Decision To Leave: Aşkı Derin Okyanuslara Gömmek

Editör:
Günsu Akçatepe
spot_img

Park Chan-Wook‘un usta kurgu yeteneğini altı yıl aradan sonra bir kez daha seyircisine kanıtladığı, beklenmedik bir şekilde romantik bir suç gerilimi filmi olan Decision To Leave, Filmekimi kapsamında ülkemizde seyirciyle buluştu. Karmaşık bir gizemi ve geniş bir komediyi mükemmel şekilde harmanlayan, Hitchcockvari bir havaya sahip, dolambaçlı bir suç gerilimi gibi görünen ama açıldıkça içinden bir aşk hikayesi çıkaran filmin temasında arzu ve ahlak arasında imkansız bir romantizm ve içsel bir çatışma yatıyor.

Gerilim sinemasının ustası Park Chan-Wook, senaryosunu Seo-kyeng Jeong ile birlikte yazdığı bu filmi “Bu kayıp hikayesini trajik yönüyle anlatma yerine, yetişkinlere hitap edecek şekilde, incelik, zerafet ve mizahla ele almayı tercih ettim” diyerek anlatıyor.

Tırmanış yaptığı dağdan şüpheli bir şekilde düşen varlıklı bir adamın cesedi, şehirden uzakta bir alanda bulunur. Olayı araştırmak için dağ yamacına giden dedektif Hae-Joon, ölümün bir cinayet olabileceğinden şüphelenir. Bu durum üzerine polis, ölenin yakınlarıyla, özellikle de esas şüpheli olan karısı Seo-Rae ile görüşür. İşte bu süreçten sonra da ikili arasında tuhaf bir çekim oluşmaya başlar. Kocasının ölümünden sonra pek de üzgün görünmeyen Seo-rae izleyiciye ideal bir suçlu olarak sunuluyor. Hırslı genç polis müfettişi Hae-Joon ve üstündeki şüphelere rağmen dürüst ve cüretkar Seo-rae arasındaki karşılıklı hayranlık ve yakınlaşma senaryoda ustalıkla çizilmiş. Hae-joon, Seo-rae’yi gözetlemeye başladıkça ve onun tuhaflıklarına takıntılı hale geldikçe davadan daha fazlasına kapılmaya, Seo-rae hakkında bilgi edinmek için profesyonel çizgiyi aştığında daha fazla hatalar yapmaya başlıyor. Park Chan-Wook, ister şehrin sabah sisi, ister Hae-joon’un gözünü temizlemek için kullanması gereken göz damlaları olsun, odak noktasını kaybetme metaforunu hikayesine zekice yerleştirmiş. Bulanık görüşü arttıkça olayları doğru göremiyor. İlk başta çok çabuk bitecek gibi görünen hikaye, ikinci yarısından sonra katlanarak açılıyor.

“Beni sevdiğini söylediğin an, aşkının bitmesi gerektiği andı. Ve senin aşkın bittiğinde, benimki başladı. “

Adaleti sağlamak isteyenle suçlu arasındaki aşk hikayesini daha önce defalarca kez izlemişizdir fakat Park Chan-Wook’un yarattığı aşk bu alışageldiklerimizden çok farklı bir yolculuğa çıkartıyor bizi. Çok az fiziksel temas bulunduran hikayede ikili arasında yalnızca duyguların yoğunluğunu hissediyorsunuz. Tek gerçek gizeminin aşkın kendisi olduğu bu cinayet kılığındaki film, aşk duygusuyla savaşmaya ve onsuz bir hayatın mümkün olup olmayacağını sorgulamaya itiyor bizleri. Alışılmadık kamera hareketleri, yağlı boya tablolarını andıran sinematografisi ve dolambaçlı olay örgüsüyle bu filmde de diğer her filminde olduğu gibi bir Park Chan-Wook stilizasyonu görüyoruz. Yavaş yavaş filmin ince işlenmiş trajik aşk hikayesine batmaya başlıyorsunuz.

Filmin ikinci yarısı ilkini giderek daha büyüleyici şekillerde yansıtıyor. Hae-joon’un hayatına başka bir cinayet daha giriyor. Bu yeni cinayet birincisiyle paralellik buldukça Hae-joon ile Seo-rae arasındaki aşk hikayesi daha da güçlendiğinden, kurgu daha da yüksek ve heyecan verici hale geliyor. Chan-Wook temel olarak bu karakterleri kuruyor, ilk yarıda tanımlıyor ve ardından ikinci yarıda beklenmedik şekillerde birbirlerinden sektiriyor. Hae-joon’u başta gerçekten rasyonel bir insan olarak kuruyor, böylece onun rutinlerinden kurulduğunda nasıl biri olduğunu daha iyi görüyoruz. Ayrıca film iletişim temasıyla da harika bir oyun oynuyor. Seo-rae Korece konuşuyor fakat bazen kendini ifade etmek de zorlandığın da anadili Çince olan bir çevirmen uygulaması kullanmak zorunda kalıyor. Bu insanların birbirleriyle nasıl doğrudan konuşmadıklarını vurgular nitelikte.

Chan-Wook, Decision to Leave’de sürekli olarak büyüleyici fikirler arasında hokkabazlık yapıyor ve ustalık açısından inkar edilemez derecede keskin. Hikayenin her iki tarafını da güzel bir şekilde dengeleyerek, her iki tarafının da beklenmedik yönlere gitmesine izin veriyor. Chan-Wook ve Seo-yeong’un hikayesi tamamen değişen bakış açıları ve sizin bakış açınıza bağlı olarak dünyanın nasıl büyük ölçüde değiştirilebileceği ile ilgili. Seo-rae’nin kocası, öldüğü dağı günden güne bir arınma olarak görürken, Seo-rae potansiyel olarak bunu istismarcı ilişkisinden kaçmanın temiz bir yolu olarak gördü. Ama daha da geniş bir ölçekte, Decision to Leave gördüklerimizi ve bu hikayeyi nasıl algıladığımızı sorgulamamızı sağlıyor. Seo-rae, suçlarından kaçabilmek için Hae-joon’u kendine çekmeye çalışan harika bir aktör mü yoksa umutsuzca Hae-joon’a aşık mı oluyor?

Çok uzun zamandır özlem duydukları sevgiyi ve belki de birbirlerinde aradıkları her şeyi bulan iki insan. Bu karakterlerin ikisi de oldukça çekingen, ancak Park Hae-il ve Tang Wei‘nin performansları, yüzeyin hemen altına gömülü, neredeyse kabuklarından fırlamaya hazır arzu ve tutkuyu oldukça açık şekilde izleyiciye gösteriyor. Decision to Leave, Chan-Wook’un The Handmaiden‘ına neredeyse bir kontrpuan görevi görüyor, çünkü bu tamamen sessiz bakışlar ve diğeri tarafından yapılan varsayımlarla anlatılan bir aşk hikayesi.

İster uykusuz Seul’de ister aralıksız bulutlu kırsalda olsun, sahneleri seyirciyi gönül rahatlığından uzaklaştıran titiz bir bakış açısıyla sahneliyor. Sadece film izlemiyoruz. Hae-Jun’un yanında umutsuzca davayı çözmeye çalışırken, kafamız düşünceli bir şekilde yana eğiliyor, onun gibi biz de Seo-rae’nin güzelliğine ve büyüleyici bakışlarına kapılıyoruz. Sadece dedektif gizemi ve romantizmi harmanlamakla kalmıyor. Aynı zamanda Decision to Leave garip bir şekilde komik, diğer her detaya mükemmel şekilde uyan kara mizahla dolu. Park Chan-Wook tüm bu malzemeleri zahmetsiz şekilde bir araya getirebilen büyüleyici bir yönetmen olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Frankenstein Canavarının 90 yıllık Evrimi: Sinemada 8 Farklı Görünüm

1931'deki hantal Karloff'tan 2025'in duygusal Jacob Elordi'sine... Frankenstein canavarının sinema tarihinde Gotik edebiyat mirasını nasıl dönüştürdüğünü keşfedin.

Müzik Festivallerinin Peşinde Avrupa Turu

Avrupa'nın önde gelen müzik festivalleri ile yaz boyunca geziyoruz.

S.D.B.D.A. Veyahut Yan Yana Film İncelemesi: Birlikteliğin Birleştirici Gücü

Feyyaz Yiğit ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu Yan Yana, farklı dünyalardan gelen iki adamın mizah ve içtenlikle kurduğu dönüştürücü bağı etkileyici biçimde anlatıyor.

Boyarken Düşünmek: Sanatla Zihinsel Arınma

Modern çağın zihinsel gürültüsünü durdurmanın yollarından biri boyamaktır. Sanatla akışa girmek, kaygıyı azaltıp, derinlemesine odaklanma ile aracılığıyla zihinsel arınmayı mümkün kılar.

Dire Straits – Brothers In Arms: Bir Savaş Eleştirisi

Klavye ve gitarın ikonik ismi Dire Straits'in Brothers In Arms ile sunduğu savaş karşıtı bakış açısını inceledik!

Haunted Hotel Dizi Analizi: Ölüm ve Yaşam Arasında Alaycı Bir İşletme

Korku ile komedi türlerini harmanlayan Matt Roller, izleyicilere yepyeni bir fantastik evren sunuyor.

Frankenstein Filmine Referans Olan Tablolar

Frankenstein filmi yalnızca konusuyla değil, sanatsal yanıyla da bizlere çok şey anlatıyor.

TikTok’un Kütüphanesi: BookTok’ta Popüler Olan 10 Kitap

BookTok, kullanıcıların kısa videolarla paylaştığı bir dijital kitap topluluğu haline gelmiş ve bir kitabın popülerliğini hızla arttıran bir platform olmuştur.

Kayayı Delen İncir Aslında Ne Anlatıyor?

Kayayı Delen İncir, Turgut Uyar’ın 1982 yılında, ilk kez Karacan Yayınları tarafından yayımlanan ve aynı yıl Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazanan şiir kitabıdır.

Julianus: Son Pagan Bizans İmparatoru

Roma'nın dinden dönen imparatoru Julianus’un Paganizmi canlandırma çabaları, askeri zaferleri ve tartışmalı politikalarıyla bıraktığı mirasın izini süren bir portre.