Korku ve bilim kurgunun melezlenmesi ile ortaya çıktığını söyleyebileceğimiz body horror alt türünün usta ismi David Cronenberg’ün son filmi Crimes of the Future, ilk gösterimini bu seneki Cannes Film Festivali’nde yaptı ve Altın Palmiye için yarıştı. Yönetmenin sinemasında şiddeti, vücut deformasyonlarını ve cinselliği grafik şekilde kullanması; eserin insanların gösterim sırasında salonu terk edecekleri filmlerden biri olacağı yönünde tahminler yaratmıştı ve durum beklenildiği gibi de oldu. Özellikle ilk 5 dakikasının ve son 20 dakikasının oldukça çarpıcı olduğu söylenen film, bu radikal (!) kararları başta olmak üzere farklı sebeplerden dolayı eleştirmenlerden farklı yorumlar alsa da yönetmenin 1999 yılında çektiği eXistenZ’den sonra body horror köklerine dönmesi türün ve yönetmenin hayranları için oldukça umut verici bir deneyimdi.
Body horror, isminden de anlaşılabileceği gibi seyirci üzerindeki dehşet verici etkisini insan vücudu üzerinde gösterdiği deformasyonlardan sağlar. Bu deformasyonlar genellikle kısa süreli bir şiddet olayının vücutta yarattığı grafik yaralanmalar değil; hastalık, mutasyon veya çeşitli anlaşılmaz olaylar yüzünden yaşanan, uzun süreli ve aşama aşama ilerleyen bir değişim şeklindedir. İlk örnekleri olarak Mary Shelley imzalı Frankenstein ve hatta Franz Kafka’dan Dönüşüm’ü gösterebileceğimiz alt türün sinemadaki en büyük temsilcisi David Cronenberg’dür. Özellikle erken dönem uzun metrajlarında bu alt türe ait eserler veren Cronenberg, 2000’lere geldiğimizde psikolojik yönü güçlü dramalara odaklanmaya başlamıştır. Sivrisineğe dönüşen insanlar, patlayan kafalar, yaralanmalara cinsel haz besleyen karakterler Cronenberg’ün filmografisinde karşımıza çıkan önemli motiflerdendir.
Crimes of the Future; hem post apokaliptik hem de ütopik özellikler gösteren, günümüze uzaklığı konusunda net bir fikir belirletemediğimiz bir gelecekte geçiyor. Genellikle post apokaliptik filmlerde gördüğümüz renklere ve mekan tasarımlarına tanık olurken insanların lapa benzeri gıdalar tüketmesi, herhangi bir ulaşım ve iletişim cihazı kullanmamaları pek parlak bir gelecek tasviri olmasa da insanların acı hissetmemeleri veya enfekte olmamaları bir evrimin yaşandığını gösteriyor. İnsanların acı hissetmeme durumu halka açık ameliyatlar ya da ‘cerrahinin yeni seks olması‘ gibi birtakım konseptleri doğururken bir yandan vücutlarında yeni organlar üreten insanlar Organ Kayıt Bürosu gibi kulağa ilginç gelen oluşumların var olmasına yol açıyor. Vücudunda oluşan işlevi belirsiz organları ortağı Caprice (Léa Seydoux) ile birlikte son teknoloji ürünü bir otopsi makinesi kullanarak çıkartan ve bunu bir gösteri olarak düzenleyen performans sanatçısı Saul Tenser (Viggo Mortensen) filmin ana karakteri olarak karşımıza çıkıyor. Kontrolü sanatçının kendisinde olmayan bir yaratımın sanat olarak algılanıp algılanmaması gerektiği, insan evriminin bir sonraki aşamasının ne olabileceği veya acı hissetmeme durumunun cinsellik ve suç dünyası üzerinde ne gibi değişimler yaratabileceği filmin üzerinde düşündüğü fakat doğrudan bir cevap vermeyi tercih etmediği konulardan. Buna ek olarak finalin seyirciye bir bakıma ucu açık şekilde sunulması da hikayenin bütünlüklü olarak anlaşılmasına büyük bir engel oluşturuyor.
Yazının bu kısmından sonra filmle ilgili sürpriz bozan detaylara yer verilecektir.
‘Organ’ize İşler
Film, isminde her ne kadar geleceğin müstakbel suçlarını taşısa da aslında oldukça antik bir suç ile açılıyor. Mitolojisi ve mimarisindeki antik doku ile sembol haline gelmiş Yunanistan’da çekilen sahnede, plastik çöp kovasını ısırarak yiyen bir çocuk görüyoruz. İzlemesi pek de keyifli olmayan bu sahnenin hemen sonrasında ise anne oğlunu yastıkla boğarak öldürüyor ve çocuğun babasını arayıp cesedi gelip almasını söylüyor. Mekanın da büyük etkisi olacak ki bu sahneyi Yunan mitolojisinde Medea’nın çocuklarını öldürmesi hadisesi olarak yorumlayanlar mevcut. Farklı kaynaklarda Medea’nın çocuklarının katili olması konusunda farklı yorumlamalar bulunsa da bugün psikolojide de kabul edilen bir olgu olarak Medea’nın, İason’ın ihaneti üzerine intikam almak için çocuklarını kendi elleriyle öldürdüğü söylenir.
Filmin vücutta üretilen işlevsel organlar veya dokunaçlı yatakların aksine gerçekleşme ihtimali üzerine düşünülmesi gereken en önemli noktası hiç şüphesiz insan evriminin sonraki aşamasına yönelik fikirleridir. Evrim teorisi canlıların doğal seçilim baskısıyla hayatta kalabilmek için yıllar içinde gösterdikleri değişim olarak ifade edilebilir. Bu tanıma göre evrim hayatta kalmayı sağladığı için her zaman daha iyiye doğru olsa da yönetmen Cronenberg evrimin daha iyiye doğru olmadığını, sadece daha farklıya olduğunu söylüyor. Buna rağmen filmde sunulan evrimin, günümüzün kıyamet senaryoları ile birleştirildiğinde incelikle düşünüldüğünü söyleyebiliriz. Gıda krizinin dünyanın alternatif sonlarından biri olabileceğini düşündüğümüz bu dönemde plastik atıklarının gıda olarak tüketilmesi insanın sonraki nesillere devam edebilmesi için en önemli avantajlarından biri olurdu. Bu sebeple plastiği sindirebilen bir organ sistemine sahip olmak evrimin bir sonraki aşaması için tutarlı tahminlerden biri olarak yorumlanabilir.
Filmde Lang (Scott Speedman) karakterinin motivasyonu da tam olarak bu şekilde karşımıza çıkıyor. Kendisi ve kurduğu tarikatı her ne kadar cerrahi sayesinde yapay olarak böyle bir sindirim sistemine sahip olsalar da annesi (Lihi Kornowski) tarafından öldürülen oğlu Brecken’in (Sotiris Sozos) doğuştan böyle bir sisteme sahip olması, yapay olanın kalıtsal olması gibi bir mucizeyi sergiliyor. Tam da bu sebeple Lang, oğlunun otopsisinin Saul Tenser’ın sıradaki gösterisinin bir parçası olmasını istiyor. Filmde devlet gibi bir isimle belirtilmese de otoritenin bu evrime karşı olduğunu görüyoruz. Dedektif Cope’un (Welket Bungué) Organ Kayıt Bürosu’nda çalışan Timlin’e (Kristen Stewart) otopsiden önce cesette değişiklikler yapmasını istemesi ve bu sayede otopside bir mucizeye tanık olunmasının engellenmesi, otoritenin bu konudaki karşı eylemini gösteriyor. Otoritenin organ yaratımını anarşist ve kontrolsüz bir eylem olarak görmesi de evrimin toplumda bir endişe olarak görülebileceğini düşündürtüyor.
Filmin gizli tuttuğu ögelerinden bir diğeri ise oğlunun otopsisinde hüsrana uğrayan Lang’ı öldüren gizemli kadınların kimliğiydi. Film boyunca LifeFormWare şirketinin çalışanı olarak seyirciye sunulan, evdeki otopsi cihazına büyük bir şehvet besleyen bu ikilinin filmin sonunda Lang’ı öldürmeleri film boyunca seyirciye sundukları kimliklerinin ne kadarının gerçek olduğu konusunda büyük soru işaretleri yaratıyor. Dedektif Cope’un cinayeti kimin işlediği konusunda bihaber olduğunu söylemesi filmde dedektifi atayan otoriteden farklı, insan evrimini baskılamak isteyen gizli oluşumlar olduğunu gösteriyor.
Bütün bunlara ek olarak Saul’un film boyunca yemek yemekte büyük zorluklar çektiğini görüyoruz. Her ne kadar pek rahat gözükmese de özel olarak tasarlanmış sandalyesinde yemeğini yerken acı çeken, yemeği bizzat boğazından aşağı ittiren Saul, Lang ile tanıştıktan sonra plastik ile beslenmenin evrimsel bir değişim olabileceğine inanmaya başlıyor. İnsan yemekleri yerken bu kadar sıkıntı çekmesinin ve yıllarca farklı organlar yetiştirmesinin çoktan başlamış bir evrimin yan etkileri olabileceğini düşünüyor ve filmin son sahnesinde plastik barlardan birini yemeye karar veriyor. Bu barlar normal insanlar üzerinde toksik etki yaparak acı verici sonuçlar doğururken yakın çekimde Saul’un gözünden bir damla yaş aktığını görüyoruz. Bu gözyaşının yıllarca çektiği acının son bulmasıyla gelen bir rahatlamaya mı yoksa hayatının son anlarını yaşadığını fark etmesinden kaynaklanan bir pişmanlığa mı ait olduğu net bir şekilde ifade edilmese de rahatlama ve kurtuluş gözyaşı olduğu yönündeki yorumlamalar daha çoğunlukta.
Sanata, Kimliğe ve Cinselliğe Dair
Sanat tarihine yüzeysel de olsa bir bakış attığımızda daha uzak dönem eserlerinde saf estetiğin daha ön planda olduğunu açık bir şekilde görüyoruz. Sanatın yıllar geçtikçe sadece estetik olmaktan uzaklaşıp neredeyse her şeyin sanat olarak görülebilmesi Crimes of the Future’da bir sonraki seviyeye taşınıyor. Tümör adı verilen, sanatçının (?) iradesinden bağımsız olarak gelişen bu rastgele yapıların sanat olarak değerlendirilebilmesi filmde ikiliklere sebep oluyor. Performans sanatçısı Saul ve Caprice’in bu noktada sanatçının tümörü vücudunda tutarak büyümesine izin vermesinin bir irade süreci olduğunu söylemeleri kabul edilebilir bir argüman olsa da karşı taraf da bu yaratımlarda herhangi bir sanatsal düşünce veya felsefi anlayış olmamasını ileri sürüyor. Saul Tenser’in uykusu sırasında bu organların yaratımında söz sahibi olduğunu söylemesi ise maalesef inandırıcı olmuyor ve seyircide bir karşılık bulmuyor. Filmde karakterlerin yaratılan organlar üzerinde ne denli etkileri olduğu kesin bir şekilde açıklanmasa da kontrolsüz ve rastgele üretimlerin sanat olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği filmin üzerinde durduğu en önemli noktalardan.
Acı duygusunun kaybolmasının ve teknolojinin insan bedeni ile senkronize hale gelmesinin sanatın yanı sıra insanların kendilerini ifade etmelerine de yansıdığını rahatlıkla gözlemliyoruz. Kasıtlı olarak bedene yapılan kalıcı deformasyonlar bir makyaj ya da bir piercing görevi görmeye başlıyor. Bu durum daha da ileri götürülerek deformasyon ve evrimin üzerine güzellik yarışması inşa edilen kavramlar olmasına yol açıyor. Üzerine makyaj yapılan deri, eseri koruyan bir kılıf haline geliyor ki bu durumda bir fermuar ile altta saklanan gerçek güzelliğe erişmek eskisinden daha elzem hale geliyor.
Filmle ilgili en akılda kalıcı slogan ise cerrahinin yeni seks olmasıydı. Halka açık otopsilerin yapılması veya herkesin otopsi yapabilecek veya yaptırabilecek duruma gelmesi kıyafet içerisinde saklanan organlara duyulan ilgi ve hazzın bizzat derinin altında kalan organlara ve bedeni dolaşan kana yönelmesine sebep oluyor. Saul Tenser’ın performans gösterileri sırasında orgazm olmaya yakınsaması veya orgazm olması, Saul ve Caprice’in otopsi robotunda kendilerini neşterle keserek birlikte olmaları de evrim geçiren anlayışlardan biri oluyor.
Kısacası Crimes of the Future, yönetmenin tarzını tam anlamıyla yansıtan eserlerinden biri olarak filmografisine ekleniyor. Özellikle çocuk bedeninde yapılan otopsi sahnesi bazı izleyiciler için dehşet verici olsa da yönetmenle ya da türle tanışıklığı olanlar için bu sahnenin sindirilebilir olanlardan biri olduğunu söylememiz gerek. Film; evrime, sanata, cinselliğe dair birçok konuda söylemde bulunmak isterken bir yandan bu düşüncelerinin altında bir de suç hikayesi anlatmaya çalışınca ortaya bir bütün olmaktan uzak, dağınık bir eser çıkıyor. Bu sebeple yönetmenin en başarılı işlerinden olmadığını söylesek de Crimes of the Future, özellikle seyirciye sorduğu sorular ile senenin en çok konuşulacak yapımlarından biri olacak gibi duruyor.
Filmi Mubi Türkiye’den izleyebilirsiniz.


