Dune Part II Film İncelemesi: Sinemanın Beyaz Kurtarıcısı

Editör:
Aleyna Kavak

Kült bir romanı beyaz perdeye aktarmak zor olduğu kadar riskli de bir iştir. Denis Villeneuve, yeni bilim kurgu üçlemesinin ilk filmiyle zoru başarmıştı. Haliyle iki parta bölünmüş hikâyenin kalanı için beklenti oldukça yüksekti. Dune Part II, bu beklentiyi karşıladı! Yönetmen, yalnızca çok iyi bir bilim kurgu filmi yapmakla kalmadı; Star Wars 80’ler için, Lord of the Rings 2000’lerin başı için her neydiyse bu jenerasyonun destansı üçlemesi olarak anılacak bir başyapıta imza attı. Herbert’ın romanlarının bir beyaz kurtarıcı hikayesi olup olmadığı tartışmalı olsa da Denis Villeneuve sinemanın beyaz kurtarıcısı olmayı başardı.

Dünya İnşası

Bir kitap uyarlamasında yönetmeni zorda bırakacak unsurlardan biri, hem kitabı okumuş seyirciye hem de sadece iyi bir cuma akşamı geçirmek isteyen seyirciye hitap etmeyi başarabilmesidir. Villeneuve, bunu ucuz numaralara gerek duymadan başarıyor. Yeni pek çok karakteri bir anda izleyicinin radarına sokuyor. Hemen her karakter ise, tıpkı Game of Thrones’ta olduğu gibi, belirli hanelere ve geçmişlere mensup. Bu da her karakteri ve kültürünü ayrı ayrı tanıtmayı gerektiriyor. Fakat kitaplarda yüzlerce sayfaya yayılabilecek bu konu, sinemada süre handikabına takılıyor. Yönetmen ise bu noktada dünya inşasını büyük bir pratiklikle göstermeyi başarıyor. Fremenlerin kültürünü Paul ile birlikte öğreniyoruz. Paul, kendini kanıtlamaya ve adapte olmaya çalışırken onunla birlikte heyecanlanıyoruz ve Fremenlerle birlikte onunla gurur duyuyoruz. Lady Jessica için ziyan olmasın diye cesetten su çekilmesi onun kusmasına sebep olacak bir olayken, bir Fremen için bu herhangi bir günde herhangi bir durum oluyor. Tamamen iyi bir dünya inşasının sonucu olarak, filmin ilerleyen kısmında ölünün bedenindeki suya bile sahip çıkan bir halkın, din yüzünden yozlaştığını ve ölünün bedenini yaktığını görüyoruz. Fremenlerin arasındaki inanç dinamiğinin farklı olduğunu ve bir bütün halinde yaşayan grubun bile kendi içinde ayrıştığını Paul’a en çok inanan iki kişi üzerinden görebiliyoruz: Chani ve Stilgard. Bu durum filmin detaylara boğulmamasını ve hikayenin en önemli kısmının odak alındığına emin olunmasını sağlıyor, yani karakterlere.

Harkonnenlar ile karşılaştığımızda ise bambaşka bir dünya bizi bekliyor. Bu nokta için Villeneuve, Harkonnen dünyasına dair kitapta daha az bilgi olduğunu fakat doğadan kopuk bir dünya olduğunu söylüyor. Villeneuve’ün vizyonunu gerçekleştirmek için sekansı siyah-beyaz kızılötesiyle çekmek görüntü yönetmeni Greig Fraser‘a düşüyor. Fikir, Giedi Prime‘a tek renkli bir dünyada ayırt edilebilir bir görünüm kazandırmak isteyen Villeneuve’den gelmiş. Arrakis’e benzeyeceği için kumla gladyatör sahnesi yapmak istemediğini belirten yönetmen, cesur bir şekilde siyah-beyaz kullanmayı seçmiş.

“Fikir kitaptan geldi. Kitapta sevdiğim yönlerden biri de kitabın ekosistemin insanlar üzerindeki etkisinin; ekosistemin doğasından, insanların geliştirdiği dinlerden, tekniklerden ve hayatta kalma yollarından bile görülebildiğiydi. Fremenler hakkında bilgi edinmek istediğinizde, çöle bakmanız yeterli, o da size yerli halk hakkında bilgi verecektir. Bu yüzden ışığın, güneş ışığının bize onların ruhları hakkında fikir vermesinin ilginç olabileceğini düşündüm. Peki ya güneş ışığı renkleri ortaya çıkarmak yerine onları öldürüyor ve çok ürkütücü siyah beyaz bir dünya yaratıyorsa, bu durum bize bu insanların gerçekliği nasıl algıladıkları, siyasi sistemleri, o ilkel brütalist kültürün nasıl olduğu hakkında bilgi verebilir hale gelir miydi?”

 

Muad’dib vs Feyd Rautha

Dune Part II, özellikle ilk yarısında, bir coming of age hikayesinin altını çiziyor. Kendisini keşfetmeye çalışan ve hayatta yolunu bulmaya çalışan genç bir kahramanla karşılaşıyoruz. Karakterin zıttı olarak sunulan kötücül bir versiyonu ise bu anlatının altını çiziyor. Özellikle Dune Mesihi ile bildiğimiz bir şey var ki, iyi veya kötü kavramları gerçeklikten çok uzak yerdeler. Dune Mesihi, Dune olaylarından 12 yıl sonrasını konu alıyor. Paul’un hükmü henüz şimdiden zayıflıyor ve ilk kitapta gördüğü öngörülerden korktuğu bazı şeyler çoktan gerçekleşiyor. Çünkü artık Paul, mensup olduğu haneden daha büyüktür: O, Muad’Dib‘dir. Fremenler onun gelişini bir kehanet olarak görüyor. Paul, onlar için kutsal bir yol gösterici oluyor. Bu yüzden müritleri onun adına cihad etmektedirler. Başka gezegenlere giderek kâfir gördüklerini onun adına katlederler. Paul ise bunu kontrol edemez ve cihadı onun adına 60 milyar insanı katleder. Eğer Kwisatz Haderacth, Feyd-Rautha olsaydı muhtemelen öfkeli bir halinde belki birkaç milyonu ve en fazla birkaç gezegeni yok ederdi.

Filmde aynı amaç uğruna Bene Gesserit tarafından seçilen bu iki zıt karakter ise yönetmenin kafasındaki kompleks hikâyeyi sunma konusunda başarılı bir iş çıkaramıyor. İkilinin karşılaşmasında ve karşılaştırılmasında seyirciye tam anlamıyla geçmeyen bir kısım var. Bu coming of age hikayesi, biraz basit bir anlatı izliyor. Filmin ilk yarısında bu konuda bir paralellik görsek de sonrasında bu dinamik unutuluyor. Bene Gesserit’in Feyd-Rautha için yaptığı planların iyi yansıtılamadığını ve yüzeysel işlendiğini görüyoruz. Bu yüzden istenilen zıt ton, bu iki karakter üzerinden tam anlamıyla kurulamıyor. Hatta zıt tondan da öte, her karakterin de bir yerde aynı şeyi temsil ettiği ve sadece bir figürün farklı tonları oldukları es geçiliyor. Austin Butler’ın filmin söylediği kadar sosyopat bir karakter ile karşımıza çıkmadığı gibi Chalamet ise yalnızca son sahnelerinde acımasız bir Paul Atreides imajı çizmeyi başarıyor. Fakat yine de ikilinin dövüş sahnesi için benzer bir eleştiri yapamayız. Nefesinizi tuttuğunuz ve dövüş koreografisiyle büyülendiğiniz bir an olarak akıllarda kalıyor.

İnanç Olgusu

Bu evrende Baharata karşı güçlü bir inanç olsa da bir kurtarıcının gelişine dair olan inanç daha güçlü. Seçilmiş Kişi hikayesi, dini olgularla süslenmese bile kaynağına baktığımızda bir şekilde yine dinlere ve mitlere uzanıyor. Aragorn, Luke Skywalker veya Neo birer dini figür değildir. Fakat her biri Tolkien’in gerçek efsane olarak tanımladığı İsa Mesih’in hikayesine dayanıyor. İnsan eliyle hazırlanmış bir kehanet, onu gerçekleşmekten alıkoyar mı? Bu soru Paul ile bütünleşiyor. Paul’un üstlendiği mesih rolünün gerçek olup olmadığı başlı başına bir soru işareti. Çünkü nihayetinde bu daha çok Bene Gesserit’in kontrol sahibi olmak için yaydığı bir inancın aşılanmasıdır. Ancak bu rol, Paul’ün kendini buna adamasıyla kendini gerçekleştirir. Film bir yandan Lady Jessica’nın diğer yandan da Margot Fenring‘in inanç aşılamalarıyla ve bunun sosyal etkileriyle uzun vakit harcıyor. İnancın ilk olarak zayıf olanları etkilemesine kadar bu yozlaşmanın nasıl bir yerden geldiğini detaylı bir şekilde gösteriyor. Kutsal Savaş başlatacak bir eylem için ise “Bizi Cennet’e götür” naraları atılıyor.

Dune Bir “Beyaz Kurtarıcı Hikayesi” mi?

Dune Mesihi’nde Paul, kendisini neredeyse bir diktatör olarak tanımlıyor. Kitaplara indiğimizde Herbert’ın anlatısının bireylerle ilgili değil topluluklarla ilgili olduğunu görüyoruz. Yazar gücün mutlak olarak yozlaştırdığına değil, yozlaşmaya yatkın olanı cezbettiğine inanıyor. Paul, bir cihad anlayışından kaçınmak istese de bunu başaramıyor. Herbert, hikayesini topluma zarar veren mesih anlatısı üzerine kurguluyor. Bunu yaparken pek tabii gerçek hayattan ve gerçek dinlerden besleniyor. Diğer toplumları kontrol etmek için inanç unsurunu kullanan kişinin Batılı bir adam olduğunu vurgulamaktan kaçınmıyor. Ama bu tam olarak Paul’un beyaz bir kurtarıcı olduğu anlamına gelmiyor.

Atreides Hanesi, niyeti her ne kadar iyi olsa dahi, Paul’u bir piyon olarak kullanıyor ve onu istemediği bir kaderi yaşamaya zorluyor. Paul, belli bir rol için tasarlanıyor. Tüm bunlar olurken kendisinin yalnızca 15 yaşında olduğunun altını çizmek gerek. Ayrıca beyaz bir kurtarıcı anlatısı için olması gereken ana unsurların bir kısmı Dune’da bulunmuyor. Bunlardan ilki ten renginin hikayede hiçbir yere sahip olmaması. En fazla mavi göz ile ayrışan yerel bir kabile görüyoruz. Bir diğer önemli detay ise Paul’un bir sığınmacı rolüyle Fremenlere dahil olduğu gerçeğidir. Yani aslında asimile olan kişi Paul’dür. Paul, kendisi için önceden planlanmış bu hayatı ve cihadın getirilerini ilk günden beri reddeder. Hatta bu hikayedeki en önemli ayrımlardan biri, Fremenlerin aslında savaşı kazanmak için Paul’e ihtiyaç duymayışlarıdır. Paul’ün öngörüleri olmasa bile Fremenler bu savaşı kazanabilirlerdi.

Hızını Alamamak

Dune Part II, o kadar iyi bir film ki ona dair kötü anabileceğimiz çok az şey bırakıyor. Fakat az olması hiç olmadığı anlamına gelmiyor. Öncelikle film, ilk yarıda zamanını dolu dolu kullanıyor. İkinci yarıya geldiğimizde ise aceleci bir anlatıyla karşılaşıyoruz. Başta söylediğimiz adaptasyonun risk barındırmasının sebepleri kendisini bu noktada göstermeye başlıyor. İlk filmden gördüğümüz karakterlerin büyük bir çoğunluğu ve yeni tanıştığımız karakterlerin neredeyse tamamı ana anlatıdan ayrılarak figüratif bir role bürünüyor. Bu kadar fazla karaktere ekran süresi ayırmak elbette zor olacaktır fakat buradaki problem zamanın doğru kullanılamadığı yerler olmasından kaynaklanıyor. Chani ve Paul arasındaki “yoğun” ilişki ise izleyicinin inanması için karakterlerin birbirine söylediği şeylerden ibaret olan bir başka durum. Aralarında bu denli bir bağ kuracak zamanın veya olayın geçtiğini görmüyoruz. Kitaplarda “Chani’ye sahipseniz, diğer kadınlar her zaman diğer kadınlardır” diyen Paul’un bunu söylemek için bir sebebi vardı fakat bunun karşılığını burada göremiyoruz.

Sinema Ekip İşidir

Dune Part II, her anlamıyla sinemanın ölmediğini izleyiciye haykırıyor. Hans Zimmer’ı henüz tanımıyorken Lion King izlediğinizde duyduğunuz şeyden nasıl etkilendiyseniz ve yıllar sonra bile aklınızda kaldıysa, aynı etkiyi Dune ile birlikte de aldığınızı söyleyebiliriz. Greig Fraiser ve Villeneuve, Herbert’in asla beyaz perdeye uyarlanamaz dediği filmi ilmek ilmek işleme noktasında ise büyüleyici bir iş çıkarıyor. Özellikle Villeneuve “Ben diyaloglara değil, sinemada görsel kullanımına inanıyorum” sözlerini boşa söylemediğini tekrar gösteriyor.

Oyunculuk anlamında övgüyü en çok Javier Bardem hak ediyor. Kitaplardaki gibi bir Stilgar olabilmenin dışında, komedi unsuruna kaçabilecek durumların ciddiyetini her daim koruyor. Kendi inancını en saf haliyle yansıtıyor ve filmin tonunun değişmesine engel oluyor. Timothee Chalamet, özellikle filmin ikinci yarısında şimdiye kadarki en iyi performansını sergiliyor. Austin Butler, hala Elvis sesini ya da Skarsgard’ın parodisine yakın bir sesi kullanıyor olsa da kendisine tanınan sürede iyi bir kötü karakter yaratmayı başarıyor. Rebecca Ferguson, tıpkı Doctor Sleep filminde olduğu gibi, unhinged karakterleri ne kadar iyi anladığını ve bunu deliyi oynamaya kaçmadan yapabildiğini tekrar gösteriyor. Ekipteki en zayıf isim olan Zendaya ise yine kendini oynuyor fakat bu kez atmosfer Euphoria gibi kendisine daha yakın bir yer olmadığı için paçayı bu kez kurtaramıyor ve aralarında kayboluyor.

Kaynaklar

Tangcay J. “Dune 2: How Artisans Pulled Off Shooting the Arena Fight Scene”. Variety. Web. 2 Mart 2024

Berfin Sayarsoy
Berfin Sayarsoy
oradaydık ve şimdi buradayız

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Morlara Bürünmüş 8 Albüm Kapağı Tasarımı

Mor renginin hâkim olduğu 8 albüm kapağını inceliyoruz.

You Final Sezonu İncelemesi: İyilerin Kazandığı Dünyada Mutlu Bir Son

You, final sezonuyla izleyicilerine veda ederken Joe Goldberg'in hikâyesi sona eriyor.

Nickel Boys Film İncelemesi: Deneysel Sinema ve Tarihin Birleşimi

2025 Oscar Ödülleri'nde ilgi gören Nickel Boys, iki siyahi gencin bir reform okulunda yaşadıklarına odaklanıyor.

Orhan Kemal – Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl | 22 Alıntı

Türk edebiyatının iki büyük ustası Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde koğuş arkadaşlığı yaptıkları yıllara ve sonraki mektuplaşmalarına değinen Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl kitabı, Kemal'in kalemiyle çok içten ve etkileyici bir üslupla okurun karşısına çıkıyor.

İskenderiye Kütüphanesi: Efsane ve Gerçek

Efsane ve Gerçeğin ortak noktası, tarihin tozlu raflarına kaldıramadığı bilgi yuvası: İskenderiye Kütüphanesi.

İstanbul Ansiklopedisi Dizi İncelemesi: Kalabalığın Yalnız İnsanları

İstanbul Ansiklopedisi, büyülü İstanbul sokaklarında hem hayat bulmanın hem kaybolmanın öyküsünü anlatıyor.

Söylenti Edebiyat Editörleri Bu Ay Neler Okudu?

Söylenti Edebiyat editörleri olarak her ay neler okuduğumuzu, nelerin altını çizdiğimizi yakından incelediğimiz serimizin nisan ayı listesi ile karşınızdayız!

Yelpazeli Kadın (1918) Tablo Okuması: Gustav Klimt’in Son Eseri

Yelpazeli Kadın tablosu, zarafeti ve özgünlüğüyle hem sanat tarihine hem de Klimt'in kariyerinde büyük bir önem taşımaktadır.

Dante’nin İlahi Komedyası’nda İnsanlığın Mitolojik ve Manevi Seyahati: Kayboluşun Karanlığı ve Kurtuluşun Işığı

Dante’nin İlahi Komedyası; insanlığın ahlaki seçimlerini sorgulamasına, içsel çatışmalarını aşmasına ve evrensel sorulara yanıt bulmasına rehberlik eder.

Kırmızının Tonlarına Bürünmüş 7 Yabancı Albüm Kapağı

Temalarında kırmızı renginin ön planda olduğu ve gizli anlamlarıyla bizi farklı yolculuklara çıkaran albümleri sizler için derledik.

Editor Picks