“Tiyatro kendimizi görme imkânı verir.”
Haldun DORMEN
İnsana kendisini, etrafındaki kişileri, olayları, etkileri ve tepkileri üçüncü bir gözle tarafsız olarak izleme fırsatı sunan; insanı içerisine çekerek anı, sahneden seyirciye yaşatan edebi- olay türüne “tiyatro” denilmektedir. 1962 yılından itibaren 27 Mart günü “ Dünya Tiyatrolar Günü” olarak anılmaktadır.
Bilinen en eski tarihiyle Paleotik çağlardan bu yana varlığı süre gelen tiyatro, ilk zamanlarda dinsel törenler için yapılmış olsa da zamanla sanatın en gözde türlerinden biri olmuştur. İnsanların kendi hayatlarında bire bir karşılaştıkları kişilikleri tiyatroda izlemeleri, toplumsal olaylarla ya da gerçek hikayelerle yüz yüze gelmeleri, eğlenmeleri, sinirlenmeleri insanoğlunun düşünce evrimine ışık tutmuştur.
Toplumsal olaylarla ve medeniyetlerin gelişmişlikleriyle doğru orantıda kendini yenileyen tiyatronun en parlak dönemi Antik Çağdır. Antik Çağ’da en çok sevilen tiyatro türleri ise tragedya ve komedya olmuştur. Tragedya içerik olarak dönemin izleyicisini inançsal olarak cezbeden bir tür haline getirmiştir. Komedya ise tragedyaya kıyasla daha eleştirel ve halkın içinden bir tür olarak benimsenmiştir. Bu benimseyiş geniş kitlelere yayılır ve dönemin şartları göz önüne alındığında izleyiciler tarafından muhteşem denilebilecek tiyatro alanları inşa edilir, on binlerce seyirci tarafından da tiyatro izlemek için bu alanlara akın edilir.
Roma dönemi tiyatrosu ise Antik Çağ tiyatrosuyla oldukça benzerdir. Roma tiyatrosu, “Fabula Palliata” olarak bilinen maskeli tipleri tiyatroya kazandırmıştır. Bu dönemde ayrıca tiyatroda müzikal öğelerin de oldukça kullanıldığı görülür. Orta Çağ’a gelindiğinde tiyatronun, dönemin sosyo-politik ve dinsel baskılar paralelinde eski dönemlere kıyasla duraklama dönemine geçmesine sebep olmuştur. Aynı zamanda Orta Çağ döneminde sanatsal faaliyetler din adamları tarafından hoş karşılanmamaktadır. Dolayısıyla bu durum tiyatronun gelişiminin önüne geçmiştir. Tiyatronun gelişiminin durağanlığına Rönesans dönemi son vermiştir.
Rönesans dönemi, tiyatro için de dönemin gelişmiş ülkelerinde adeta bir yeniden doğma süreci olmuştur. İtalya’da Aristo ve Ruzzante, Fransa’da Alexandre Hardy ve Pierre Corneille ve Molıere tiyatronun öncü isimleri arasında yer alırken, İspanya’da tiyatro çok daha özgünleşmiş ve İspanyol tiyatrosunu tarihinin zirvesine çıkarmıştır. Bu dönemin İspanya’daki öncüleri Lope de Vega ve Calderon olarak bilinmektedir.
19. yüz yıla gelindiğinde diğer yazınsal türlerin ve akımların etkisi altında kalan tiyatro neredeyse tüm dünyada yükselişe geçti. Alman tiyatrosu ve Rus tiyatrosu diğer Avrupa tiyatrolarına kıyasla tiyatronun yükselişini daha geç yakalamıştır. Her ne kadar Alman ve Rus tiyatrolarının yükselişleri geç olsa da hafızalarda uzun süre yer edecek eserler bu dönemde sergilenmiş ve tarihe adlarını yazdırmıştır.
Almanya’da Friedrich Schiller ve Goethe, Rusya’da Anton Çehov ve Konstantin Stanislavski, tiyatro tarihine olan katkılarıyla anılmaktadır. Avrupa’da ise tiyatronun bu dönemde özgürleşme çağını yaşadığı bilinmektedir. Tiyatronun özgürleşmesi eserlerin daha cesur ve eleştirel olarak oynanmaya başlamasını sağlamıştır. Çağdaş dönem tiyatrosunda ise; sahne, dekor, gerçekçilik, sadeleşme, doğallık, bireyin topluma ve toplumun da bireye karşı görevleri dünya tiyatrosunun ortak öğeleri arasında sayılmaktadır.
Tiyatro, Türk edebiyatında İslamiyet öncesi dönemde etkisini göstermeye başlamış ve her dönem gelişerek, yükselerek günümüzdeki yerini almıştır. Türk tiyatrosu, en hareketli dönemlerini 19.yydan sonra batılılaşmanın da etkisiyle yaşamıştır fakat en parlak ve çağdaş dönemi Cumhuriyet Dönemi’dir.
Tiyatro her dönemde olduğu gibi günümüzde de Türk edebiyatında ve Türk toplumunda önemli yere sahiptir. Son perdeden sonra emektar tiyatrocuları, tarihe adını yazdıracak olan eserler doyasıya alkışlayacağımız güzel günlere.
KAYNAKÇA
https://t24.com.tr/haber/haldun-dormen-3-bin-yillik-tiyatro-hic-olur-mu,333712
http://www.tiyatrotarihi.com/tarih.html
https://www.britannica.com/art/fabula-Atellana