Bu içeriğimizde Empresyonizmin kurucu ve en önemli isimlerinden biri olan Claude Monet’yi dolayısıyla sanatını ve üslubunu daha yakından tanıyacağız.
Keyifli okumalar!
14 Kasım 1840’ta Paris’in 90. Bölgesi’nde Rue Loffitte’de Claude Adolphe Monet ve Louise Justine Aubrée’nin ikinci oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Babasının ticaret işleri dolayısıyla Monet 5 yaşındayken Le Havre’ye taşınmışlardır. Okula başladığında zamanının çoğunu kitap ve defterlerine çizim yaparak geçirmiştir. Babası Claude Adolphe oğlu için daha geleneksel bir kariyeri tercih etse de oğlunun tutkusunun önüne geçememiştir. Kariyerine resmi olarak başlaması Eugéne Boudin ile tanıştıktan sonra eskiz çizimini terk ederek manzara resimleri çizmeye başlaması ile olmuştur. Sonraları Boudin sayesinde edindiği bu izlenimler için şu sözleri söylemiştir; “Doğayı anlamayı ve onu sevmeyi öğrendim”.

Ressam manzaralar içerisinde değişen atmosferi inceleyerek sanat hayatı boyunca ışığı ve suyu gözlemlemiştir. Deniz ve gökyüzü ile ilişkisi Le Havre adlı sahil kasabasına taşındıktan sonra suya daha yakın olmasıyla başlasa da bunun daha ciddi bir saplantıya dönüşmesi hayatının ilerleyen dönemlerinde gerçekleşmiştir.

Monet kendine özgü resim temalarını oluşturmaya ışık varyasyonlarının belirlediği kromatik konuları seri haline getirmesiyle başlamıştır. Bu serinin en önemlisi, minimum 30 tuvalde çalıştığı Rauen gotik katedralidir. Katedralin perspektifini farklı hava koşullarında yakalayarak tasvir etmiştir.

Bununla birlikte Monet ile kült haline gelmiş 1899 yılı civarında resmetmeye başladığı ve üzerinde yaklaşık 20 yıl çalıştığı nilüferleridir. Nilüferler resimlerine yerleştikçe, su, nilüferler ışık ve gökyüzünden oluşan temalarındaki tabloları çoğalmıştır. Tablolarında suyun ve gökyüzünün sonsuzluğu izleyicilerini derinden etkiler. Yaşamının ilerleyen dönemlerinde Paris yakınlarındaki Argentuil’de eski bir balıkçı teknesi almıştır. Bunu çevresindeki manzarayı ve ışığın su üzerindeki etkilerini resmettiği yüzen bir ressam atölyesine dönüştürmüştür.

1872’de yapılan ve 1874’te ilk empresyonist (izlenimcilik olarak Türkçeye çevrilen sanat akımı) sergide yerini alan “İzlenim: Gün Doğumu” tablosu empresyonist akıma adını resmi olarak veren eser olmuştur. Yaşamı boyunca nehrin üzerindeki ışığın yansımasını gözlemleyen bir ressam için bir yerden sonra tablolarının sıradanlaşması beklenir. Fakat Monet’de öyle bir perspektif vardır ki suyun ve ışığın mükemmel uyumunu her tablosunda saatlerce inceleme isteği uyandırır.

Monet, yaşamının sonlarına doğru (1905 yılları civarında, 65 yaşındayken başladığı bilinmektedir) bozulan görme yetisinin son dönem eserleri üzerindeki etkisi de dahil olmak üzere eserleri birçok yönden incelenen sanatçılardan biridir. Monet’nin 1912’den 1922’ye kadar geçen on yıl boyunca değişen renk paleti, sağ gözünün resmen kör olmasına ve sol gözünün görme yetisinin %20’ye düşmesine neden olan iki taraflı kataraktın ilerleyişini eserlerine yansıtmıştır. Renkler bulanıklaşmaya ve tabloları mavi, yeşil, sarı tonlara dönmeye başlamıştı. Bundan şikâyetçi olsa da gözünden ameliyat olmayı reddetmiştir. “Çok kötü, maviden başka bir şey görmüyorum. Artık kırmızı ya da sarı görmüyorum. Bu beni rahatsız ediyor”, demiştir. Hastalığın giderek kötüleşmesi, görme yetisinin ruhunda ve tutumunda değişimler yaşamasına sebep olmuştur. Bu değişimler, başarısına ve eserlerine güvenini kaybetmesine neden olmuştur. Fakat Monet’nin görme yetisi değiştikçe dünya tasviri de değişmiştir.

Hastalığı sırasında nilüferleri çalışmaktan keyif aldığı için tablolarında daha çok onlara yer vermeye başlamıştır. Tedavi için kullandığı lenslerden sağ gözündeki lens yoğun bir sarı-kahverengi filtre görevi görmüştür. Lensi çıkardığında ise menekşelere benzeyen şekiller, maviler ve çeşitli ışık kırılmaları görmüştür. Renk algısı tamamen değişen Monet yeniden renkleri göremeyecek olduğu için psikolojik olarak durgun bir döneme girmiştir. Bundan sonrası için mavi-yeşil renkleri ve kırmızı-sarı renkleri (ameliyatlı sağ gözü ile mavi-yeşil renkleri, halen kataraktlı sol gözü ile kırmızı-sarı renkleri görüyordu) kullanmak istediğinde bir gözünü kapatarak çalışarak renkleri ayırt edebilmişti.

Monet’nin “Gül Bahçesinden Görünen Ev” (The House seen from the rose garden 1922-1924) tabloları bu durumuna en güzel örneklerdir.


1926 yılında artık tamamen resim yapmayı bırakmaya karar verdi. Üvey kızının yardımı ile 60 kadar tabloyu içine sinmediği ve beğenmediği için imha etti. Bundan birkaç ay sonra 5 Aralık 1926 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Vasiyetindeki özel ricası ise oldukça hassastır;
“Beni buranın yerli insanlarını gömdüğünüz gibi basit bir törenle gömün. Tabutumun arkasından sadece akrabalarım yürüsün. Unutmayın cenazemde ne çiçekler ne çelenk olsun istiyorum. Böyle bir gün için, bahçemdeki bu güzel çiçeklerin koparılıp öldürülmesi günahların en büyüğü olacaktır.”
Kaynakça
- isilarican.com “Morötesini Görmek“ Web 02.07.2012
- medium.com “Monet, la cataratta e i colori Incursioni nell’ultravioletto” Marco Fulvio Barozzi Web 10.05.2016
- storicang.it “Claude Monet, il pittore della luce” Web Alessandra Pagano 14.11.2021



Yeni yazılarını heyecanla bekliyorum bu kadarla sınırlı kalmasın …
Yazılarımıza iyiki denk gelmişim.
Hiç ilgimi çekmedi gibi düşündüğüm yazıları okurken bile derin ve akışkan bilgi beynimin içinde süzülüyor. Yazılarınızı beğenerek okuyorum…