Dark City Film İncelemesi: İnsanın Özüne Yolculuk

Editör:
Asiye Tuna Deniz
spot_img

Alex Proyas’ın yönetmenlik koltuğunda oturduğu ve senarist kadrosunda yer aldığı 1998 yapımı Dark City, döneminin diğer bilim kurgu türündeki filmlerinin gölgesinde kalmış pek çok yapımdan biridir. Oyuncu kadrosunda Rufus Sewell, Kiefer Sutherland ve Jennifer Connely gibi isimlerin bulunduğu yapım her ne kadar günümüzde pek bilinmese de sinema tarihindeki önemli bilim kurgu yapımlarının arasında yer alır. Şimdi gelin bu filmin karanlık dünyasını daha yakından inceleyelim.

Distopya

Filmde kurulan dünya modeli tamamen farklı bir düzende işlemekte olup “The Strangers” adı verilen yaratıkların kontrolündedir. Yeraltında yaşayan, zamanı durdurabilen ve içinde bulunduğu dünyanın görünümünü değiştirebilen yaratıklar belirli bir amaca hizmet ederler. İnsanlar hikayede her ne kadar nereden geldiklerini hatırlamasalar da The Strangers’lar tarafından dünyadan kaçırılmış olup başka bir dünya modelinde denek olarak incelenmektedirler. Söz konusu dünya modeli incelendiğinde burada Güneş’in hiç doğmadığı, düz bir eksen üzerinde ve uzay boşluğunda yer aldığı gözlemlenir. Ayrıca, gece yarısı olduğu vakit bütün hayat bir süreliğine durdurulur ve The Strangers’ların istediği değişiklikler sistematik olarak uygulanır. İnsanlar tekrar ayıldığında öncesini hatırlamadıkları bir dünyaya gözlerini açarlar. Öyle ki değişim geçiren insanlar bu durumun bilincinde olmamakla birlikte yeni gerçekliklerini tamamen kabul etmiş bir şekilde hayatlarına devam ederler. Bu durum yeryüzündeki insanların herhangi bir sorgulama amacından uzak, sistemin işleyen çarklarından biri haline gelen robotik birer forma dönmelerine neden olur.

İnsanın Özü

Filmin ve aynı zamanda The Strangers’ların cevap aradığı en önemli olgu “İnsanın özü nedir?” sorusudur. Gece yarısı uyuşma saatinin bir habercisi niteliğindedir. Uyku hali sırasında olan insanlardan bazıları değişime uğratılır. Bu değişim Dr. Daniel Schreber’in enjeksiyonu aracılığıyla gerçekleşmekte olup insanların hayatları ile birlikte kişiliklerinin de değiştirildiği bir değişimdir. Böyle bir değişimin amacı insanı özgün yapan şeyin varlığı ve niteliği üzerine bir değişimdir, deneydir.  Filmde insanın özü hiç şüphesiz iradesi olarak karşımıza çıkartılır. John Murdoch’un bitmek tükenmek bilmeyen hırsı ve daima koruduğu iradesi onu diğer insanlardan ayrı bir konuma getirmekle birlikte The Strangers’ların hedefi konumuna da getirir. John bulunduğu konumda The Strangers’lar için sadece bir düşman değil, aynı zamanda aradıkları sorunun cevabını sezdiren bir ipucudur.

Sistemdeki Çatlak

John Murdoch sistemin işleyen çarklarının arasına sıkışmış bir taş ile benzer niteliktedir. Yeryüzündeki diğer insanların aksine uyutulmaya karşı bir bağışıklığı bulunmaktadır. Söz konusu bağışıklık ise filmin içindeki çatışmanın sebebidir. John elinde birtakım güçler bulunmaktadır ki bu güçler The Strangers’larda olan güçlerin aynısıdır. Elinde tuttuğu bu silah John’u geçmişini, dünyayı, düşmanını ve kendini anlamlandırma macerasına iter. John’un sahip olduğu güçler kurulacak yeni ve belirli bir ölçüde gelişmiş başka bir dünya modelinin habercisidir. Kurulan yeni dünya modelinde her şeyden önce Güneş uzun bir süre sonra tekrardan doğar ve karanlık şehir tamamen aydınlanır. Deniz suları mevcut modelin etrafını sarmalar ve sonsuzluğa uzanan ufuk çizgisi belirir. Ufuk çizgisi burada insanların kazandığı özgürlüğün bir temsili olarak okunabilmektedir. John ve Emma Murdoch çiftinin yeniden birlikteliğini ise yeni dünya düzenindeki Adem ve Havva’nın bir tasviri olarak yorumlamak mümkündür.

Anlatı

Filmin alegorik anlatım tarzı pek çok okumaya imkan vermektedir. John Murdoch karakteri üzerinden ilerlersek aslında The Strangers’ların sorusunun cevabının onda saklı olduğu kolay bir şekilde görülebilmektedir. Film, anlatısını temsiller üzerine kurmuştur. John Murdoch’ın mevcut distopya içerisinde kendine bir ütopya kurması filmde Shell Beach ile somutlaştırılır. Shell Beach John’un hafızasında olan, hiç kimsenin hatırlamadığı ama varlığının kabul edildiği bir konumdadır. John en sonunda Shell Beach’e ulaşır ve bunun bir yanılsamadan, arkası boş bir duvardan ibaret olduğunu öğrenir. Duvarın arkasındaki karanlık boşluktan Güneş’i, aydınlığı çağıran John Murdoch burada ateşin temsili olan Güneş’i insanlığa vererek Prometheus’un bir temsili olarak da karşımıza çıkar. Bu ve benzeri okumalar filmin anlatı tarzının bir ürünüdür.

Sinematografi

Alman Dışavurumcu Sineması’nın etkilerini de taşıyan film kurduğu sinematografi ile  izleyiciyi içine çekmeyi başarır. Karanlık ve aydınlık, anlatıya uygun ve sürekli olarak iç içe geçmiş bir halde göze çarpmaktadır. Sert ışıklandırmaları yine sert gölgeler takip etmektedir.  Dekorlar son derece keskindir. Karakter tasarımlarına gelindiğinde ise The Strangers’ların son derece açık bir şekilde 1922 yapımı Nosferatu’daki vampir görünümüyle benzerlik taşıdığı görülür. Bu durum Murnau’nun yönetmenliğini yaptığı Nosferatu filmine bir selam olarak yorumlanabileceği gibi insan kanıyla beslenen vampir tasviri filmin hikayesine bakıldığında oldukça mantıklı hale gelmektedir.

Dark City bizim için sinema tarihinin karanlıkta kalmış hazinelerinden biridir. Film anlatısını insanlık kavramı etrafında şekillendirmesiyle, sinematografisiyle ve akılda bıraktığı sorularla yüksek bir seyir zevki vaat eder. Tüm bu nedenler ve daha fazlası bizim için Dark City’i izlenmesi gereken filmler listesine yerleştirir.

Filmin fragmanına buradan ulaşabilirsiniz:

 

Kaynakça

Kahramangiller.com “Metaforların Işığında Karanlık Bir Dünya”. Erişim:09.01.2024. Web

Wannart.com “Dark City, İnsan ve Distopya”. Erişim:09.01.2024. Web

Beyazperde.com “Gizemli Şehir-Dark City”. Erişim:09.01.2024. Web

Öne Çıkan Görsel: Web

 

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

Louvre Müzesi’nde Soygun: Sekiz Dakikada Çalınan Sekiz Mücevher

Dünyanın en büyük müzesi Louvre'da sekiz dakikada çalınan sekiz mücevherle dünya sarsıldı. Tarihe geçen soygunun gizemi hâlâ çözülemedi.

BoJack Horseman Dizisinin Unutulmaz Replikleri

Mizah ve dramı buluşturan BoJack Horseman ve hayatın gerçeklerini yansıtan unutulmaz replikleri.

Jane Eyre Nasıl Jane Eyre Oldu?

Jane Eyre, edebiyat tarihinin en önemli kadın figürlerindendir. Onun bakış açısını, deneyimlerini takip eden herkes yaşamını kendinden emin, dik duruşlu birey olarak sürdürebilir.

Soma: Hint Tanrılarının Mucizevi İçkisi

Soma, Hint mitolojisinde tanrıların içkisi olarak bilinir. Canlandıran, zenginlik ve sağlık veren bu içki aynı zamanda tanrılaştırılmıştır.

Ters Cepheye Bakan Balkonlar: Hayatın Arka Yüzünden Bakmak

Ters cepheye bakan bir balkon, insanın içe dönüşünü; ön cephe ise hayata ve topluma açılmayı simgeler. Denge, ruhsal bütünlük için gereklidir.

Linkin Park – From Zero Albüm İncelemesi: Yeniden Doğuş

Chester Bennington’ın ölümünden yedi yıl sonra yeni solistleri Emily Armstrong ile geri dönen rock müziğin efsanesi Linkin Park'ın "From Zero" albümünü inceliyoruz!

2000’lerin En Çok Ses Getiren 10 Asya Filmi

2000'lerde evrensel bir sanat gücü hâline gelmiş Asya sineması, yeni türlerin doğmasına ve sinematik dilin evrilmesine öncülük etmiştir.

Muzaffer Şerif Deneyi: Toplumsal Normların Yaşamımıza Etkisi

Türk Psikolog Muzaffer Şerif sosyal deneyleriyle toplumsal normlara alışılmışın dışında çözümler sunarak küresel bir üne kavuşmuştur.

Problem Ben: İçimizdeki Anti Kahramanlara Yazılan 5 Şarkı

Yalnız ve duygusal bir çıkmazda kalan "anti kahramanlara" ithaf edilmiş bu yazı, onlara yoldaşlık eden 5 şarkıyı ele alıyor.

Rick Owens, Temple of Love: Moda ve Varoluş Üzerine Bir Manifesto

Rick Owens’ın “Temple of Love” sergisi, modayı sanat, politika ve kişisel ifadeyle buluşturarak karanlık, büyüleyici ve şiirsel bir deneyime dönüştürüyor.

Editor Picks