır. Edip Cansever, İkinci Yeni Hareketi’nin de etkisiyle şiire toplumsal bir misyon yüklemeyi reddederek toplum içinde bunalmış bireyi başarı ile anlatmaktadır. Şiirlerinde insanı anlatmak onun yaşamını ve düşüncelerini açığa çıkarmak istediği için bireye ve bireyin içinde bulunduğu ruhsal duruma yönelmiştir. Şiirlerine genel olarak bakıldığı zaman yalnız, çaresiz, mutsuz, umutsuz, ruhsal yönden çökük, karamsar, sıkıntılı bireyleri ele aldığı görülmektedir. Şair ele aldığı bu sıkıntılı bireyler nedeniyle şiirlerinde çok fazla travmalara ve bilinçaltına yer vermektedir. Bu sadece yazarın anlattığı birey modeli yüzünden değil aynı zamanda yirmi yıl boyunca bir antika dükkânının asma katında yaşam sürmesi ve yabancılaşmayı kendi hayatında yaşamasından kaynaklanmaktadır. Cansever yıllarını geçirdiği bu antika dükkânında hem bir tüccar hem de bir şair olarak Kapalı Çarşı ile diyalektik bir bağ kurmuş ve burayı rengini, kokusunu tanımlayamayacağı bir boşluk olarak nitelendirmiştir. Şairin bu boşluk imgesi şiirlerinde hiçlik imgesi ile yer almaktadır.
Edip Cansever’in Gözünden Kapalı Çarşı

Fethi Naci, Edip Cansever ile ilgili bir anısını anlatırken onun yirmi yılını geçirdiği antika dükkânını “şairin kulesi” olarak tanımlamıştır. Ancak bu kule fildişinden değil her tarafı halılar ile kaplı olan bir kuledir. Şairin antika dükkânı ve masası tıpkı Kapalı Çarşı gibi geçmişin izlerini barındıran, kalabalık ve biraz dağınık bir çalışma ortamıdır. Gonca Özmen, Necmi Sönmez ile gerçekleştirdiği bir röportajda Edip Cansever ve şiiri ile ilgili şunları dile getirmiştir:
“Edip Cansever için de bunu söylemek mümkün. Her şeyin orada olup bittiği bireysel bir evren var. O iç evren aslında birçok şiirinde kapalı yer kompleksiyle birleşiyor Edip Cansever’de. Bilinçaltında, yeraltında, tarihin eski zamanlarında, aslında zaman altında… Belki bu anlamda o kapalı yerde mayaladığı duyguları, düşünceleri imgelerle, renklerle, yeni biçimlerle dışarı çıkarıyor.” (Edip Cansever Üzerine Konuşmalar I. Blog. Borusan Contemporary)
Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere Edip Cansever‘in oluşturduğu bireysel evrenin penceresi Kapalı Çarşı‘ya bakmaktadır. Çalkantılı bir dönemde yaşayan şair antika dükkânında hayata karşı bir yabancılaşma yaşamıştır. Necmi Sönmez’in, Ömer Cansever ve Gonca Özmen ile yaptığı bir röportajda, Edip Cansever‘in şiirden sonra felsefeyi çok sevdiğini ve varoluşçuluktan etkilendiğini öğrenmekteyiz. Şairin yaşadığı yabancılaşma ve hayattan soyutlanma hissinin felsefe ile birleşmesi varlığı ve yokluğu sorgulamasına neden olmuştur. Bu sorgulamalar ve varoluşçuluktan etkilenme şiirlerine boşluk, hiçlik, yokluk imgeleri olarak yansımıştır.
Şairin bu sorgulamaları şiirlerini kaleme aldığı Kapalı Çarşı’yı da boşluk olarak nitelendirmesine neden olmuştur. Çünkü şair bu mekanın kokusunu, rengini tanımlayamamaktadır. Ayrıca Kapalı Çarşı‘nın kalabalık bir mekan olmasına rağmen içerisinde iletişimin az olması, insani bağların kopuk olması ve mekanı oluşturan eşyaların, dükkânların -buna şairin antika dükkânı da dahil edilebilir- eski zamanlara ait olup maddi olarak var olmasına rağmen varoluşsal bir anlam içermemesi şair tarafından boşluk olarak tanımlanmasının diğer bir nedenidir.
Şekerli Gerçek: Ruhsal Boşluk

Ev karanlık kap kaçak iğne üstünde
Karisi çocukları var mi yok mu belli değil
Masa iskemle ocak
Arama öyle şeyleri
Bir sofra bir yaygı
Bir sedir olsun yok mu
Yok o da yok iste
İğreti bir yaşayış içinde adam
Duvarları yalnızlık yemiş bitirmiş
Gökyüzü üstünde yıldızlar daha üstünde
Kim örtsün damı duvarları kim koysun yerine
Adam bir hiçliğin üstüne uzanmış
Kimseler görmez
Kil bir torba içinde sabunlar kımıldaşır
Sabaha kadar
Adam bıktığını anlayınca hiçlikten
Gelsin pencere gelsin duvar
Gelsin karısı çocukları
Islak taşlar sabah işleri
Adam dükkana döner gene
O gerçek dediğimiz şey ışıl ışıl
Yapışık sesler çıkarır şekerlerin üstünde.
Şiirin merkezinde yer alan adam figürü hem fiziksel hem de varoluşsal bir boşluğun içinde yer almaktadır. Adamın evinde masa, iskemle, ocak, sedir vb. eşyaların olmaması gerçek bir yokluğu anlatırken “Duvarları yalnızlık yemiş bitirmiş,” dizesi maddi yokluğu değil manevi yokluğu anlatmaktadır. Adamın somut bir zemin üzerine değil bir hiçlik üzerine uzanması ise farklı bir şekilde yokluk imgesine vurgudur. Şairin Kapalı Çarşı gibi kalabalık ve hareket üzerine kurulu mekânı bir boşluk olarak nitelendirmesi ruhsal boşluk bağlamında düşünülebilir. Adam hiçlikten sıkılınca duvarın, pencerenin, varlığı yokluğu belli olmayan eşinin ve çocuklarının gelmesi adamın varoluşsal bir boşlukta olduğunu göstermektedir. Adam varlık ile yokluk arasında sıkışmış bir özne konumundadır. Tıpkı kalabalıklar içinde bir antika dükkânında yıllarını geçiren ama kendini boşlukta hisseden Edip Cansever gibi.
Aaaa: Soyut Süleyman

Bir Süleyman gördüm hiçbir yanı kımıldamıyor
Oturmuş bir iskemleye
Pek de oturmuşluğu yok iskemle ayaksız
O nasıl şey, bu adam soyut mu ne
Baksan bir ilgisi var elleriyle
Uzamış uzamış uzamış doğrusu elleri
Sevmeye domuzlanıyor gittikçe
Konuştum konuşmuyor
Dürttüm dürtülmüyor
Kızdım, bir bıçak salladım karnına
Aaaa!
Yok yahu bana mısın demiyor
Şaşırdım, yokladım kendimi iyice
Bir çağ mı değiştik sabah sabah ne
Artık ölüm insanlardan olmuyor.
Şekerli Gerçek şiirinde yokluk ve hiçlik imgeleri belirsiz bir “adam” üzerinden anlatılırken bu şiirde “Süleyman” karakteri ile belirginlik kazanmıştır. Ancak Süleyman bir kişi olmaktan çok bir hiçlik imgesi konumundadır. Çünkü Süleyman’ın oturduğu ayaksız iskemle zeminden yoksundur bir dayanak noktası bulunmamaktadır. Bu varoluşun temelsizliğini ve boşluğunu anlatmaktadır. Şekerli Gerçek şiirinde de iskemle olmaması bu duruma dayandırılabilmektedir. Adamı soyut olarak nitelendiren şair aslında hiçlik duygusuna kapılmış bireyi anlatmaktadır. Bıçaklanmasına rağmen hala hayata olması ölümün bir son olmadığını ve boşluğun sürekliliği haline geldiğini göstermektedir.
Umutsuzlar Parkı: Kalabalıklar İçinde Bir Sığınak

Biliyorsunuz parkların
Sizi çağıran tarafları
İnsanın gizli, karanlık köşeleriyle oranlı
Orada saklanıyor onlar
Çünkü her türlü saklanıyorlar orada
…
Şiirin ilk kısmından da anlaşıldığı gibi park imgesi ruhsal boşlukta olan insanların varoluşlarını aradığı bir sığınak mekânıdır. Umutsuzlar Parkı insanları büyük bir boşluk içerisinde hissetmektedir. Bu park yalnızca depresif ruh halinde olup varoluş sancıları çeken insanların yeridir. Yazar sadece şiirde oluşturduğu karakterlere değil aynı zamanda bu şiiri okuyan okuyuculara da bir park (sığınak) oluşturmuştur. Bu park imgesi ile oluşturulan sığınak, yazarın hayatında, Fethi Naci Bey‘in de dile getirdiği gibi, antika dükkânı olarak karşımıza çıkmaktadır.
…
Dedim ya, annem de var, ama çay pişirmez size
Durur da durur işte yıllanmış heykeller gibi
Bilmem ki, bilmiyorum da, belki de benim annem yok
Belki de öyle beyaz ki, alışmış görünmezliğe.
Nereye gidiyorsunuz ama nereye
Sanki biz olmayan insanlarız biraz da kuşkuluyuz
Ya da çok kuşkuluyuz – böyle.
Şiirin bu kısmı varoluşsal boşluğun yoğun olarak hissedildiği bir kısımdır. Şekerli Gerçek şiirindeki gibi ailesinden bireyin varlığını ve yokluğunu sorgulamaktadır. Burada ilk önce anne figürünün varlığını onaylarken daha sonra onun hareketsizliğini vurgulayarak yokluğunu kabul etmeye başlamıştır. Anne figürünü bir heykele benzeterek modern insanın ruhsuz, donmuş, depresif ruh halini anlatmaktadır. Anne insanın en temel bağ kurduğu birey olduğu için burada annenin yokluğu ile insanın temelsizliği üzerine vurgu yapmaktadır. Şair ilerleyen dizelerde biz ifadesini kullanarak bireysel yokluğu toplumsal bir yokluğa taşır. “Sanki biz olmayan insanlarız biraz da kuşkuluyuz,” ifadeleriyle varoluşsal olarak bir sorgulama gerçekleştirmektedir.
Edip Cansever‘in yazıda ele alınan şiirleri dışında da genel olarak depresif ruh hali içerinde bulunan karakterleri ele almaktadır. Bu karakterler varoluşsal sancılar çekerken varlığı ve yokluğu sorgulamakta, kendilerine kaçış mekân oluşturarak buradan hayatı izlemektedir. Bu durum Edip Cansever’in şiir kitaplarını yazdığı kalabalığın mekânı olan Kapalı Çarşı’yı bir boşluk olarak nitelendirmesinin bir yansımasıdır. Şair sığındığı antika dükkanın asma katında hayatı izlerken varlığı ve yokluğu sorguladığı ve bununda bir travma izi olarak şiirlerine yansıdığı görülmektedir.
Kaynakça:
- Karabulut, Mustafa. “Edip Cansever’in Şiirlerinde Depresif Karakterler”. Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 8.22 (2016): 35-68
- Yaman, Semra. “Edip Cansever’in Yazılarında Diyalektik Kavrayış: Modernist Şiirin Dramatik ve Düşünce Boyutları”. Korkut Ada Türkiyat Araştırmaları Dergisi 15 (2024): 414-427
- “Edip Cansever Üzerine Konuşmalar – I.” Borusan Contemporary.com. Web. Erişim tarihi: 21.10.2025.
- “Edip Cansever Üzerine Konuşmalar – II” Borusan Contemporary. Web. Erişim tarihi: 21.10.2025.
- “Fethi Naci; Edip Cansever’in Antikacı Dükkânında.” Tabutmag. Web. Erişim Tarihi: 21.10.2025
- Öne Çıkan Görsel