Didem Madak – Bıktığım Şeyler ve Yeşil Fanila | Şiir Tahlili

Editör:
Sinem Aykın

Bora Aras tarafından gerçekleştirilen ve 2001 Varlık Dergisi’nde yayımlanan bir röportajında Didem Madak şunları der: 

“Şiirimin gizli öznesi değilim; orada beni bulmak çok kolay. Bu nedenle şiirimin okuduklarımdan ziyade hayatımdan, yaşadıklarımdan beslendiğini düşünüyorum.”

Yaşadıklarının bir kanıtı olarak kağıttan ve şiirden inşa ettiği kalesinin içinde, bir köşede kucağında sarman kedisiyle harlanan bir şömine başında bekler Didem Madak. Sadece kendisinin kalbiyle, bütün insanlığın kalbine hitap etmek isteyen bir manifesto olup çıkar karşımıza her dizesi. Ruhu sıcacık ama hüzünle bürünmüş çiçekler şairini yakından tanıyalım ve Bıktığım Şeyler ve Yeşil Fanila şiirini irdeleyelim.

Çiçekler Şairi Didem Madak

Çiçekler şairi Didem Madak

Didem Madak, 8 Nisan 1970 tarihinde dünyaya gelir. Şiirlerinin ve özleminin ana izleklerinden biri olan annesi Füsun Hanım ve kardeşi Işıl ile onun babası Yusuf Bey‘in Uşak’a sürgün edilmesiyle hayatlarında zorlu bir sürecin kapısı aralanmış olur. Annesini çok küçük yaşta kaybeden Didem Madak, babasının yeniden evlenmesiyle birlikte tek sığınağı ve umut ışığı olan kardeşi Işıl’a sığınır. Evden kaçış, mutsuz bir evlilik ve beraberinde hukuk fakültesini bırakması, ardından bir dizi olay, Madak’ın hayatında büyük bir etki yaratır. Bornova’da bir bodrum katında şiirler yazarken, Dokuz Eylül Üniversitesinde yarım bıraktığı hukuk eğitimini tamamlar. Annesinin ismini koyduğu Füsun adında bir kız çocuğu dünyaya getirir. 24 Temmuz 2011 tarihinde, bir yıldır mücadele verdiği kolon kanserine yenik düşerek bizlere ve hayata veda eder. 

Bıktığım Şeyler ve Yeşil Fanila Şiiri Ne Anlatıyor?     

Gözlerin bir yeşil fanilaydı balkonda uçuşan
Sicim yağmur taklidi
Bıkmıştım zor geçen kışlarımı anlatmaktan
Bardağa birkaç çiçek ıslamaktan.
Parmağımın ucunda kırmızı kenarlı bir bulut
Onu uzatırdım sana, yalnızlık gibi iri bir damla
Parmağıma düşen bir damla kandı aşk.

“Bıktığım Şeyler” yazmıştır şiirin başlığında Madak. Şiirin başlığından yola çıkarak anlayabiliriz ki bir sıkılganlık hâkim olacaktır bu dizelere. Hayal kırıklıklarının birikimi, atfedilene ve beklenene karşı oluşan bir ümitsizlik sezilir. Gözler, balkonda uçuşan yeşil bir fanilaya benzetilir. Balkon, Didem Madak’ın şiirlerinde özgürlüğü temsil ederBoğuk ve rutubetli bir yaşamının perdesinin arasından sızan kaçış ışığıdır onun için. Dışarıda yaşanan hayatla kendi kasvetli yuvasının birleşim alanıdır. Bütün bir vücudu sıcaklıkla sarmalayan bir fanila gibidir balkondaki gözler şair için. Şairin esaretinden ve kendinden bir kaçış sembolü olarak özgürce uçuştuklarını hayal ederek balkonda buluruz onları. 

Didem Madak‘ın şiirlerini incelediğimizde, aslında kış mevsimi izleğinin kendi etrafına ördüğü hüzün duvarları olduğunu anlarız. Kış mevsimi şair için geçmesi zor, iç karartıcı bir mevsim olmaktan öteye geçemez. Bu noktada da şair, zor geçen zamanlarının kış aylarında nüksettiğine dem vurmuştur diyebiliriz. 

Bardağa ıslatılarak koyulan çiçekler, sokakta bulunan kuş ölüleri, Sibel Can çalan taksiler gibi birçok metaforla karşılaşırız şairin şiirlerinde genelde. Kendisinin söylediği gibi Didem Madak, şiirlerinde yaşadıklarından ve hayatın kendisinden beslenir. Günlük hayatın varlığını şiirlerinde kullanarak samimi bir anlatım yakalarken, aynı zamanda okurun kendisinden bir parça bulması, nostalji hissinin bir parçası olması için çaba gösterir. Kederine, hüznüne ve yaşanmışlıklarına biz de bir çanta dolusu yaşanmışlıklarla katılırız. 

Bir sonraki dizede ise aşkın yalnızlıkla geldiğini vurgulamak ister. Yalnızlık iri bir damla gibidir ve aşk onunla beraber gelir; en sonunda kabuk bağlamayan ve kanamaya devam edecek bir yara gibi hep izi kalacak bir acıya sebep olur.

Seni sevince pazara çıktım sevinçten
Enginar aldım “süper enginarlar” diye bağıran adamdan
Oturup ağladım sonra, şaşırdın.
Bu “süper” oluşta canımı acıtan bir şeyler vardı.
Canımın acısıydın.
Ben bir tek o canı unutmamak için her şeyi hatırlamıştım.
Sevişmiştik.

Didem Madak‘ın şiir tarzının kendine özgü, itirafçı bir şiir olduğunu söyleyebiliriz. Bu dizelerde de sevindiğini veya ağladığını belirterek bir itirafta bulunmuştur aslında. Anlamı daha derinleştirmek istersek, oturup ağlamasını ne okuyucunun ne de şiirdeki insanın karşısında güçsüzlük olarak görmez. Karşısındakinin şaşırmasının onun için bir önemi yoktur. O, kendi katarsisinin kurbanıdır. İnsanın duygularını olabildiğince şiirin potasında eriterek onları itirafının ve hissettiklerinin bir parçası haline getirir. 

Hayatın en basit sözcük kullanımlarında bile “süper” olmadığını savunmak isteyen bir tarafı vardır. İnsan denilen varlığın eninde sonunda hisleri tarafından yönetilen bir kukla olduğunu, sevmek ve sevilmenin acısının her şeye rağmen varlığını sürdürdüğünü bize anlatmaya çalışır. 

Evde binlerce tespih böceğinin ayak izleri
Sevişmiştik.
Biri başımdan aşağı pırıltılarla dolu bir sözlüğü
boşaltmış gibi
Seni sevince kıpırdayan her şiiri
Kahverengi bir çaydanlıkta saklıyorum

 

Güzel sözlerin tapınağından seslenir şair bir sonraki dizelerde bize. Güzel sözlerle kandırılmış bir ruhun heyecanı vardır anlatımında. Okuduğu şiirlerde, izlediği filmlerde, gezdiği sokaklarda sevginin parmak izini bulur. Bu noktada yine samimi bir yaklaşım yakalarız Didem Madak‘ta. Kahverengi çaydanlık, günlük yaşamda, kahverengi olmak zorunda olmamasına karşın her evde bulunan bir ögedir. Anıların paylaşıldığı, hikayelerin anlatıldığı sıcak sofralarda karşılaşabilecek en güzel parçadır çaydanlık. Şairin de bu noktada içini ısıtan ve sevgiden içini kıpırdatan şiirleri, anı çemberinin önemli ögelerinden birine saklaması, içini kimseye dökememesinin bir sembolü olarak görülebilir. Bu yaralanmış ümidini bizimle aynı sıcak sofralarda paylaşmak isteğindedir. 

Sonra gittin.
Birlikte kışlıkları naftalinleyecektik.
Söz vermiştim unutmayacaktım gözlerini
Bir yeşil fanila gibi ipte, alıp ütüleyecektim.
Herkese iyi akşamlar demeyi öğretecektim gözlerine.

“Sonra gittin” der yazar. Hayal kırıklığı hâkim olur artık bundan sonraki cümlelerine. Kışlıkları naftalinlemek, günlük hayatta karşılaştığımız bir metafordur. Günlük hayattan olduğunu belirtmemin sıklığı, Didem Madak‘ın hayatın olağan akışının bir parçası olduğunu ve bunun içinde hislerini evrimleştirdiğini gösterir. Didem Madak’ın kış zamanlarının zor geçtiğini hissettiğini belirtmiştim. Bu zorluğa karşısında yanında bir figür görmek ister o yüzden. Günlük hayatın olağan akışının sadeliğini yaşayabileceği, kötü hissettiği kış zamanlarında onu sarmalayacak, bilecek bir hayat arkadaşı arzusu vardır. O kişiye veya hissettiği sıcaklığa atfettiği bir özen söz konusudur. Ütülemek, özeni gösterirken iyi akşamlar dilemeyi öğretmek, hiçbir şey bilmeyen bir çocuğa hayatın sıradan akışını öğretmek kadar zahmeti göze aldığını gösterir. 

Sonra gittin.
Çocuk oldum bir daha, ağladım.
Kaç şiir, kaç kere sular altında kaldı.
Kitaplar, aşk, her şey.
Her şeyi son bir kere daha kurtaramazdım.

Şiirlerin defalarca sular altında kalması, geri döndürülemez; döndürülse bile artık yıpranmış ve dizeleri okunmayacak bir aşk hikayesinin anlatımıdır. Aşk, yaşanmışlıklarla, incinmişliklerle yıpranır ve en sonunda Didem Madak’ın ümitle kahverengi çaydanlığına koyduğu şiirler, hislerin kara deliğinde kaybolmaya mahkûm kalır. Dizenin devamında çıkarım yapabileceğimiz gibi, defalarca kurtarılmaya çalışılmıştır aslında bazı şeyler. “Her şeyi son bir kere daha kurtaramazdım” ufak çaplı bir yorulmuşluk çığlığı gibi gelir kulağa. Sevdiği balerini görmek uğruna kurtulduğu türlü ihtimaller sonunda bir şöminenin alevlerinin arasında sevdiğine bakarak yanmayı kabul eden bir kurşun asker gibidir şair. 

 

Keşke nane şeker gibi mentollü bir buluttan doğaydım
Sonra gittin.
Beyaz bir küf büyüdü evde, tersten yağan kar gibi.
Keşke dünya toz şekeri ile kaplı olsaydı.
Çocuk oldum sonra ağladım, yağmur bile beni ayıpladı.
Söz dedim, söz verdim.
Ruhumu gömdüğüm yer hala belli.

Hayatındaki sembolün gidişi ile birlikte gitmiştir bütün mutluluklar onun için artık. Duvarlarını sevgiyle ördüğü evin içini tekrardan rutubet, küf basar.  Dizelerinekeşke”ler hâkim olmaya başlaması, geri döndürülemezliğe karşı çocukça isteklerle oluşturduğu manifestosu olur. Kendine söz vermesi, son kez ayakta durma çabasından başka bir şey değildir. 

Güneşi özledim, sonra seni
Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım.

Sonra gittin
Gözlerin bir yeşil fanila unutulmuş balkonda
Sicim yağmur taklidiydi
Artık iyice inceldi.

Sona yaklaşmıştır Didem Madak artık bu dizelerde. Son itirafında bulunur, son keşkesini fısıldar çaresizce. Fesleğenler, güneşi seven bitkilerdir. Güneş altında olgunlaşan yaprakları, güneşe çok maruz kaldığında yanmaya mecburdur ve tabii ki sonucunda bitkinin ölümü gelir. “Gölgesine razı bir fesleğen olmak” benzetmesi de bu duruma benzer. Sevmeye ama üzülmeye çok maruz kalmasına rağmen özler karşısındaki insanı. Gölgesine razı olmayan bir fesleğenin yapraklarının yanması gibi hissettiklerine rağmen yine özlemesi ruhunun en güzel kıyılarına uzanan dalları yakar geçer. Şiirin başında esaretinden bir kaçış gibi görülen yeşil bir fanilayı andıran gözler balkonda uçuşmaktadır. Son dizelerde ise artık balkonda unutulmuşlardır. Hayatının her köşesine bir sicim yağmuru gibi yoğun ve sürekli olarak etki eden bu gözler artık yok olmaya mahkûmdur. 


Kaynakça:

  1. Madak, Didem. Grapon Kağıtları. İstanbul: Metis Yayınları, 2021.
  2. “Bir Didem Madak Röportajı: Bazen Kendimi Korumak İçin Sevimli Bir Kirpi Gibi Davranıyorum Ama Dikenlerim En Çok Bana Batıyor.” BubiSanat. Web. 26.10.24
  3. Salman, Cemal. “Didem Madak Şiirinde Zaman ve Mekân.” Didem Madak’ı Okumak (2015): 217-250.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Morlara Bürünmüş 8 Albüm Kapağı Tasarımı

Mor renginin hâkim olduğu 8 albüm kapağını inceliyoruz.

You Final Sezonu İncelemesi: İyilerin Kazandığı Dünyada Mutlu Bir Son

You, final sezonuyla izleyicilerine veda ederken Joe Goldberg'in hikâyesi sona eriyor.

Nickel Boys Film İncelemesi: Deneysel Sinema ve Tarihin Birleşimi

2025 Oscar Ödülleri'nde ilgi gören Nickel Boys, iki siyahi gencin bir reform okulunda yaşadıklarına odaklanıyor.

Orhan Kemal – Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl | 22 Alıntı

Türk edebiyatının iki büyük ustası Nâzım Hikmet ve Orhan Kemal'in Bursa Cezaevi'nde koğuş arkadaşlığı yaptıkları yıllara ve sonraki mektuplaşmalarına değinen Nâzım Hikmet'le 3,5 Yıl kitabı, Kemal'in kalemiyle çok içten ve etkileyici bir üslupla okurun karşısına çıkıyor.

İskenderiye Kütüphanesi: Efsane ve Gerçek

Efsane ve Gerçeğin ortak noktası, tarihin tozlu raflarına kaldıramadığı bilgi yuvası: İskenderiye Kütüphanesi.

İstanbul Ansiklopedisi Dizi İncelemesi: Kalabalığın Yalnız İnsanları

İstanbul Ansiklopedisi, büyülü İstanbul sokaklarında hem hayat bulmanın hem kaybolmanın öyküsünü anlatıyor.

Söylenti Edebiyat Editörleri Bu Ay Neler Okudu?

Söylenti Edebiyat editörleri olarak her ay neler okuduğumuzu, nelerin altını çizdiğimizi yakından incelediğimiz serimizin nisan ayı listesi ile karşınızdayız!

Yelpazeli Kadın (1918) Tablo Okuması: Gustav Klimt’in Son Eseri

Yelpazeli Kadın tablosu, zarafeti ve özgünlüğüyle hem sanat tarihine hem de Klimt'in kariyerinde büyük bir önem taşımaktadır.

Dante’nin İlahi Komedyası’nda İnsanlığın Mitolojik ve Manevi Seyahati: Kayboluşun Karanlığı ve Kurtuluşun Işığı

Dante’nin İlahi Komedyası; insanlığın ahlaki seçimlerini sorgulamasına, içsel çatışmalarını aşmasına ve evrensel sorulara yanıt bulmasına rehberlik eder.

Kırmızının Tonlarına Bürünmüş 7 Yabancı Albüm Kapağı

Temalarında kırmızı renginin ön planda olduğu ve gizli anlamlarıyla bizi farklı yolculuklara çıkaran albümleri sizler için derledik.

Editor Picks