İnsanlık, tarihsiz ve kültürsüz devamlılığını koruyamaz. Gelecek nesillerin oluşabilmesi için ilk önce geçmişe bir dönüp bakılması şarttır. Geçmişi aydınlatacak bilim de Arkeolojidir. Tarihe ışık vurmuş Dünya’nın en önemli 10 arkeolojik buluntularını birlikte inceleyelim.
Terakota Askerleri
Diğer ismiyle toprak askerler, imparator Qin Shi Huang tarafından yapılmış olan bir kil ordudur. MÖ 246’da yapımına başlanılmış olup; hükümdarın ölümüyle MÖ 210’da yapımı eksik bir şekilde sonlanmış olan Qin Shi Huang‘ın mezarlığını koruyan bu yapı,1974’te Çin’in Shaanxi eyaletinde bir çiftçi sayesinde ortaya çıkarılmıştır. Qin Shi Huang savaşan yedi krallığı birleştirerek Çin’in ilk imparatoru olmuştur. Hükümdarlığı süresinde takıntılı olduğu bir konu vardı. O da ölümsüz olmaktı. Çin’de yaptığı yenilikler ile mirasını ve ismini gelecek nesillere aktarmaya çalışmıştır. Bugün dünyaca bilinen Çin seddi miraslarından bir tanesidir. Ölümsüzlüğü bulmak için dünya çapında simyager ve alime başvuran Qin Shi Huang, ölümsüzlüğü bu dünyada aramayı bırakmış, ölümden sonraki dünyaya hazırlıklı gitmek amacıyla kilden yapılmış olan bir ordu inşa etmiştir. Ordu sadece insan askerlerden oluşmamakta. At arabaları ve savaş anında yardım edecek alet ve edevatlar da bulunmaktadır.
Qin Shi Huang‘ın ölümsüzlük takıntısının dışında, Çin’de Qin Hanedanlığından önce eski bir geleneğe göre hükümdar öldüğünde özel eşyaları, hizmetkarları, askerleri ve eşleriyle birlikte gömülürdü. Fakat Qin Shi Huang askerlerini, hizmetkarlarını ve eşlerini öldürmeyi istemediğinden dolayı geleneğe de uymak için kilden heykellerini yaptırıp mezarlığa koymuştur. Bir çok çukur gün yüzüne çıkmış olsa da, hala Qin Shi Huang‘ın kendi mezarına erişilememiştir.
Nazca Çizgileri
Peru‘nun kuzeyinde Nazca Çölü‘nde bulunan nazca çizgileri; 1920’de Peru çölü üzerinden uçak seferleri başlatıldığında keşfedilmiş, 1941’e kadar bu sıra dışı çizgiler üzerinde araştırma yapılmamıştır. En eski çizgiler 2000-2500 yıl öncesine dayanmaktadır. Günümüze kadar nasıl dayandığı sorusu akla gelen ilk soru. Dayanıklılığının en önemli nedeni ise çöl iklimidir. Çizgilerin bulunduğu çöl, dünyanın en kurak çöllerinden birisi olduğu için yılda neredeyse hiç yağmur görmemektedir. Zeminin düz ve taşlı olması sayesinde de erozyon oluşmaz. Ayrıca çizgiler, toprağın alt katmanlarına işlendiği için olası rüzgarlarla silinmez. Bundan dolayı yüzyıllar boyunca hiç bir hasar almadan günümüze kadar gelmiştir.
Nazca halkı tarafından yapılmış olduğu düşünülen Nazca Çizgileri günümüzde neden yapıldığına dair tahminler dışında fazla bir bilgi yoktur. İlk tahmin dini ritüel amaçlı çizildiğidir. Çölün bir çok yerinde tespit edilebilen hayvan ve bitki figürleri doğurganlık, bolluk ve bereketi simgelemektedir. Bu nedenle; tanrılarından yağmur ve bereket istedikleri için bir çok figür çizdikleri tahmin edilmektedir. Bir diğer tahmin ise astronomi ile alakalıdır. Teoriye göre çizgiler ile bir tür takvim geliştirmişlerdir.
Ayrıca gök cisimlerin yerini belirlemek için çizgilerden faydalandıkları düşünülmektedir. Son tahmin ise aslında nazca çizgilerin uzaylılar tarafından çizildiğidir. Bu teori aslında astronot olarak adlandırılmış uzaylıya benzeyen çizime dayanmaktadır. Teoriye göre nazca bölgesi binlerce yıl önce uzaylıların dünyaya ziyaretlerindeki iniş bölgesiymiş. İniş alanını görünür kılmak için çizildiği öne sürülmektedir. Nazca Çizgileri için bir çok tahmin yürütülse de günümüzde hala gizemini korumaktadır.
Ukok Prensesi
Rusya’da 20.yy en büyük keşiflerinden sayılan Ukok Prensesi, Sibirya’nın Ukok yaylasında mezarı ve ceseti 2500 yıl sonra 1993’te bulunmuştur. Soğuk sayesinde iskelet ve mezarında bulunan eşyalar çok iyi bir şekilde korunmuş olmakla birlikte, kısmi mumyalama sayesinde zamandan etkilenmemiş olan vücudunun bölgelerinde dövmelere rastlanılmıştır. Fakat prensesin iskeletinin boynu ve yüzündeki deri bozulduğu için nasıl göründüğüne dair kesin bir bilgi yoktur.
Yirmi beş yaşlarında öldüğü tahmin edilen prenses ile birlikte altı at da mezarlıktan çıkmıştır. Prensesin mezarlığından çıkan kozmetik çantası sayesinde zamanın modası ve güzellik anlayışı hakkında bilgi edinilmiş; ayrıca üzerinde bulunan Çin ipeğinden yapılmış gömlekten yola çıkarak da asil olduğu tespit edilmiştir. Keşfin en dikkat çeken kısmı modern dövmelere benzetilen prensesin bozulmamış olan sol kolunda bulunan dövmeleri olmuştur. Sol omzunda akbaba gagasına ve oğlak boynuzlarına sahip geyiğin bir mitolojik figür olduğu düşünülmektedir. Alt kolunda ise uzun kuyruklu benekli bir panterin ağzı ve bir geyik başı tespit edilmiştir.
Paskalya Adası Moai
Şili’ye bağlı dünya izolasyon endeksi sıralamasında birinci sırada olan ada, Hollandalı Amiral Jacob Roggeveen tarafından 1722 yılında paskalya kutlamaları sırasında keşfedilmiştir. Felemenkçe Paskalya Adası anlamına gelen Paasch-Eyland olarak isimlendirmiştir. Ada sakinleri tarafından Rapa Nui olarak da bilinmektedir. Kıyı boyunca sıralanmış olan bu taş heykeller Moai diye adlandırılıyor. Ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı bilinmeyen bu heykellerin, MS 1000 ile 1600 yılları arasında inşa edildiği tahmin edilmektedir. Adanın doğusundaki taş heykeller Rano Raraku yanardağının tüf ve taşlarından yontulmuş bir platformun üzerinde bakışları yerleşim bölgelerini görecek bir şeklide yerleştirilmiş. Bu platformlara en ağırı 82 ton olan taşların nasıl taşındığı süregelen bir gizemdir.
Rosetta Taşı
M.Ö 196’da Mısır Kralı 5.Ptolemaios hakkında yazılmış rahip fermanı içeren tamamlanmamış granodiyorit bir taş yapıttır. Napolyon’un 1798’de Mısır’a seferi sırasında Pierre François Xavier Bouchard tarafından Nil Deltasında Reşid kentinde bulunmuştur. Taşta, Mısır halkının dili olan Demotik, Mısırlı asiller ile aydın kesimlerin kullandığı Hiyeroglif ve Antik Yunanca olmak üzere üç dile rastlanmaktadır.
Yüzyıllar boyunca deşifre edilememiş olan Hiyeroglif, Rosetta Taşı sayesinde çözülmüştür. Rosetta Taşı çözülmeden önce hiyeroglif yazısının Mısır’ın tufandan önceki yaşamlarına ait olan şekiller olduğu tahmin edilmekteydi. M.Ö 196’da yazıldığı düşünülen taşın deşifre edilmesinde 1814’te İngiliz Thomas Young‘ın Demotik alfabesini çözmesi büyük katkı sağlamıştır. 1822’de Demotik alfabesinin çözülmesiyle ve Yunanca metinlerin bulunması sayesinde Jean-Francois Champollion tarafından deşifre edilmiştir. Taşın deşifresi ile birlikte hiyeroglif de çözülmüş ve yüzyıllardır karanlıkta kalmış Antik Mısır kültürü ve bilimi açıklığa kavuşmuştur.
Altamira Mağarası
İspanya, Cantabria bölgesinde bulunan Santiallana del Mar yakınında bulunan Altamira mağarası, Paleotik dönemdeki yaşam hakkında bilgi vermektedir. Mağara ilk 1868’de Modest Cubillas adında yerel bir avcı tarafından keşfedilmiştir. Fakat mağaranın sahibi Sanza Sautola tarafından 1878 yılına kadar anlamsız semboller olarak görülmüştür.
Mağara hakkındaki fikirleri Paris’te düzenlenen Evrensel Sergisi’ne yaptığı gezide karşılaştığı kemiklerin Altamira mağarasındakilerle aynı olduğunu gören Sanza Sautola‘nın fikirleri değişmiş ve Madrid Üniversitesi’nden arkeolog Juan Vilanova y Piera ortaklık kurarak mağarada çalışmaları başlatmıştır. Bu çalışmalarda mağara resimlerini bulan Sanza Sautola’nın sekiz yaşındaki kızı olmuştur. Kazıların bulguları 1880’de yayınlandığında akademisyenler tarafından kabul görmemiş, ancak 20.yy’ın başında bölgede gün yüzüne çıkartılmış olan resimler gerçek sanat eserleri olarak kabul edilmiştir.
MÖ.16-9 bin yılları arasında yapıldığı tahmin edilen resimlerde boyaların yoğunluğundan faydalanılarak yapılan gölgelendirme teknikleri, yapıldığı dönemde aslında insanın ilkel bir durumda olmasına rağmen sanatın hayatındaki yerini güzel bir şekilde sergilemektedir.
Knossos
Knossos, Girit Adası‘nda MÖ. 3500’lerde kurulmuş olan Minos Uygarlığı‘nın başkenti olan bir antik şehirdir. Girit sarayları kazı çalışmalarında çıkarılmış en önemli yapılardı. Nedeni ise adanın deniz aşırı ticareti sayesinde genel olarak zenginlik görülmekteydi. Bu bolluğu saraylarına yansıtmayı ihmal etmemişlerdir. Fakat en önemli saray Knossos Sarayı’dır. Sarayın altında neolitik döneme kadar uzanan yerleşim tabakaları bulunmaktadır. Ayrıca Theseus ve Minator canavarı efsanesine konu olan saray Knossos Sarayı’dır. Efsanede de tasvir edildiği gibi çok sayıda avlu ve odası yüzünden adeta bir labirenti andırmaktaymış.
Willendorf Venüsü
1908 yılında Avusturya’da işçiler tarafından tesadüfen bulunan Willendorf Venüsü Paleolitik döneminden kalma kadın heykelciğidir. İsmini bulunduğu bölgeden almıştır. 11.1 cm boyutundaki heykel 28-25 bin yıl önce yontulduğu tahmin edilmektedir. Oolitli kireçtaşından oyulmuştur. Fakat Avusturya’da oolitli kireçtaşı bulunmadığından başka bir bölgeden gelmiş olma ihtimali düşünülmektedir. Küçük boyutu ve bulunduğu yerden olmama ihtimaliyle muska gibi taşındığı düşünülüyor.
Yüzü olması gereken yerde saçı olduğu düşünülen dairesel hatlar vardır. Heykelcik de başka dikkati çeken şey ise kadınlık organlarının abartılı tasviridir. Abartılı ve yüzsüz bir şekilde tasvir edilmesinin nedeni Ana Tanrıça’nın bizzat heykelleştirilmiş hali olduğu düşünülmektedir. Avcı ve toplayıcı dönemlerde yaşam koşullarının şekillendirdiği mistik inanış sayesinde insanlık, kadın bedeni ile yaşamı ve doğayı yaratan Ana Tanrıça arasında benzerlik kurmuştur.
Pompei
Antik Roma’nın güneyinde bulunan popüler bir tatil kenti olan Pompei, MS 79’da Vezüv Yanardağ‘ın patlamasıyla volkanik kül ve lavların üzerine yığılmasıyla Herculaneum ve Stabia şehirleriyle aynı kaderi paylaşmıştır. Patlamadan önce Roma‘nın şehvet merkeziydi. Şehrin her sokağını en az bir geneleve rastlanmaktaydı. Ayrıca ahlaki açıdan uygun görülmeyecek davranışların rahatça sergilendiği bir kent idi. Bazıları tarafından bu patlamanın kentin ahlaki bozulmasına karşın ceza olarak gerçekleşmiş olduğu öne sürülmekte. Pompei şehrinin özelliği; Roma’nın popüler bir kenti olması değil, patlamadan sonra insanların üzerine yağan volkanik kül ve lavlar ile bütün şehrin donmasıdır ve tabii ki günümüze kadar bozulmadan gelmesi.
Donmuş Pompei şehri sayesinde Antik Roma hakkında bir çok bilgi gün yüzüne çıkmıştır. Antik eserler arayan bir grup kaşifin Campania‘ya gelip kazmaya başladığı 1748 yılına kadar çoğunlukla dokunulmamıştır. Pompei kazılarının 18.yüzyılın neo-klasik canlanmasında büyük etkisi vardır. Çalışmaların bitmediği Pompei şehrinin tamamı Unesco Dünya Miras Listesi‘ndedir.
Troya
Troya Savaşı‘nın yapıldığı yer ve mitolojilerin şehri olarak da bilinen Troya Antik Kenti Unesco Dünya Miras Listesi’nde olan dünyanın en ünlü arkeolojik alanlarından biridir. Homeros tarafından yazıldığı sanılan iki manzum destandan biri olan İlyada‘nın konusunun geçtiği yer olmasıyla 1870’lere kadar tıpkı Atlantis gibi hayali bir yer olduğu sanılmaktaydı. Başlangıçta Çanakkale Boğazın‘nın güneyinde bir liman kenti olarak kurulmuş fakat zamanla Karamenderes nehrinin kent kıyılarına taşıdığı alüvyonlarla denizden uzaklaşmıştır. Troya, coğrafi konumu nedeniyle burada bulunan uygarlıkların ticari ve kültürel bağlantılarını sağlamaktadır. Yapılan kazı çalışmalarıyla Troya kentinin dokuz kez yıkılıp yeniden inşa edildiği ortaya çıkmıştır. Tarihi ve edebi açısından öneminin yanında yunan mitolojisi için de önemli bir yere sahiptir. Barış ve strateji tanrıçası olan Athena‘nın tapınağı Truvada’dır.
Kaynakça
- Dalkıranoğlu, Belkıs. 27 Şubat 2023 tarihinde erişildi. “Tüm Zamanların En Nadir Ve Önemli 18 Arkeolojik Keşfi”
- Martı, Caner Cem “Pompei Hakkında Bilmeniz Gerekenler”27 Şubat 2023 tarihinde erişildi.
- “Altamira Mağarasındaki duvar resimleri hakkında 5 bilgi”27 Şubat 2023 tarihinde erişildi.
- Bursalı, Ayşe “Sibirya’da Bulunan 2500 Yıllık Buz Prensesi “26 Şubat 2023 tarihinde erişildi.
- Çağlar, Sibel “Adını Çok Duyduğumuz Nazca Çizgileri Aslında Neydi? “26 Şubat 2023 tarihinde erişildi.
- Rosetta Taşı – Dünya Tarihi Ansiklopedisi (worldhistory.org)27 Şubat 2023 tarihinde erişildi.
- Terracotta (Toprak Askerler).26 Şubat 2023 tarihinde erişildi.
- Willendorf Venüsü haberi 27 Şubat 2023 tarihinde erişildi.
- Ted-ed The incredible history of China’s terracotta warriors – Megan Campisi and Pen-Pen Chen .26 Şubat tarihinde erişildi.