Doctor Who, 1963 yılındaki başlangıcından günümüze uzanan ve nesiller boyu hayranlık uyandırmış gerçek bir kült bilimkurgu efsanesi. 2005 yılında modern bir dokunuşla yeniden hayat bulan dizi, sadece uzun geçmişiyle değil aynı zamanda Torchwood, The Sarah Jane Adventures gibi spin-off yapımlarıyla da evrenini genişletti. Zaman Lordu’nun maceraları, daleklerden sibernetiklere uzanan zengin düşman galerisi ve TARDIS’in o ikonik uğultusuyla zihinlerimize kazındı. Her bir rejenerasyon ile bambaşka bir yüze ve karaktere bürünen Doktor, yol arkadaşları ile birlikte zamanda ve uzayda unutulmaz serüvenlere atılıyor.
Doctor Who, hayatımdaki tartışmasız en büyük tutkulardan biri. Zaman ve uzayda gezinen bu efsane diziyi uzun zamandır izliyorum. Spin-off’larıyla birlikte tekrar tekrar tüketiyorum. Sahneleri izlerken “Kesin Donna bunu derdi!” veya “Jack kesinlikle bunu yapardı!” diye düşünmemiz çok olası olabiliyor. Peki Doctor Who karakterleri bir film gecesi düzenleseydi kim hangi filmleri seçerlerdi?
The Eleventh Doctor – Back to the Future (1985)

Papyonları havalı bulan ve çocuksu enerjisiyle Doktor kimliğini yeniden tanımlayan On Birinci Doktor’un film gecesinde ekranında kesinlikle Back to the Future oynardı. O çoğu zaman yüzünde bir tebessüm taşısa da içinde yüzyılların yalnızlığını barındıran bir bilge. Her zamankinden daha enerjik ama aynı zamanda geçmişiyle de barışamayan biri. İnsanlarla kolay bağ kurar, ama onları kaybetmekten çok korkar. Onun hayatı, çelişkilerle dolu bir rüya gibi. Çocuksu ruhu ve heyecanıyla hepimizin gönlünde taht kurmuş, durmadan “Geronimo!” diye bağıran muzip bir karakterin ilgisini kesinlikle çekerdi.

Back to the Future, Marty McFly (Michael J. Fox) yanlışlıkla bir zaman makinesiyle 1955 yılına gitmesini ve kendi varlığını riske atacak şekilde anne-babasının tanışmasını engellemesini konu alır. Şimdi annesi ona âşıktır ve babasıyla annesini tekrar bir araya getirme görevi Marty’ye düşer. Doktor filmi izlerken büyük ihtimalle sürekli “Hayır, hayır öyle yapılmaz!” diye bağırıp durur, “Flux kapasitörü yerine TARDIS kullansalardı bunlar olmazdı,” diyerek Marty’ye tavsiyeler verirdi. Bu filmi izlemeniz gerektiğini size heyecanla anlatırken, zaman yolculuğunun karmaşıklığıyla eğlencesinin nasıl bir araya geldiğini vurgulardı. Zamanda yolculuk konseptine neşeli bir giriş yapmak istiyorsanız, On Birinci Doktor’un tavsiyesini mutlaka dinleyin.
The Twelfth Doctor – Dr. Strangelove (1964)

Benim favorim olan On İkinci Doktor, sert tavırları ve keskin zekâsıyla size önerdiği film konusunda da oldukça seçici davranırdı. Kimi zaman mesafeli, kimi zaman sert ama içten içe duyarlı ve duygularını pek göstermese de her zaman sevdiklerini koruyan bir Doktor kendisi. Onun dünyaya bakışı keskin ve ironiktir. İnsanlığın zaaflarını zekâsıyla analiz eder ama bazen bir çocuğun kalbiyle kararlar verir. Sert mizacı, yaşanmışlıklarının bir sonucu gibidir. Zamanla iç içe geçmiş, kayıplar yaşamış, pişmanlıkları olan bir adam. Haliyle onun film tercihi de kolay kolay yüzeysel olamaz.

Kubrick’in başyapıtı Dr. Strangelove tam da onun tarzında bir seçim olurdu. Film, Soğuk Savaş döneminde yanlışlıkla başlayan bir nükleer savaş tehdidini kara mizah ile ele alıyor. Dünya liderlerinin absürt tavırları, savaş kararlarının rastgele alınması ve kontrol dışı kalan olaylar, On İkinci Doktor’un insanlık hakkındaki düşüncelerine ironik bir şekilde karşılık gelir. Doktor bu filmi size tavsiye ederken, “İnsanlar bazen bu filmdeki gibi saçma davranıyorlar!’’ diye sarkastik bir yorumda bulunurdu. Film, politik hicvin gücünü ve insan doğasının tuhaflıklarını, eğlenceli olduğu kadar derin bir dille anlatır.
The Tenth Doctor – Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004)

Onuncu Doktor, belki de tüm Doktorlar arasında en duygusal olanıydı. Aşkı, kaybı ve unutmanın acısını fazlasıyla yaşadı. Kendisi Rose’a olan sevgisiyle, kalbindeki koca boşlukla hatırlanır. Sevdiği her şeyi kaybetmeye mahkûm olduğunu bilen ama yine de sevmekten vazgeçmeyen biridir. Dramın, gözyaşının ve veda sahnelerinin efendisidir. Bu yüzden ona sorarsanız size ilk tavsiye edeceği film kesinlikle Eternal Sunshine of the Spotless Mind olurdu.

Eternal Sunshine of the Spotless Mind, aşklarının acısını unutmak isteyen bir çiftin, hafızalarını sildirmek üzere giriştikleri psikolojik ve duygusal bir yolculuğu anlatıyor. Joel (Jim Carrey) ve Clementine (Kate Winslet) ilişkilerinin kötü bitişinden sonra birbirlerini hafızalarından silmeye karar verirler. Ancak bu süreç, Joel’ın zihninde geçmişte yaşadıkları mutlu anların kıymetini anlamasına yol açar. Onuncu Doktor bu filmi izlerken, özellikle Rose Tyler ile olan anılarının zihninden silinmesi gerektiğini hayal ettiğinde kalbinin nasıl kırılacağını düşünür. Hüzünlü bir tebessümle size dönüp “Bazı anılar acı verse de onları korumak gerekir. Çünkü yaşadıklarımız bizi biz yapar” derdi.
The Thirteenth Doctor – The Secret Life of Walter Mitty (2013)

On Üçüncü Doktor, dizinin modern dönemindeki ilk kadın Doktor olarak Doctor Who tarihine adını altın harflerle yazdırdı. Jodie Whittaker’ın canlandırdığı bu rejenerasyon, önceki Doktorlardan daha enerjik, daha empatik ve daha kapsayıcı bir karakter olarak karşımıza çıktı. Çocuksu merakı, pozitif bakışı ve birlikte başarmak inancı onu farklı kıldı. Onuncu veya on ikinci Doktorun daha melankolik, yalnızlık dolu hallerine göre on üçüncü Doktor, arkadaşlarıyla birlikte hareket etmeyi, grup olmanın gücünü savunmayı benimsedi. On Üçüncü Doktor, iyimserliği, cesareti ve hayatın sürprizlerine olan inancıyla macerayı seven bir karakter. Hayatın kendisine sunduğu her şeye açık, iyiliği seçmek üzerine kurulu bir karakter. Bu yüzden önerisi kesinlikle The Secret Life of Walter Mitty olurdu.

Filmde Walter Mitty (Ben Stiller), sıradan hayatının sıkıcılığından kaçarak hayal dünyasında fantastik maceralar yaşar; sonunda gerçek hayatın hayallerinden daha maceralı olabileceğini fark eder. On Üçüncü Doktor bu filmi izlerken “İşte hayat böyle bir şey—cesaretle adım atınca dünya seninle birlikte hareket eder!” diyerek koltuktan fırlardı muhtemelen. Filmi izlemenizi tavsiye ederdi çünkü hayatınızda keşfedilmeyi bekleyen maceraları bulmanız için ilham veriyor.
The Master – Joker (2019)

The Master, kaosu sever, düzeni yıkmaktan zevk alır. O yüzden Joker tam da onun tercih edeceği bir film. Joker (Joaquin Phoenix), toplum tarafından sürekli itilip kakılan, giderek kontrolünü kaybeden ve sonunda Gotham’ı kaosa sürükleyen bir adamın hikâyesini anlatıyor. Master bu filmi size önermekten büyük zevk duyar, hatta izlerken Joker’in eylemlerini takdir ettiğini gizlemez. “Herkes içinde biraz Joker taşır, bazılarımız sadece onu göstermeye cesaret eder.” diyerek sizi rahatsız edici ama aynı zamanda düşündürücü bu filmi izlemeye davet eder. Toplumun baskısını ve bireyin patlama noktasını derinlemesine inceleyen bu film, insan psikolojisini farklı bir açıdan görmek isteyenlerin kaçırmaması gereken bir eser.
River Song – Hidden Figures (Gizli Sayılar, 2016)

River Song, Doctor Who evreninin en etkileyici, en kompleks karakterlerinden biri. Bir arkeolog, bir zaman yolcusu, bir savaşçı, bir eş, bir anne.. hepsi ve daha fazlası. River, zamanın akışına ters hareket eden bir yaşam sürdü. Doktor ile ilişkisi baştan sona bir zaman paradoksu. Onun Doktor ile tanışma anı, Doktorun onunla vedalaşma anıydı. Bu bile başlı başına ne kadar katmanlı bir karakter olduğunu anlatmaya yeter.
River, sadece zekâsı ve bilimsel yetenekleriyle değil, karizması, esprili dili ve hayata karşı başına buyruk duruşuyla da dikkat çeker. Onun için disiplinli kaos tanımı tam yerinde olurdu. Kural tanımaz ama adaletlidir. Gerektiğinde bir gezegeni kurtarır, gerektiğinde kimsenin göremediği tarihî bir ayrıntının peşinden gider. Kadın karakterlerin genellikle ikincil planda kaldığı yapımlara meydan okurcasına; River, Doctor Who evreninde parlayan bir yıldız olmayı başardı.

River Song, maceracı ve cesur kişiliğiyle birlikte güçlü, zeki ve tarihe meraklı bir kadın. Ona film önermesini istesek, hiç tereddütsüz Hidden Figures seçerdi. Film, 1960’larda NASA’da çalışan Afro-Amerikalı üç kadın matematikçinin, ırkçılık ve ayrımcılığa karşı mücadele ederek ABD’nin uzay yarışındaki başarısına büyük katkılar sağlamalarını konu alıyor. River, arkeolojiyle uğraşan ve tarihin gizli kalmış gerçeklerini ortaya çıkaran biri olarak bu filmi izlerken heyecan duyar, hikâyedeki kadınların zekâsı, cesareti ve kararlılığından ilham alırdı. Filmi önerirken size dönüp şöyle derdi: “Tarih her zaman görünmeyen kahramanlarla dolu, ve bu hikâyeler bize gerçek cesaretin ne olduğunu hatırlatıyor. Eğer tarih yazmak istiyorsan, bazen kuralları yıkmayı göze almalısın.” Bu film sayesinde siz de görünmeyen kahramanları tanıyacak, hayatta cesaret ve azmin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlayacaksınız.
Amy Pond – Highlander (İskoçyalı, 1986)

Amy Pond, nam-ı diğer The Girl Who Waited (Bekleyen Kız), Doctor’un en sadık, en ateşli ruhlu yol arkadaşlarından biri. İskoç asıllı bu güçlü kadın, çocukluğundan beri Deli Doktorunu beklemiş, inancını kaybetmemiş, sonunda onunla yıldızlara koşmuştu. Amy’nin kişiliği deyince akla inatçılık, cesaret, sadakat ve mizah geliyor. O kolay pes etmeyen, sevdikleri için 2000 yıl bile bekleyebilen (Rory’nin Plastik Centurion olarak bekleyişini unutmayalım, Amy de buz içinde bekledi) ve gerektiğinde kılıç kuşanıp savaşa girebilecek bir karakter. Ayrıca Amy’nin İskoç olmasının getirdiği bir gurura da sahip. On birinci Doktora “Ben senin İskoç aksanını istiyorum!” diye takıldığı anları hatırlayabiliriz. Bu da bizi Highlander (1986) filmine getiriyor.

Highlander, Türkçe’de bazen İskoçyalı olarak anılır, tam bir kült fantastik aksiyon filmidir. Konusu kısaca şöyle: Connor MacLeod adlı bir İskoç savaşçı, 16. yüzyılda girdiği bir savaşta ölümcül şekilde yaralanıyor ama ölmüyor. Meğer Connor bir ölümsüzmüş. Dünyada bir grup ölümsüz insan var ve yüzyıllar boyunca birbirlerini bulup düellolar yapıyorlar, çünkü efsaneye göre “en sonunda sadece bir kişi kalabilir.” Connor, modern zamanlara (1980’lere) kadar hayatta kalıyor, birçok sevdiğini kaybederek acılar biriktiriyor. Filmin hikayesi hem geçmişte Connor’ın aşk ve kayıp dolu anılarını, hem de günümüzde son bir ölümsüzler mücadelesini paralel kurguyla anlatıyor. Kahramanımız kılıcını kapıp son düşmanıyla yüzleşirken, biz de onun ölümsüzlüğün bedeliyle nasıl başa çıktığını görüyoruz. Aşk, dostluk, kayıp ve sonsuz yaşamın laneti üzerine dramatik bir film diyebiliriz – tabii ki efsanevi Queen şarkıları eşliğinde harika aksiyon sahneleri de var…
Rose Tyler – The Butterfly Effect (Kelebek Etkisi, 2004)

Rose Tyler, seçimlerin kader üzerindeki etkisini bizzat yaşamış biri. Doktorla yaptığı yolculuklar onun hayatını bambaşka bir noktaya taşıdı. Bu nedenle size önerdiği film kesinlikle The Butterfly Effect olurdu.
Film, küçük seçimlerin büyük sonuçlar doğurabileceğini anlatan derin, karanlık ve sürükleyici bir hikâyeye sahip. Rose Tyler ile The Butterfly Effect arasındaki bağ aşikâr: Rose da zamanı değiştirmeyi denedi ve bedelini gördü. “Father’s Day” adlı bölümde, Rose’un babası öldüğü gün geçmişe gidip onu kurtarması sonucu evren neredeyse çöküyordu; Reaper denilen yaratıklar zamanın yara almış kısmını temizlemek için hücum etmişti. Rose, babasını kurtararak küçük bir kelebek etkisi yaratmış ve bunun sonuçları çok tehlikeli olmuştu. En sonunda babasının kendini feda etmesiyle zaman tamir olmuştu ama Rose o acıyı yüreğinde taşımıştı. The Butterfly Effect filminde de Evan iyi niyetle bir şeyi düzeltmek isterken daha kötüsüne sebep oluyor, tıpkı Rose’un yaşadığı gibi. Her iki hikâye de şu soruyu soruyor: Sevdiklerimizi kurtarmak için kadere müdahale etmeye değer mi?

Evan Treborn, çocukluğundaki travmatik anılarına geri dönerek hayatını değiştirmeye çalışır, ancak yaptığı her küçük değişiklik geleceği bambaşka bir yöne sürükler. Rose bu filmi izlerken kendi hayatını düşünür, “Acaba farklı bir seçim yapsaydım şimdi nerede olurdum?” sorusunu sürekli kafasında döndürürdü. Size filmi önerirken şöyle derdi: “Her karar bir kelebek etkisi yaratıyor, bu film bunu o kadar net anlatıyor ki izledikten sonra hayatınızdaki her anı daha dikkatli yaşamaya başlıyorsunuz.” Siz de Rose gibi hayattaki seçimlerin gücünü fark etmek istiyorsanız, bu filmi kaçırmamalısınız.
Clara Oswald – Run Lola Run (Koş Lola Koş, 1998)

Clara Oswald, nam-ı diğer “Impossible Girl (İmkânsız Kız)”, Doctor’un zaman çizgisinde defalarca belirmiş, her defasında onu kurtarmış cesur bir karakterdir. Clara’yı tanımlamak için birkaç kelime seçsek: azimli, meraklı, hızlı düşünen ve kararlı derdik. Bir öğretmen olmasının getirdiği bir liderlik ve kontrol tutkusu da vardı Clara’da; plan yapmayı, her şeyin yolunda gitmesini isterdi. Ama kader onun için bambaşka planlar yaptı ve Clara bu planlara uyum sağlamak zorunda kaldı. Hayatı defalarca koşmakla, yetişmekle, sevdiklerini kurtarmak için zamana meydan okumakla geçti. Bu profili görünce aklıma tek bir film geldi: Zamanla yarışan, defalarca koşan bir kadının hikâyesi…

Tahmin ettiniz, Run Lola Run (1998), Almanca adıyla Lola Rennt tam da Clara’ya göre bir film. Bu kült yapımda Lola adında genç bir kadın, erkek arkadaşı Manni’nin hayatını kurtarmak için 20 dakika içinde bir miktar para bulmak zorunda kalıyor. Film, Lola’nın bu 20 dakikayı üç farklı şekilde yaşamasını gösteriyor bize. Yani Lola koşuyor, çabalıyor; bir şekilde yetişemeyince hikâye başa sarıyor ve tekrar koşuyor, bu sefer ufak bir değişiklikle farklı yollardan gidiyor. Clara ile Lola’nın paralelliği inanılmaz. Clara Oswald, Doctor’u kurtarmak için evrenin farklı köşelerinde defalarca yaşadı; Viktorya çağında bir mürebbiyeydi, uzayda bir hacktivist oldu, Dalek olarak bile karşımıza çıktı. Hep “Koş Clara koş!” dedik izlerken. Lola ise kelimenin tam anlamıyla koşuyor, hem de birçok kez. Clara’nın zaman tünelindeki farklı yaşamları, Lola’nın alternatif koşu yollarına çok benziyor. İkisi de sevdikleri için zamanda kumar oynuyorlar. Clara onay verdiyse, bize de bu nefes kesen filmi izleyip kendi hayatımızdaki seçimleri sorgulamak kalıyor. Koşmaya hazır olun!
Donna Noble – Freaky Friday (Çılgın Cuma, 2003)

Donna Noble, Doctor Who evreninde belki de en büyük değişim gösteren, en “insani” yolculuklardan birini yaşayan karakter. Donna, ilk tanıdığımızda biraz patavatsız, öz güveni düşük ama dili sivri bir Londra kızıydı. Mizah duygusu şahane, lafını esirgemeyen, gerektiğinde Doktor’a bile haddini bildiren cesareti var. “Uzaylı mısın sen?!” diye bağırdığı o ilk karşılaşmayı hatırlarsınız; ne kadar doğaldı, ne kadar bizdendi. Zamanla evreni gezip gördükçe, Donna’nın içindeki muhteşem insan ortaya çıktı. Başkalarının acısını görmeyi öğrendi, koca bir gezegeni (Ood’ları) kölelikten kurtaracak kadar merhametli ve kahramanca işlere imza attı. Ama o hep kendini sıradan görüyordu. Halbuki biz biliyoruz ki Donna, içimizden biri olarak en sıra dışı maceralara atılan bir süper kahraman gibiydi. Onun empati yolculuğunu ve komediyle harmanlanmış karakter gelişimini düşününce, aklıma harika bir aile filmi geliyor: Freaky Friday (2003).

Freaky Friday’in konusu oldukça eğlenceli ve anlamlı. Bir anne (Jamie Lee Curtis) ve ergenlik çağındaki kızı (Lindsay Lohan), sihirli bir şekilde bir cuma günü bedenlerini değiş tokuş ediyorlar. Bu tuhaf durum başta tam bir komedi festivali yaratıyor. Anne, genç bir bedenle liseye gidip ergenlik sorunlarıyla, kızı ise yetişkin sorumluluklarıyla uğraşmak zorunda kalıyor. İkili, birbirlerinin hayatını yaşarken daha önce anlamadıkları birçok yönü olduğunu keşfediyorlar. Nesiller arası çatışma ve empati üzerine sıcacık mesajlar veren, güldürürken düşündüren bir film.
Donna Noble ve Freaky Friday neden mükemmel bir ikili? Çünkü Donna’nın hikâyesi de bir bakıma başkasının yerine geçerek onun gözünden bakmayı öğrenmenin hikâyesi ama aynı zamanda empati kurmanın önemini de vurgular, film bittiğinde size dönüp “İnsanları gerçekten anlamak için bazen onların yerine geçmek lazım. İşte o zaman işler ilginçleşiyor,” derdi. Bu filmle, hem gülmenin tadına varacak hem de empati kavramına Donna’nın gözünden bakacaksınız.
BONUS: The TARDIS – Interstellar (2014)

Doctor Who denince akla ilk gelen şey belki de mavi bir polis kulübesidir – yani TARDIS! Unutmayalım ki TARDIS de bir karakterdir; hem de çok özel bir karakter. TARDIS, Doktorun kadim yol arkadaşı, evi, hatta en yakın dostu. Sadece bir makine değil; içinde bir ruh taşıyor desek abartmış olmayız. “The Doctor’s Wife” bölümünde kısa bir süreliğine insan formuna büründüğünde, onun aslında ne kadar duygusal, kıskanç, sadık ve korumacı olduğunu görmüştük. “Seni hep istediğin yere değil, ihtiyacın olan yere götürdüm” demesi, TARDIS’in Doktora olan derin sevgisinin ifadesiydi. Yani TARDIS, canlı bir varlık gibi hisseden, uzayın ve zamanın içinde yüzen koca bir yürek aslında. Peki böyle bir varlık film izlese, hangisine bayılırdı? Bence Interstellar (2014), TARDIS’in favorisi olacak bir film.

Christopher Nolan’ın yönettiği Interstellar, insanlığın hayatta kalma mücadelesini anlatan destansı bir bilimkurgu. Dünya yok olmaya yüz tutunca, bir grup cesur astronot (içinde Cooper rolündeki Matthew McConaughey de var) yeni yaşanabilir gezegenler bulmak için bir solucan deliğinden geçerek başka galaksilere yolculuğa çıkıyor. Film boyunca karadelikler, göreceli zaman kavramı, yüksek boyutlar gibi bilimsel harikalarla karşılaşıyoruz. Ama esas kalp atışı, Cooper ile kızı Murph arasındaki duygu yüklü bağ: Zaman ve uzay ne kadar engel olsa da sevginin tüm boyutları aşabileceği teması işleniyor. TARDIS’in bile duygulandığı bu film, bize evrenin hem bilimsel hem duygusal açıdan ne mucizeler barındırdığını hatırlatıyor.
Dalek – (The Iron Giant, 1999)

“Exterminate! Exterminate!” repliğiyle zihnimize kazınmış, belki de Doctor Who evreninin en ikonik kötüsü: Dalekler. Tek bir emir için yaşarlar – yok et! – ve merhamet nedir bilmezler. Yıllarca Dalekleri sadece duygusuz katil makineler olarak gördük. İşte bu yüzden, Dalek’lerin karanlık zihinlerine ışık tutabilecek film önerisi Demir Dev (The Iron Giant, 1999) olacaktır. Bu animasyon harikası film, Soğuk Savaş döneminde ABD’de küçük bir kasabaya düşen kocaman bir robotu ve onu bulan Hogarth adlı çocuğun hikâyesini anlatıyor.

Demir Dev başlangıçta nereden geldiği bilinmeyen, muazzam güçlere sahip bir savaş makinesi gibi görünse de, Hogarth ile kurduğu dostluk sayesinde yavaş yavaş kendi kaderini seçme şansı elde ediyor. Ordu peşine düşüp onu yok etmeye çalışırken, Hogarth dev robotun aslında yumuşak kalpli ve meraklı bir “çocuk” olduğunu keşfediyor. Şimdi bu öyküyü bir Dalek perspektifinden düşünelim. Dalek’ler de aslında genetik olarak nefrete ve yok etmeye programlanmış canlı-makineler. Peki ya bir Dalek, tıpkı Demir Dev gibi, “Ben başka bir şey olmak istiyorum” diyebilse? Demir Dev, her yaştan izleyiciye hitap eden duygusal gücüyle, en katı yürekli düşmanın bile değişebileceğine inandıran bir film. Bir Dalek hayranı ya da düşmanı olsanız da, bu film size empati kurmanın önemini ve “ruhunu seçme” özgürlüğünü öyle güzel anlatıyor ki, sonunda kendinizi bir Dalek’i bile affedebilecek yumuşaklıkta buluyorsunuz. Unutmayalım, Doktor’un da dediği gibi: “Her hayat değerlidir.” Belki bir Dalek’inki bile.
Doctor Who karakterleri ve onların önerebileceğini düşündüğümüz film önerilerinin her biri, diziye olan tutkum ve karakterlerle kurduğum kişisel bağ sayesinde anlam kazandı. Bu filmleri izlerken, kendimi kimi zaman bir TARDIS’in uğultusunda, kimi zaman bir Dalek’in gözündeki yansımada buldum. Umarım bu liste, hem Doctor Who aşkınızı perçinler hem de izleyeceğiniz yeni filmlerle kalbinize dokunur. Unutmayın, biz zamanı ve uzayı bir kutuya sığdıranlarız – ve her yolculuk, paylaşınca daha güzeldir. İyi seyirler, tatlı rüyalar ve “Wibbly Wobbly Timey Wimey” günler dilerim!
Kaynakça
Bird, B.(1999). The Iron Giant [Demir Dev]. Warner Bros Pictures.
Besson, L., & Bender, J. C. (2004). The Butterfly Effect [Kelebek Etkisi] New Line Cinema.
Columbus, C. & Waters, M. S. (2003). Freaky Friday [Çılgın Cuma]. Walt Disney Pictures.
Gilliam, T. & Jones, T. & Gilliam, T. (1975). Monty Python and the Holy Grail [Monty Python ve Kutsal Kâse] . EMI Films.
Kubrick, S.(1964). Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb. Columbia Pictures.
Mulcahy, R. (1986). Highlander [İskoçyalı]. Thorn EMI Screen Entertainment.
Nolan, C. (2014). Interstellar [Yıldızlararası] Paramount Pictures; Warner Bros. Pictures.
Schlamme, T., Goldsmith-Thomas, E., & Topping, J. & Levy, S. (2013). The Secret Life of Walter Mitty [Walter Mitty’nin Gizli Yaşamı]. 20th Century Fox.
Tykwer, T. (1998). Run Lola Run [Koş Lola Koş]. X-Filme Creative Pool.
Zemeckis, R.(1985). Back to the Future [Geleceğe Dönüş]. Universal Pictures.
Gondry, M. (2004). Eternal Sunshine of the Spotless Mind [Sil Baştan]. Focus Features.
Phillips, T. (2019). Joker [Film]. Warner Bros. Pictures.
Melfi, T. (2016). Hidden Figures [Gizli Sayılar] 20th Century Fox.
Öne çıkarılan görsel: Kayıp Rıhtım