Şükrü Saraçoğlu, Milli Mücadele Dönemi’nde memleketin bayırlarında işgalcilere direnen bir gönüllü, Varlık Vergisi’ni çıkarıp ödemesini yapamayan kendi muallimini bile Aşkale’ye sürgüne veren devlet adamı, Köy Enstitülerini ve ziraatı destekleyen bir milletvekili, sarı-lacivert renklerin koyu sevdalısı ve prestijli uluslararası gazetelerden olan Time’a kapak ve yazı konusu olmuş üç büyük Türk’ten sadece bir tanesi o.
Ailesi

Asıl ismi Mehmet Şükrü Saraçoğlu olsa da herkesin dilinde o ismiyle tanınır bu Cumhuriyet Aydını. 1886 yılının temmuzunun birinde, İzmir-Ödemiş’de doğmuştur. Yaşamı boyunca birçok alanda ihtisası olacak olan Mehmet Şükrü’nün, ilk ismi olan Mehmet, o dönemin birçok ailesinde de görüldüğü gibi babasından miras kalmıştır. Babası Tevfik Mehmet Bey, annesi Şerife Hanım’dır. Dört kardeşlerden en büyüğü olan Şükrü bey, kardeşlerinin (Hüseyin, Rüştü ve Hamit) sorumluluğunu alacak kontrolde ve bilinçte bir çocuk olsa da, zaman zaman çocukluğun verdiği afacanlıklarda kendini bulurdu.
İlk Tahsil Yılları

Eğitime başlayacağı ilk yıllarında Osmanlı Devleti eğitim konusunda diğer Avrupa devletlerine göre geri kaldığını anlamış, eğitimi çağdaş ve modern hâle getirmek için 1896’da Eski Hayvan Pazarı İbtidai Mektebi‘ni açmıştır. Türlü yaramazlıklarla geçen bu yıllarda, 1899’da okulu bitirmeyi başarmış ve aynı yıl Rüştiye Mektebi‘ne başlamıştı. Bu yıllarda hem okuyup hem de mahalle bakkalında çalışarak kendine harçlık çıkartan Saraçoğlu, kimi zamanlarda Ödemiş Kaymakamı Münir Bey‘le sohbet ederdi. Onun ince ve kıvrak zekasını keşfeden Münir Bey, bu çocuğun babasıyla konuşacak ve onun ileride İzmir İdadisi’ne başlamasına sebep olacak kişilerin en başında gelecekti.
Hayatının belirgin dönüm noktalarından ilki olan bu dönemde, 1906 yılında İzmir İdadisi‘ne başlamıştır. İdadiler bu dönemde yeni yeni açılmaya başlanmış olup, geleceğin parlak simalarını yetiştirmeye başlayacaklardı. İleri dönemlerde riyaziye öğretmenliği de yapacak olan Şükrü Bey’in matematiğe ilgisi ve başarısı çok yüksek olsa da onun kafasında Münir Bey’den kalma olan kaymakamlık mesleğine kendini kaptırmıştı. Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Hilmi Uran gibi birçok ünlü ismin de mezun olduğu bu okuldan 1906 yılında mezun oldu.

Osmanlı’da devam eden eğitimdeki yeniliklerden biri de idari işlerdeki yönetim eksikliğinden dolayı Mülkiye Mektebi açılmasıdır. Burada okumak için İstanbul’a gelen Mehmet Şükrü Bey, Fatih’in Malta Çarşısı Şekerci Hanı’nda kalırdı. Bir sene sonra yanına İzmir İdadisi’nden Hilmi Uran gelir ve birlikte hayatlarını kıt kanaat idame ettirirlerdi. Bu yıllarda ise Saraçoğlu ülkenin içinde bulunduğu gündemi yakından takip edecek ve yeri geldiğinde ise İttihatçılarda ve Kuvayi Milliye‘de yerini hemen alacaktı.
Mesleğinde İlk Yılları

“Olursa İzmir olur, olmazsa Yemen’e gideriz.
Çünkü İzmir olmadıktan sonra Türkiye’nin hiçbir yeri bizim için farklı değildir.”
Bu sözler ilk görev yeri ile ilgili dönemin İçişleri Bakanı Talat Paşa‘yla sohbetinden bizlere kalmıştır. Mülkiye Mektebi’nden mezun olduktan sonra, stajer kaymakam olarak başlayabilmek için tercih yapması gerekiyordu. Saraçoğlu’nun aklında ise ilk önce Şark Görevi‘ni icra etmek istemesi sebebiyle Yemen tercih talebini arkadaşı Ali Enver’i de ikna ederek dilekçeye dökmüştür. Talebi gören Talat Paşa, bu iki genç memur adayını yanıya çağırtmış ve niçin Yemen’e gitmek istediklerini sormuştur. İşte bu sorudan sonra o sözler:
“Olursa İzmir olur, olmazsa Yemen’e gideriz. Çünkü İzmir olmadıktan sonra Türkiye’nin hiçbir yeri bizim için farklı değildir.”
Şükrü Saraçoğlu’nun dilinden dökülecekti. Talat Paşa cevaben onlara sadece bu seneye mahsus isteyenlerin tercih yaptıkları şehirde çalışabileceklerini söylemiştir ve İzmir’e gitmeye karar veren Şükrü Bey burada Maiyet Memuru olarak çalışmaya başlamıştır.
Bir yandan Maiyet Memurluğu’na devam ederken, bir yandan da İzmir Sultanisi’nde Matematik öğretmenliği görevi verilmiştir. İzmir’de yükselen hürriyet ve ittihat sesleriyle birlikte burada İttihat ve Terakki İdadisi açılmış ve buranın müdürlük görevine ise İttihat sevdalısı Saraçoğlu getirilmişti. Osmanlı’da yenilik hareketleri devam ederken, İzmir’de Maiyet Memurları özel okullarda derslere girmekteydi, bu isimlerden bir tanesi de tabii ki Şükrü Bey’di. Darülirfan ve bazı özel okullarda derslere de giren Şükrü Bey, aldığı eğitimleri şimdiden gelecek kuşaklara aktarma düşüncesindeydi.
Yurt Dışı Eğitim-Öğrenim Dönemi

İzmir’de görev yaptığı yıllarda İzmir Valisi Rahmi bey ile İttihat çerçevesinde görüşleri birleşir. Rahmi Bey, Saraçoğlu’nu tahsili yükseltmesi için desteklerini esirgemez ve sınavı kazanan Şükrü Bey Belçika’ya gider. Gittiğinde Birinci Dünya Savaşı çoktan başlayan ve bu ortamda devam edemeyen Şükrü Bey yurda döner. Döndüğünde askerlik görevi için İstanbul’a gidip birliğine teslim olan Saraçoğlu, üç ay sonra kalan kısmının bedeli için karşılığını ödeyerek İzmir’e döner. Döndüğünde eski İzmir’i göremeyen Şükrü Bey, kalmayı istese de Rahmi Bey’in yurt dışı tahsili ısrarı devam etmekteydi. En sonunda gergin savaş ortamı, hastalık, kıtlık vb. durumların tam ortasındayken, savaşın tarafsız bölgesi olan İsviçre’de eğitime gider. Osmanlı devleti bursunu alan Saraçoğlu, Cenevre Üniversitesi Ulum-i Siyasiye ve İktisadiye bölümüne kayıt yaptırmıştı. 1915-1919 yıllarında bir yandan okurken bir yandan da çeşitli Türkçülük faaliyetlerinde bulunmakla kalmayıp, Cenevre Türk Yurdu’nun kurucularından da biri olmuştur. Burada Mahmut Esat ile birlikte dünyada yaşanan gelişmelere hitaben Türklüğün haklı gerekçelerini anlatmaktan geri durmuyorlardı. Lozan Türk Yurdu’nun kurucularından olan Mahmut Esat ile birlikte Türklüğü yabancılara tanıtmak, millî edebiyat ve çeşitli konferanslarla gelenleri bilgilendirirlerdi. Savaştan ve cephelerden kötü haberler alan Saraçoğlu ve arkadaşları durmaksızın yazmaya, konuşmaya, anlatmaya devam ediyor, onları takip eden İtilaf Devletleri ise onları “tehlikeli Türk Milliyetçileri” olarak tasvir ediyorlardı. Tüm bunlar yaşanırken artık onun için İzmir’e dönme vakti çoktan gelmişti.
Milli Mücadele Dönemi

İzmir’in ve çevresinin hem Yunan hem de İtalyanlar tarafından paylaşılamaması ve Osmanlı’nın görüş olarak ikiye ayrılması, İzmir’in tam bir yangın yerine dönmesine sebep oldu ve sonuç olarak burada çeşitli direniş ve kol faaliyetlerinde bulunmuşlardır.
Bu dönemde tahliye görevlerinden biri olan Burdur’daki askeri cephaneliğini Nazilli’ye sevk etmekti. Hem kendine hem de çevresine güven vermek için bu görevi alarak, Kuvayi Milliye mensuplarıyla birlikte görevi başarıyla icra etmişlerdi.

Daha sonraları ise bu başarıları sonucunda Ödemiş Belediye Başkanı, İzmir Milletvekili gibi görevleri yapacak olması her ne kadar önemli olsa da onu hep şu sözlerle hatırlayacağız:
“Yaşasın Türk Milleti.”
Bu sözler İzmir’in kurtuluş haberi geldiğinde herhangi bir kahvede oturan bu vatanperverin ağzından haklı haykırışlarla çıkmıştı.
Muhtelif Bakanlık Görevleri

Saraçoğlu mecliste kanun teklifleri, atama kararları ve bütçe ile ilgili kararlarda aktif söz sahibi ve hükûmetin aldığı kararlarda hem olumlu hem de olumsuz fikir beyan etmekten çekinmeyen bir devlet adamı portresini kendisi şimdilerden çiziyordu.
Eşkıyalık faaliyetlerine ilişkin olarak Jandarma kuvvetinin güçlendirilmesi gerektiğini, Kurtuluş Savaşı’nda alınan vergilerle ilgili mahir zamanlarda alınan bu paralar vatan için kullanıldığı ve iadesinin olmayacağını, Adliye Bakanlığı’nda memur maaşlarının gerektiği kadar olmasını vurgulayan Saraçoğlu’nun en dikkat çekici yaklaşımı ise eğitim alanında öğretmenlik maddesi idi. Burada öğretmen olmak ile öğretmenlik ünvanı hak etmenin farklı anlamlara geldiğini net bir şekilde vurgulamıştır.
Bazı yönlerden farklı bakış açılarıyla yaklaşmaktan geri durmamıştı. Türk şirketleri tarafından işletilen ve üzerinde Türk bayrağı taşıyan gemilerden kanunda gümrük vergisi yazılı olmasına rağmen alınmamış, deniz ticaretinin gelişmesi için belli bir süreye kadar da alınmamasını savunmuştu.
Devletin içindeki idare ve yönetim mekanizmalarının eski, bitkin ve durağan halde olduğunu, devlet teşkilatlarının dinamik ve sağlam olması gerektiğini maddeler halinde kanun teklifi ile anlatmıştı.
İçişleri Bakanlığı bütçe görüşmelerinde eşkıyalık faaliyetlerinin artık olmadığını söyleyen bakana karşılık bunun doğru olmadığını belirtmişti. Bu sefer de Dışişleri Bakanlığı bütçe komisyonunda bir milletvekilinin sözlerine cevaben şu sözleri sarf ederek Cumhuriyet konusundaki net tavrını göstermiş olmuştur:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin sıradan bir Cumhuriyet değil demokrat bir Cumhuriyet olduğunu…”

Saraçoğlu’nun politika anlayışı tarafsız, haksız ve adaletsiz vergilere karşı, ilerlemeci ve gelişme odaklı bir yaklaşıma sahipti.
Ticaret Bakanlığı bütçe görüşmelerinde açılacak olan kibrit fabrikasına istenilen yardım ve düşük faizli kredi talebine karşı çıkan Saraçoğlu, ülkedeki tek bir fabrikaya böyle bir yatırımın yapılamayacağını ve olacaksa diğer fabrikalarında böyle bir durumdan yararlanması gerektiğini söylemesi bizlere adaletli ve tarafsız oluşunun sinyallerini vermişti.
Avrupa’ya incir ve üzüm ihracatında kullanılmak üzere yurt dışından kutu ithal edilmesi ile ilgili kanuna destek vermiş, Avrupalıların böyle güzel kutuları sevdiğini söylemiş ve millî geliri arttıran bir hamle olacağını paylaşmıştır.
Askerlik mesleği ile ilgili ise tartışmalı bir paylaşımda bulunmuştur. Askerlik mesleğini rütbeli icra eden kişilerin mevki yükselmesinde bunun bir şeref verdiğini ancak maaş farkının olmaması gerektiğini vatanperver bir istikametten söylemiştir.
Milli Eğitim Bakanlığı Dönemi

Yeni kurulan hükümette kendisine verilen bu bakanlık görevinin hassasiyetini “Hassas olan demokrasi makinesinin düzenli çalışmasının eğitim makinesinin şuurlu ve hummalı bir şekilde çalışmasıyla mümkün olacağını, bu vazife ve mesuliyetinin büyüklüğünden dolayı da kendisini bu büyük vazifeye adadığını” sözleriyle anlatmıştır.
O zamanın şartlarına göre her üç çocuktan sadece biri okul hayatına devam edebilmekteydi. Hem okul eksiği, hem bütçe, hem de yeterli öğretmen sayısının olmaması gibi birçok sebeplerle çok kısa süren bu görevi yürütmüştür.
Maliye Bakanlığı Dönemi

Mustafa Kemal hükümet kurma görevini İsmet Paşa‘ya verir ve o da Maliye Bakanlığı’na güvendiği isimlerden olan Saraçoğlu’nu getirir. Ülkenin içinde bulunduğu duruma bakarsak tarım milli gelirin neredeyse beşde dördünü oluşturmakta diğer bölümü ise sanayiyi kapsamaktaydı.Tarım bu kadar büyük bir orana sahip olsa da kullanılan ekipmanlar, yetersiz insan sayısı, nitelikli kadro olmayışı nedeniyle yerinde saymaktaydı. Ayrıca ülkenin en önemli eksiklerinden olan Merkez Bankası yoktu. Ülkedeki dışarıya bağımlılık son derece kritikti çünkü demiryolu, elektrik, su, doğalgaz gibi işletmeler harici kaynaklardan beslenmekteydi. İki dönem Maliye Bakanlığı sonrası onu yeni görevi bekliyordu.
Adliye Bakanlığı Dönemi
Cumhuriyet’in onuncu yılı münasebetiyle genel bir af kanunu çıkarılması gündeme gelmişti.Bu konuyu etraflıca İsmet Paşa ile görüşmüş ve sadece Osmanlı hanedanının yurt dışına çıkarılması ile ilgili kişiler hariç bir af kanunu tasarısı oluşturulmuş ve kabul edilmişti.
Üç dönem de Adliye Bakanlığı yapan Saraçoğlu birçok kanun taslağı çıkartmış ve uygulamaya koymuştu. Cürmü Meşhud(Suçüstü) Kanunu, Deniz Ticaret Kanunu, Noter Kanunu, Türk Medeni Kanunu‘nda düzenlemeler gibi (evlenme yaşının yükseltilmesi ve sağlık kontrolü) gelişmelerin mimarıdır kendisi.
Üçüncü bakanlığı döneminde Ankara ve İmralı hapishane ziyaretlerinde bulunan Saraçoğlu’nun amacı buradaki insanları ülkelerine faydalı bireyler haline getirme rotasındaydı. İmralı hapishanesi ziyaretinde insanların ruh halini, yaşadıkları ortamı vb. düzenlerini gözlemledikten sonra buradaki insanların aldıkları ceza süresince uygun çalışma ortamı sağlamanın ruh halleri üzerinde ve yurt menfaatine fayda sağlayacağı yönünde hareket etmiştir.
Dışişleri Bakanlığı Dönemi

Bu döneme bakacak olursak Mustafa Kemal Atatürk vefatı çerçevesinde İkinci Dünya Savaşı’nın sinyallerini veren çekişmeler eşliğinde bu koltuğa gelmiştir. Dış politikada Mustafa Kemal Atatürk’ün yokluğu ve izlediği rotanın eksikliğine karşılık Saraçoğlu geçmişten gelen izlenimler ışığında barışçıl ve tarafsız bir yol izlemiştir.
Bakanlığı süresince çevresindeki ülkelerle ikili görüşmeler yapmış olup, müzakerelerle ülkeler arasındaki bağları kuvvetlendirmeye çalışmıştır. Birinci bakanlık döneminde Celal Bayar ile görüş farklılıkları olsa da çalışmayı başarabilmiş bir eski bakan. Tarafsızlık politikası süreci, üçüncü bakanlık döneminde İtalya’nın Arnavutluk işgaline kadar sürmüş ve artık Türkiye’nin kendi kendini koruma sürecine hazırlaması gerektiğinin farkına varmıştı.Tüm bunlar yaşanırken başarılarından sadece biri olan Hatay’ın anavatana katılmasında ikili olarak sözleşme hazırlamış ve Fransa ile imzalanmıştır.
Sovyetler Birliği ile yapılan müzakerelerde ise kendisinden boğazlarla ilgili örtülü olarak taviz verilmesi konusunda söylemlerde bulunan Molotav’a şöyle cevap vermiştir: “Ankara’ya sormaya lüzum görmüyorum, yetkim bunu burada hemen reddetmeye kâfidir.” Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere kendine güvenen, yetki sınırları içerisinde görevine tam hakimiyet ve konulara ilişkin bilinciyle günümüzün hariciyecilerine örnek teşkil edecek bir hikaye bırakmıştır. Sovyetler işin ucunu bırakmamış tam dört görüşme daha yapılsa da iki tarafın da istekleri doğrultusunda tam adımlar gerçekleşmemiştir.
Başbakanlık Dönemi

İki dönem başbakanlık koltuğunda sayısız görüşme, konferans ve müzakerelere imza atan Saraçoğlu, artık yavaş yavaş siyasi kimliğine veda etme sürecine yaklaştığı görebiliyoruz.
O dönemde çıkartılan kimi çevrelerce olumsuz etki bırakan Varlık Vergisi kanunu; alınması, uygulanması, ödemesi yapılmayanlardan tazmini zorlaşması sebepleriyle belli bir süre devam edip kaldırılmıştır. Varlık Vergisi hakkında “Varlık vergisi
eseri benimdir. O kadar benimdir ki bugün aynı mevkide, aynı mali şartlarda
karşılaşırsam, bir yenisini yapmakta tereddüt etmem.” sözlerini sarf etmekten çekinmemişti.
Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu çerçevesinde ise kararlı duruşu ile şunları söylemiştir:
“Köylüyü topraksız, toprağı köylüsüz bırakmayacağız.”
Turancılık faaliyetleri kapsamında ise her zaman Türk halkının hafızalarına hatırlatarak şu sözlerle değinmiştir:
“Arkadaşlar, biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük, bir kan meselesi olduğu kadar ve laakal (en aşağı) o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan ve azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz ve her vakit bu istikamette çalışacağız.”
Turancılık faaliyetleri İzmir’de o kadar yükselir ki bir noktada kendini Nihal Atsız ve Sabahattin Ali‘nin davasında buluverir. Nihal Atsız, Sabahattin Ali’yi Türkçülük faaliyetlerinin tam karşıtı olan komünizm ile ilişkilendirir ve şikayette bulunur. Durum Saraçoğlu ve İsmet İnönü’ye kadar da gelecektir.
1946 seçimlerinde kendisi milletvekili seçilse de bakanlık veya başbakanlık görevlerinde artık olmayacağını önce kendine ve sonra gerekli mercilere iletmişti. TBMM Başkanlığı görevinden sonra ise siyasî yaşamına veda edecekti.
Çubuklunun Başkanı: Fenerbahçe Dönemi

Yürekten sevdalısı olduğu bu takımın kapatılmasını önleyen, Fenerbahçe için yasa çıkartıp şu an kullanılan stadın kiralanmasını sağlayan, daha sonra da kulüp başkanlığına geçip stadı satın almaya kadar varan birçok girişimin sahibidir Saraçoğlu.
Fenerbahçe spor kulübünün kapatılması gerginliği sürecinde ise şu sözlerle onu hatırlıyoruz:
“Hemen İstanbul’daki evime uğrayınız. Size imzalı büyük boy bir resmimi verecekler. Derhal bir olağanüstü kongre düzenleyip beni başkanlığa getiriniz.”
Bu sözlerden sonra oy birliği ile kulüp başkanlığı süreci başlamıştır. İlk kez kendi sahasına sahip olma özelliği taşıyan bu kulübün başkanlık görevini de 14 yıl başarıyla sırtlamıştı.
Time’ın Onun Hakkında Yazdıkları

Time’a kapak olan sadece üç Türk’ten biri olan Saraçoğlu; tercih, esnek duvar, daha çok Amerikalı gibi, diplomatik ilişkiler, sertlik gerekebilir ve savaş sonrası sigortası gibi birçok yönlerden değerlendirilmiş ve dış çevrelerin dikkatlerini çekmiştir.
Soyadı Olayı

Şükrü Saraçoğlu’nun soyadı olayı Mustafa Kemal Atatürk ile yaşadıkları küçük bir anıdan bizlere kalmıştır. Mustafa Kemal, Şükrü Bey’in soyadına ihtiyacı olmadığını söyleyerek, ona bir liraya attığı imzayla vermiştir. Şükrü Bey, bu soyadın herkeste var olduğunu söylese de Atatürk bu soyadın diğer herkesten sende farklı duracağını söylemiştir.
Siyasi Kimliğe ve Yaşama Vedası

Yapılan seçimlerde düşük oy alan Saraçoğlu hem politikadaki görevlerini hem de spor başkanlığı görevlerini bırakacaktı. Yılların verdiği yorgunluk artık kendinde belli etmiş ve Fransa’ya gidene kadar bilinmeyen ve bulunamayan hastalıkla burada tanışmıştı Saraçoğlu: Parkinson. Beyninde bir sıvının sürekli azaldığını, el ve kollarında uyuşmaların olduğunu söylüyordu o zamanlarda eşi Saadet Hanım’a. Hastalığının çaresi o zamanlarda bilinmiyordu ve yurda dönen çift, İstanbul’daki evlerine geldiler. Saraçoğlu ise bu hastalıkla Fenerbahçe’nin maçlarına gitmeye başlamıştı. Bilet için kuyruklara girer, maçları herkesle birlikte on ikinci adamın tam yerinden izlerdi. Hastalığına zatürre de eklenince vefat haberi tüm sevenlerine gelmişti.
Anadolu coğrafyasında doğmuş, yurt içi ve yurt dışı tahsil eğitimleri ile kendine katma değer katan, bu toprakların her karışında çeşitli görevler icra etmiş olan Şükrü Saraçoğlu; çok yönlü karakteriyle Türk toplumuna nefer olmuş bir engin gönüllü insandır. Onu Kuvayi Milliye’deki dik duruşuyla, hariciyecilere örnek teşkil eden münferit olay ve sözleriyle, spora düşkün tavrı ve Fenerbahçe kimliğinin yanı sıra Türkçülük namına sözleriyle hatırlamak hepimizin görevidir.
Kaynakça
- “Şükrü Saraçoğlu”. Oktay Aras Kitaplığı. Web 29.08.2024
- Bünyamin, Saraç. “Şükrü Saraçoğlu”. Dergipark 3. 1(1994): 391-405
- Gürbüz, Arslan. “Şükrü Saraçoğlu’nun Hayatı Ve Siyasi Faaliyetleri(1886-1953)”.
- “Şükrü Saraçoğlu”. T.C. Dışişleri Bakanlığı. Web 29.08.2024
- “Şükrü Saraçoğlu” Atatürk Ansiklopedisi. Web 29.08.2024


