Distopya Edebiyatı, toplumun potansiyel olarak karanlık ve istenmeyen geleceğini araştıran kurgusal bir yazı türüdür. Baskının, kontrolün, manipülasyonun ve çoğu zaman bireysel özgürlük ve hakların kaybının ön planda olduğu bir gelecek dünyasını, alternatif bir toplumu okuyuculara sunmaktadır. Kurgusal olarak farklı bir zaman diliminde ya da gelecekte geçse de hissettirdiği gerçeklik duygusu ve okuyucunun yüzüne vurulan acımasız gerçekler bu türü edebiyatta oldukça önemli kılmaktadır.
Distopya Edebiyatının sahip olduğu karanlık, gerçekçi, baskıcı ve acımasız atmosfer toplum, politika, teknoloji ve insan doğasıyla ilgili temaları keşfetmek için okuyuculara geniş anlatım teknikleri ve farklı bakış açıları sunmaktadır.

Örneğin, Distopik toplumlar genel olarak merkezi ve sadece tek bir otorite, totaliter bir hükümet tarafından yönetilir. Bu toplumda bireylerin hakları, özgürlükleri ve kişisel yaşamları büyük oranda kısıtlanmıştır. Bunun yanı sıra Distopik toplumlarda sıklıkla sınıf ayrımları ve eşitsizlikler görülmektedir. Nüfusun farklı kesimleri arasında zenginlik, kaynaklara erişim ve fırsatlar açısından genellikle keskin çizgiler vardır ve halkın büyük bir kısmı soylu insanlar tarafından ezilmektedir.
Nihayetinde, toplum içerisindeki bu uyumsuzlukları ya da rejimin insanlık dışı etkileri nedeniyle halkın yine büyük bir kısmı toplumdan soyutlanma ve yabancılaşma duyguları yaşamaktadırlar. Bu tarz eylemler aslında eşitsizlik, ırkçılık ve toplumsal ayrımcılık gibi günümüz dünyasında büyük ve önemli problemleri dile getirip eleştirmektedir.
Distopik Edebiyat Ne Zaman Ortaya Çıkmıştır?

Distopya kavramı aslında Ütopya kavramına zıtlık oluşturmak amacıyla ortaya çıkmıştır. Bu yüzden Distopya Edebiyatını tanımlarken Ütopya kavramını da bilmek oldukça önemlidir. Ütopya kavramı dolaylı yoldan İlk olarak Platon’un “Devlet” adlı eserinde bahsedilmiştir ve Platon, “Devlet” eserinde ideal toplumun nasıl olması gerektiğini anlatmaktadır. Bu eser filozof-krallar tarafından yönetilen, oldukça kontrollü bir toplum betimler ve idealize edilmiş bir toplumun ilk izlerini taşır. Sonrasında, Rönesans döneminde Thomas Moore’unUtopia eseri ile beraber Ütopya kavramını doğrudan bir şekilde ilk kez görmekteyiz. Thomas More’un “Utopia”sı, ütopik ve distopik edebiyatın gelişimini önemli ölçüde etkileyen ufuk açıcı bir çalışmadır. Kitap, Hythloday karakteri ile beraber görünüşte ideal koşullara sahip hayali bir ada toplumu ve hayatını sunmakta, ancak aynı zamanda bu toplumun zorluklarını ve kusurlarını da vurgulayıp dolaylı olarak distopik temaların araştırılmasına da zemin hazırlamaktadır.
Distopya Edebiyatının tam anlamıyla oluşması Rönesans ve Aydınlanma Dönemi sonrasında görülmüştür. Özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının etkisi ile ortaya çıkan Distopya Edebiyatı, Nazi Almanyası ve Stalinist Sovyetler Birliği gibi totaliter rejimler ve hızlı teknolojik gelişmeler, yazarların insanlığın geleceğine dair kaygılarını artırarak edebiyatın ana türlerinden biri haline gelmişti. Yazarların gelecek kaygısı, topluma ve hükümete yönelik eleştirileri, değişen teknolojinin kolaylık getirdiği kadar büyük zarar getirmesi, ayrımcılık, eşitsizlik, özgürlüğün ve bireyselliğin kısıtlanması gibi konulara yönelmesi tam anlamıyla bu edebi türün oluşmasını sağlamıştır. İlk modern Distopya Edebiyatına ait roman olarak kabul edilen “Biz” adlı eser Rus yazar Yevgeni İvanoviç Zamyatin tarafından yazılmıştır. Bu eser, bireyselliğin kolektif iyilik adına bastırıldığı, manipül edilmiş bir toplumu tasvir etmektedir.
Ütopik ve Distopik Edebiyatın karşılaştırmasını yaptığımız yazıya buradan ulaşabilirsiniz.
Distopik Edebiyat Neden Bu Kadar Önemli?

Distopik Edebiyat, yazarların karanlık düşüncelerini ve geleceğe dair hem gerçekçi hem de acımasız bir şekilde ele alınmış tahminlerini okuyucuya sunmaktadır. Fakat Distopya Edebiyatı bu tahminler ve yazarların yaşadıkları toplumun onlarda yarattıkları etkiden çok daha fazlasıdır. Öncelikle bu türün bu kadar önemli olmasının en büyük sebeplerinden biri toplumsal normları, politik ideolojileri ve güç yapılarını eleştirerek, belli noktalarda karşı gelerek, günümüzün toplumsal aynası görevini görmesidir. Bu “toplumsal ayna” güncel sorunları göz önünde büyüterek okuyucuları olası sonuçlar üzerinde düşünmeye ve alternatif yollar aramaya teşvik etmektedir.
İşte tam bu noktada Distopik romanlar korkunç koşullar altında insan davranışını inceleyerek uyum, direniş, dayanıklılık, bireysellik ve toplum gibi temaları araştırarak insanlığın ve insan psikolojisinin özüne inmektedir. Bu tarz keşifler, özellikle karanlık bir geleceğin anlatıldığı hikayelerde, insan doğasının ve toplumsal dinamiklerin daha derinlemesine anlaşılmasına katkıda bulunur. İnsanlar yapıları gereği kendi yaşadıkları topluma ayak uydurmaktadır ama her zaman yaşadıkları toplum tam anlamıyla mükemmel değildir. Bu tarz eserler herhangi bir inanışa, topluluğa körü körüne bağlı olmanın yanlış olduğunu, yeniliklere ve özgürlüğe açık olmanın önemini ve adaletsizlik, eşitsizlik karşısında sessiz kalınmaması gerektiğini vurgulayarak bireysel farkındalığı ve önemi arttırmayı savunmaktadır.

Ek olarak Distopik edebiyat, okuyuculara bu tür korkutucu geleceklerin gerçeğe dönüşmesini önlemek için harekete geçme konusunda ilham verebilmektedir. Bireyin ne olursa olsun toplum içinde özgür haklara sahip olduğu ve bireysel olarak, aksi durumlar olmadığı sürece, toplum içerisinde önemli bir yer kapladığını okuyucuya hatırlatmaktadır. Dikkatli olmanın, eleştirel düşünmenin ve demokratik değerlerin savunulmasının önemini vurgulayarak eylemlerin ve bireysel önemin kazanılması konusunda okuyucuyu teşvik etmektedir.
Distopya Türü sadece edebiyatı değil aynı zamanda filmi, sanatı ve diğer ifade biçimlerini de etkilemiştir. Popülaritesi yaratıcı uyarlamalara ve genişlemelere yol açarak eserlerde kurgunun büyümesini körükleyerek yazarları çeşitli distopik temaları ve anlatım tekniklerini keşfetmeye teşvik etmiştir.
Dünya Edebiyatı’nda önemli distopik romanlar aşağıdaki gibidir:
1984 – George Orwell

“Savaş Barıştır, Özgürlük Köleliktir, Cahillik Güçtür.”
Edebiyatın en ikonik eserlerinden biri olarak görülen “1984” totalitarizmin, sansürün ve manipülasyonun tehlikelerini gözler önüne seren ufuk açıcı bir çalışmadır. Hükümet gücünün kötüye kullanılmasına ve bireysel özgürlüklerin sekteye uğramasına karşı bir uyarı niteliğindedir. Orwell, bu ölümsüz eserde kontrolsüz hükümet gücünün, manipülasyonun ve bireysel özgürlüklerin bastırılmasının tehlikelerini göstererek totaliter bir rejimi canlı bir şekilde tasvir etmektedir. Özellikle Winston karakterinin o toplum içerisindeki yeri, psikolojisi ve Julia karakteri ile olan ilişkisi bu distopyanın etkilerini okuyucuya sonuna kadar hissettirmektedir. Romanın kasvetli tonu, “Yeni Söylem” denilen baskıcı dili toplumun manipülatif ve tehlikeli doğasını vurgulamaktadır.
Cesur Yeni Dünya – Aldous Huxley

“Eğer farklıysan, yalnızlığa mahkum oluyorsun. Yalnız olana acımasız davranıyorlar. Biliyor musun, beni her şeyden dışladılar.”
Huxley, ileri teknoloji, genetik mühendisliği ve sosyal sınıfları keskin bir şekilde ayırma yoluyla elde edilen görünüşte mükemmel fakat oldukça karanlık bir toplumun tehlikelerini ve bunun sonuçlarını ele almaktadır. Toplumun, hükümetin ve üst sınıftaki insanların insan vücuduna hükmetmesi ve buna yönelik yapılan çalışmaları bu romanın distopik atmosferine ayrı bir özgünlük katmaktadır. Görünüşte ütopya olarak yansıtılan bu toplumun ve ideallerinin gerçekten arzu edilir olup olmadığını sorgulanmaktadır. Huxley, duyguların ve bireysel düşüncelerin bastırıldığı, teknolojinin ve toplumsal sınıflanmanın insanlar üzerindeki “insanlık dışı” etkilerini araştırmaktadır. Bireyin hem zihnen hem de bedenen hükmedilmesi kişinin karakterini, zihnini ve en nihayetinde kendi kimliğini tamamen ortadan kaldırmaktadır. Bu yüzden roman, bireyin özgürlük, sevgi ve kendini ifade etme arzusu ile toplumun tekdüzelik ve istikrar dürtüsü arasındaki çatışmayı da başarılı bir şekilde ele almaktadır.
Damızlık Kızın Öyküsü – Margaret Atwood

“Cennet için sana ihtiyacımız var. Cehennemi kendi başımıza da yapabiliyoruz.”
Bu eserin edebiyattaki yeri oldukça önemlidir çünkü kadın haklarının tamamen yok sayıldığı bir distopyayı ele alarak günümüzün en büyük problemlerinden olan cinsiyet eşitsizlikleri ve sınıf ayrımları gibi konuları işlemektedir. Atwood‘un romanı kadın haklarına, sınıf ayrımına ve herhangi bir dini veya ahlaki ilkeye körü körüne bağlı olmanın sonuçlarına değinmektedir. Bunun yanı sıra ataerkil yönetimin ve manipülasyonun potansiyel sonuçlarına dair uyarıcı bir hikâye işlevi görmektedir. Hikâye, kadınların boyun eğdirildiği ve üreme amacıyla Hizmetçi rolüne zorlandığı Gilead Cumhuriyeti‘nde geçmektedir. Bu distopyada kadınların yaşadığı her olay ve bunun psikolojik etkileri iliklere kadar hissedilmekte ve okuyucuda farkındalık yaratarak toplumumuzun büyük problemlerinin korkunç sonuçlarını ele almaktadır. Bu tarz konulara değindiği için bu eser Distopik türde eşsiz bir eser olarak kabul edilmektedir.
Kaynakça
Bilim Kurgu Kulübü. “Distopyanın Tarihi: Edebiyatta Distopya”. Web.
Studiobinder. “What is Dystopian Fiction? Definition and Characteristics”. Web.


