Türk edebiyatında “Saray Edebiyatı” olarak da bilinen Divan edebiyatı hiç şüphesizdir ki edebiyat tarihimize çok büyük katkı sağlamış ve bizlere çok değerli, sayısız sanatçı ve değer kazandırmıştır. Klasik edebiyat döneminin önde gelen birkaç ismini sizler için derledik, keyifli okumalar.
Divan edebiyatı döneminin en önemli sanatçılarından olmakla kalmayıp, aynı zamanda dünya edebiyatında da önde gelen bir sanatçıdır. Tasavvuf düşüncesini ilahi aşkla harmanlayıp beyitlerine ustaca işlemiştir. Kendine özgü üslubuyla dil, din, ırk ayrımı yapmaksızın tüm insanlığa seslenmiştir ve sanatında insan sevgisini çokça vurgulamıştır. Arapça, Rumca ve Farsça gibi birçok dile hakimdir, eserlerini ise dönemin edebiyat diline uygun olarak Farsça yazmıştır.
En ünlü eseri Mesnevi’dir. Bu eserde Mevlana, tasavvuf fikrini hikayelerle anlatmayı amaçlamıştır. Eser yaklaşık 25 bin beyitten oluşur ve Farsçadır. Mesnevi’nin en önemli özelliği, çok derin konuları oldukça anlaşılır bir dille aktarmasıdır.
“Sırr-ı men ez nâle- men dûr nist
Lîk çeşm-î gûşrâ an nûr nîst”
“Benim sırrım feryadımdan uzak değildir. Lakin her gözde onu görecek nur, her kulakta onu işitecek kudret yoktur.”
Mesnevi dışında Mevlana’nın imzasını attığı, edebiyatımızda değeri büyük olan birçok eser vardır. Çeşitli konularda yazdığı şiirlerini topladığı Divan-ı Kebir, öğüt verdiği ve kendisine sorulan soruları açıkladığı, yaklaşık 150 mektuptan oluşan eseri Mektubat, Fihi Mafih ve Meclis-i Seb’a onun eserleridir.
“Duy feryad etmede her an bu ney,
Anlatır hep ayrılıklardan bu ney.”
“Der ki feryadım kamışlıktan gelir,
Duysa her kim, gözlerinden kan gelir.”
Şüphesiz kendisi Divan edebiyatının en usta isimlerindendir. 16. Yüzyıl edebiyatının önde gelen isimlerinden Fuzuli, şiiri; ‘insanı yücelten ilahi bir hediye’ olarak tanımlar. Lirizmi ve sanatı çok güçlü kullandığından ve beyitlerinde aşk, acı ve dünyevi zevklerden bahsettiğinden, “aşk ve ıstırap şairi” olarak da bilinir. Ağırlıklı olarak gazel ve kaside türlerinde eserler vermiştir.
Arapça, Farsça ve Türkçe divanları bulunmaktadır. Kendisinin asıl şöhretini kazandıran eseri ise Leyla ile Mecnun mesnevisidir. Platonik aşkın işlendiği bu eser klasik dönemin en ustaca ele alınmış mesnevileri arasında önde gelir. Fuzuli’nin ilk mesnevi denemesi ise şarabı konu aldığı Beng-ü Bade adlı eseridir. Her ne kadar aşk ve ıstırap şairi olarak bilinse de, Fuzuli’nin, dönemin büyük devlet insanları da dahil olmak üzere farklı kişilere yazdığı mektuplardan derlenmiş bir eseri de vardır. Bu mektuplar arasında en bilineni olan Şikayetname, 16. Yüzyıl sosyal hayatının eksikliklerini ağır bir dille eleştirir.
“Dost bî-pervâ felek bî-rahm ü devran bî-sükûn
Dert çok hem-dert yok düşman kavî tâli’ zebûn”
“Dost pervasız, felek acımasız ve zaman kararsız; dert çok, dert ortağı yok, düşman güçlü, şans zayıf.”
“Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib
Kılma derman kim helakım zehri dermanımdadır.”
“Aşk derdiyle iyiyim tabip bana ilaç vermekten vazgeç; şifa kılma, asıl beni öldürecek olan senin vereceğin ilaçtır.”
“Dôstum âlem senünçün ger olur düşmen bana
Gam degül zîrâ yetersin dôst ancak sen bana”
“Dostum senin yüzünden herkes bana düşman olursa bu dert değil
zira bana dost olarak yalnız sen yetersin”
“Ey gönül! O ay yüzlü kılıcını çekti. Gafil olma.
Bugün senin ölmen benim de yas tutmam kararlaştırılmıştır”
Dönemin önde gelen şairlerine yazdığı nazireleriyle şiir dilini kanıtlayan bir 16. yüzyıl şairidir Bâkî. Medresede eğitim görmüş ve farklı şehirlerde kadılık yapmıştır. Divan edebiyatı döneminde sıkça görülen dil kusurlarını ortadan kaldırarak şiire yenilik katmıştır. O da dünyevi konularda eserler vermiştir fakat Fuzuli’den onu ayıran tarafı; acı ve ıstırap konularına değil, zevk ve eğlence konularına ağırlık vermesidir. Bâkî’nin şiirlerinde genelde tasavvufi izler göremeyiz. Daha çok dönemin zenginliği ve görkemi onun şiirlerinde yer alır.
Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü üzerine Kanuni Mersiyesi’ni kaleme almıştır. Yaşadığı dönemde şiirle ve edebiyatla bir hayli ilgili olan Kanuni Sultan Süleyman, Baki’yi kendi himayesi altına almıştır. Ancak saray çevresinde duyulan bazı söylentiler üzerine Kanuni, Baki’yi sürgün etme kararı almıştır ve sürgün fermanını da şiirsel bir dille ustaca kaleme almıştır.
“Bâki-yi bed
Nefy-i ebed
Bursa’ya red”
Baki de bu sürgün kararını “Sen de ölümlüsün, bu dünya sana da kalmaz” hatırlatmasıyla cevaplamıştır. Kanuni’nin ölümü üzerine ise bu yaşananların hepsi geride kalmış ve Baki onun ardından bir ağıt niteliğinde olan ve padişahı öven eseri, Kanuni Mersiyesi’ni yazmıştır.
“Âsîb-i rûzgân gülistân-i dehrde
Sen serv-i gül-izâra hevâ-dâr olan bilür”
“Dünya gülistanında, zamanın belâsını, senin gibi bır gül yanaklı selvi boyluya âşık olan bilir”
“Ey sevgili! Baki âşıktır; senden vefa ummaz, beklemez, ezâ dan da yüz çevirmez. Ona yalvarmak, sana da nazlanma yaraşır.”
“Gül bahçesinde seni seyretmek için, iki yanda salınan serviler saf saf durur.”
Divan şiirinde kaside üstadı olarak bilinen şairimizdir. Övgülerinde ve yergilerinde sınır tanımamıştır. Hicivli bir dille yazdığı eserlerinde yüksek makamlardakilere de hicvedici bir dille yergilerde bulunmuştur ki bu durum da onun ölümüne sebebiyet vermiştir. Şiir diline yeni bir musiki ve ahenk ile etki etmiştir kendisi ve açık, kusursuz bir anlatıma özen göstermiştir.
Hicivlerini topladığı eser Siham-ı Kaza’dır. Nef’î bu eserinde, dönemin sadrazamlarını, vezirlerini ve dönemin adı duyulmuş daha birçok ismini yermiştir.
“Ne şeb ki kûyuna yüz sürmesem o şeb ölürüm
Ne gün ki kametini görmesem kıyamet olur”
“Hangi akşam sevgilinin semtine gitmesem o akşam ölürüm, hangi gün sevgilinin boyunu görmesem kıyamet olur.”
“Gamzene o güçlü, parlak güneş bir takat getirmez
Bade, aklı var ise gözüne yorgun olarak gelsin”
“Sevgiden şaşkına dönen biçâreler, avareler neylesin
Ay yüzlüler içki sunuyor, içmemek ayıp olur, sitem olur.
Yar olanda, Cem kadehi olanda, böyle neşeli günler olanda.
Arif odur ki bu zamanlarda neşe ile ganimetlenir.”
Edebiyatımızda hikemi şiirin kurucusu olarak bilinir. Düşünce ağırlıklı, didaktik eserler vermiştir. Şiirin hayattan ve insandan kopmaması, günlük hayatın içinde olması gerektiğini savunmuştur ve eserlerini bu düşünceyle, edebiyattan ve sanattan taviz vermeden kaleme almayı başarmıştır. Hatta kendisinin bazı sözlerinin atasözü olarak kabul görüp günümüze kadar geldiği bilinmektedir.
Hikemi tarzın en güzel örneklerinden biri olan Hayriyye eseri Nabi’ye aittir. Eserde oğluna öğütler yazmıştır. Ahlaki, insani ve milli bir çok öğütte bulunmuştur. Bu sayede de dönemin sosyal koşulları hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlamıştır bu eseriyle. Masal tarzı unsurlara da yer verdiği mesnevi türünde yazdığı Hayrabad adlı bir eseri vardır. Eserde bir aşk hikayesi ele alınır.
“Biz râzıyız derûnumuz olsun harâb-i garp
Ol mest-i nâza mâye-i zevk ü sürûr ise”
“İçimizin gamla harap olması, o naz sarhoşu güzelin eğlencesiyle sevincine vesile olacaksa, biz buna çoktan razıyız”
“Bezm-i safâya sâgar-i sahbâ gelăr gider
Gâyâ ki cezr ti medd ile deryâ geltr gider”
“Zevk ve safa meclisine şarap kadehinin gelip gitmesi, gerileyip ilerleyerek denizin gelip gidişi gibidir.”
“Cemin devri tamam olmuş ve ondan hatıra olarak, kadeh kalmıştır. O kadehten de bu mecliste kalan ancak bir isimdir.
Halk arasında iyilik ve ihsan âdetleri, usulleri unutulup gitmiş: sadece, alınıp verilen bir selâm kalmıştır.”








