Kendilerine özgü yetenekleri sayesinde; absürt ögeleri, psikolojik problem ve gangster konularını, farklı bakış açılarıyla işleyen Coen Kardeşler, her filmlerinde öne çıkan, çok ayrıntılı çalışmalarıyla biliniyorlar ve titiz planlamalarla göz alıcı görüntüler elde ediyorlar. Edebiyattan sinemaya kadar, birçok alanda kullanılan kara mizah türünün Hollywood’daki en önemli temsilcilerinden sayılan Coen Kardeşler’i, gelin daha yakından tanıyalım.

Her iki kardeş de, Minnesota’nın banliyösü olan St. Louis Park’ta büyümüştür. Joel Coen 1954 doğumlu, Ethan Coen ise 1957 doğumludur. Joel, dört yıl boyunca New York Üniversitesi’nde film programına devam etmiş; Ethan ise Princetown Üniversitesi’nden felsefe lisansı almıştır. Joel, New York Üniversitesi’ni bitirdikten sonra, çeşitli müzik kliplerinde ve düşük bütçeli korku filmlerinde yapım asistanlığı yaparak kariyerine başlamıştır. Bu dönemde, film editörlüğü konusunda da kendisini geliştiren Joel, Sam Raimi’nin 1981 yapımı The Evil Dead filminin montajı için Edna Paul’a asistanlık yapmıştır. Sinema sevgisini kardeşi Ethan’a da aşılayan Joel, birlikte edindikleri Super 8 model bir film kamerasıyla arkadaşlarını filme çekerek sinema dünyasına amatör bir giriş yapmıştır. Bu dönemden sonra kariyerleri hızla yükselecek olan kardeşlerin her ikisinin de, film yapım süreçlerinin tüm aşamalarına katkıda bulundukları biliniyor. Ancak, Joel Coen genellikle filmlerin yönetmenliğini üstlenirken; Ethan Coen’in çoğunlukla senaryo yazarlığı ve yapımcılığa ağırlık verdiğini gözlemek mümkün. Bazı filmlerinde ise kurguyu birlikte yapıp, film jeneriğinde Roderick Jaynes mahlasını kullanmışlardır. Hem yazarlığını hem de yönetmenliğini birlikte üstlendikleri birçok başyapıtları da bulunan Coen kardeşler, son olarak 2018 yılında The Ballad of Buster Scruggs isimli filmde birlikte çalışmışlar ve 2021 yılında Ethan Coen’in artık film yapmak istememesi nedeniyle yollarını ayırmışlardır.
Coen Kardeşler Sineması
Coen Kardeşler’in varoluşçu temaları ve insanoğlunun kötücül karanlığını kara mizahla birleştirerek sundukları dünyayı, adeta klasik Hollywood filmlerine bir karşı duruş olarak değerlendirebiliriz. Öyle ki filmleri, çoğu zaman bir kararsızlık etrafında asılı kaldıkları için; sonunda çatışmaların çözüldüğü veya soruların cevaplandığı geleneksel yapıdaki filmlerden uzak bir tarza sahiptir. Çalışmalarının bir diğer ayırt edici unsuru ise; kahramanların, kendilerini sık sık derin bir bilinmezlik içinde bularak, bir olaydan diğerine savrularak ve varoluşsal krizler yaşayarak bocalamalarıdır. Genellikle aynı oyuncularla çalışmayı seven Coen Kardeşleri piyasaya tanıtan ilk uzun metraj ise, 1984 yılında çektikleri Blood Simple isimli gerilim filmi olmuştur.
Blood Simple (1984):

Birçok şiddet ögesi barındırırken, aynı zamanda absürt bir tarza da sahip olan Blood Simple adeta Coen Kardeşlerin gelecekte neler yapabileceklerinin sinyallerini en başından veriyordu. Filmin başrolünde Coen Kardeşlerin birçok filminde rol alan ve aynı zamanda Joel Coen’in eşi olan Frances McDormand ve kötü adam rollerinden aşina olduğumuz Dan Hedaya rol alıyor. Kadronun geri kalanında ise; M. Emmet Walsh, John Getz, Deborah Neumann gibi isimler yer alıyor. Gerilimin yüksek olduğu filmde, müzikler özenle seçilmiş, kurgudaki ani geçişler ise gerilimi oldukça arttırmış. Diğer Coen Kardeşler filmleriyle karşılaştıracak olursak, absürt öğreler daha az, gerilim seviyesi ise daha yüksek demek mümkün.
Konusuna gelecek olursak; bar işletmecisi Juilan Marty, eşi Abby’nin kendisini çalışanı Ray ile aldattığından şüpheleniyor ve dedektif Visser’ı tutuyor. Dedektifin çektiği fotoğraflarla aldatma şüphesinin doğru olduğu anlaşılıyor. Marty bu ihaneti kabullenemeyerek dedektif Visser’ı, bu sefer kiralık katil olarak tutmaya karar veriyor. Yalnız işler hiç planladıkları gibi gitmiyor. Marty tarafından kendisine yapılan aşağılamaları kabullenemeyen Visser, Marty’i vuruyor. Ray, bara Marty’nin ona olan borcunu almak için gittiğinde Marty’nin ölmüş olduğunu düşünüyor ve cesedini ortadan kaldırmak için onu arabasına atıyor. Fakat daha sonra, Marty’in henüz ölmemiş olduğunu fark eden Ray, zavallı adamı kendisi öldürüyor. Abby’i bu konuda suçlamaya çalışan Ray, Abby’nin ona bazı konularda yalan söylediğini fark edip ondan uzaklaşıyor. Bu sırada Visser, Marty’i öldürürken kaybettiği çakmağın peşine düşüyor. Ray’in peşine takılan Visser, Ray’i vuruyor, Abby’i de öldürmeye çalışıyor ancak Abby, kendisini savunurken Visser’ı öldürmeyi başarıyor.
Filmde göze çarpan en önemli noktalardan biri, Marty’nin barında birkaç kez yakın planda gördüğümüz “Employees must Wash their Hands” yazısı. Filmde barın diğer çalışanı olan Meurice dışında herkesin elini kana buladığını düşünürsek, ‘‘işe başlamadan önce ellerini yıka’’ sözünün ne kadar da ironik olduğunun farkına varıyoruz. Filmin başından itibaren birkaç kez gördüğümüz Visser’ın çakmağı ise başta basit bir nesne olarak görünse de, Coen’lerin seyirciye nesne üzerinden verdikleri önemli bir mesaj. Öyle ki, bu çakmak kendisi için çok değerli olduğu halde Visser, Marty’i vurduktan hemen sonra, başka bir deyişle kafasındaki yarım kalmış işleri tamamladıktan sonra, çakmağını unutuyor. Seyirci ise filmin devamında, balık leşlerinin altında kalan ve olayı aydınlatacak olan çakmağın tekrar açığa çıkmasını bekliyor.
Klasik bir yasak aşk hikayesinde, sırf kendisine yapılan bir hakaretin intikamı için işverenini öldüren bir dedektifin, çakmak uğruna hayatını kaybetme abesliğine şahit olduğumuz bu film, adeta Coen’lerin daha sonraki filmlerinde ne kadar absürt olaya şahit olacağımızı daha ilk başından işaret ediyor.
Raising Arizona (1987)

Coen Kardeşlerin kült filmlerinden biri olan 1987 yapımı Raising Arizona‘nın başrollerinde Nicolas Cage, Holly Hunter, Trey Wilson gibi yıldızlar yer alıyor. Kadronun geri kalanında ise diğer Coen filmlerinden de aşina olduğumuz; Frances McDormand, John Goodman gibi isimler bulunuyor. Nicolas Cage’i çok da alışık olmadığımız bir halde, H.I. McDunnough olarak, bıyıkları ve dağınık saçlarıyla, komik bir suçlu rolünde izliyoruz. Oscar ödüllü oyuncu Holly Hunter ise düzenli bir işi olan, sevgi dolu bir aile kurmak isteyen Ed rolünde çıkıyor karşımıza.
H.I. McDunnough, sürekli market soygunculuğu yapan bir hırsızdır. Hapse düştüğünde fotoğraflarını çeken Ed’le, zamanla birbirlerine aşık olup evlenirler. Çocuk istemektedirler fakat Ed çocuk sahibi olamamaktadır. Bu nedenden ötürü oldukça üzgün olan çift, haberleri izlerken ünlü mobilyacı Nathan Arizona’nın beşiz çocuğu olduğunu görür. Bu beş çocuktan birini almalarının onlara zarar vermeyeceği düşüncesine kapılırlar ve bebeklerden birini kaçırırlar. Fakat durum hiç tahmin ettikleri gibi ilerlemez. H.I., sorumluluklar altında ezilip dururken, hapishane arkadaşları Gale ve Evelle’ın hapishaneden kaçıp McDunnough ailesinin evinde kalmaya başlamasıyla sorunlar iyice büyür. Bu sırada rüyalarında vicdanının bir yaratığı gibi görünen biri tarafından da takip edilen H.I., sık sık alevli bir arka plandan çıkan, iri yarı motorcu Leonard’ı görür. Bu kişi aslında Nathan tarafından bebeğin bulunması için tutulmuştur. Hem Leonard, hem de Gale ve Evelle ikilisi bebeği kaçırmaya çalışır. Daha sonra bebeği kurtaran McDunnough çifti bebeği aileye geri götürür.
The Big Lebowski (1998)

1998 yapımı The Big Lebowski filminin başrollerinde Jeff Bridges, John Goodman, Steve Buscemi ve John Turturro yer alıyor. Yayınlandığında, gişede istediği başarıyı bulamamış olsa da, zamanla gerek replikleri gerekse izlendikçe artan hayran kitlesi sayesinde, kült filmlerin arasında girmiştir.
Konusunu özetlemek gerekirse; sıradan bir vatandaş olan ve en sevdiği aktivite arkadaşlarıyla bowling oynamak olan The Dude lakaplı Jeff Lebowski’nin hayatı, bir anda aynı ismi taşıyan bir zengin adamın hayatına girmesiyle değişir. Zengin Jeff Lebowski’nin evine girdiğini zanneden 2 kişi, borçlarını The Dude’dan talep ederler ve onun çok değerli halısına zarar verirler. Halısını kurtarmak için maceradan maceraya sürüklenen Jeff Lebowski, yakın arkadaşları Walter ve Donny’nin de başını belaya sokar ve işler Donny’nin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanır. Donny’nin vasiyeti küllerinin serpilmesidir ancak Walter, kül vazosunun fiyatına itiraz edip külü bir teneke kutuyla birlikte teslim alır. Tam olarak burada yine Coen’lere yakışır bir finale şahit oluruz çünkü Donny’nin küllerini dökmeye çalışan arkadaşlarının üstü başı kül içinde kalacaktır.
Fargo (1996)

1996 yapımı Fargo filminin başrollerinde William H. Macy, Kristin Rudrüd, Steve Buscemi, Frances McDormand gibi isimler yer alıyor. Yaşanmış bir hikayeye dayanan ve polisiye gibi gözüken film, yine Coen’lerin anlatım tarzıyla birçok olayın ters gittiği ve içinden çıkılmaz bir hal aldığı bir hikayeye dönüşüyor.
Jerry Lundegaard, borçlarını ödemek için karısını kaçırmayı planlayan bir sahtekardır. Kayınpederi oldukça zengin olan Jerry, karısını kaçırmak ve kayınpederinden fidye istemek üzere iki adam kiralar. Fakat bu iki adam hem oldukça sakar, hem de oldukça acımasızdır. Jerry, ihtiyacı olan parayı bulma ihtimali olunca bu plandan vazgeçmeyi düşünür fakat artık her şey için çok geçtir. Bu iki adam eşi Jean Lundegaard’ı kaçırır. Fakat daha kaçırma aşamasında bir sürü aksilik olur, fidyeciler bir polisi ve buna tanık olan iki kişiyi öldürür. Böylelikle peşlerine, hırslı, başarılı ve hamile bir polis memuru olan Marge Gunderson düşer. Fidyecilerden acımasız olanı hem arkadaşını hem Jean Lundegaard’ı öldürür. Marge ise sonunda tüm sorumluları yakalar.
Fidyeciye parayı kendi teslim etmek isterken öldürülen kayınpeder, öldürülen polis ve iki tanık başta olmak üzere, bu hikayede boş yere cinayete kurban giden bu kadar çok insan olması, Coen’lerin kendilerine has absürt tarzlarının bir diğer göstergesi.
No Country For Old Men (2007)
Aynı isimli romandan uyarlanan No Country For Old Men, Coen’lerin uzun zamandır hak ettikleri Oscar ödülüne, “En İyi Film” ve ‘‘En İyi Yönetmen’’ dahil olmak üzere, 4 dalda layık görülmüştür. Filmin oyuncu kadrosunda; Javier Bardem, Josh Brolin, Tommy Lee Jones, Woody Harrelson gibi isimler yer alıyor. Anton Chigurh karakterine hayat veren Javier Bardem, adeta bu rolü başkası oynayamazmış gibi hissettiriyor. Diğer oyuncuların da oldukça başarılı performans gösterdiklerini belirtmeden geçmeyelim. Coen’lerin diğer işlerine çok benzemeyen bu filmin bazı yerlerinde mideniz bulanırken, bazı yerlerinde ise kahkahalarla gülebilirsiniz.
Batı Teksas’ta geçen hikaye, bir gün avlanma yapan Llewelyn Moss’un yolunda gitmeyen bir uyuşturucu ticareti anlaşmasının sonucunu görmesiyle başlar. Bir seçim yapmak zorunda olan Llewelyn, bu anlaşmazlığın ortasındaki parayı alarak başını belaya sokar. Çünkü bu paranın peşindeki acımasız ve soğukkanlı katil Anton Chigurh, bu işin peşini bırakmaya hiç niyetli değildir. Nitekim bırakmaz da ve hikayenin sonunda Llewelyn dahil olmak üzere, birçok kişi ölür.
Bu filmde en çok göze çarpan Anton Chigurh’un korkutucu bakışları ve soğukkanlılığı olur. Öyle ki kendisi insanlara yazı-tura seçimi yaptırarak hayatlarını bağışlayıp, bağışlamamayı seçecek kadar acımasız bir katildir.
KAYNAKÇA:
Adams, Jeffrey. The Cinema of the Coen Brothers: Hard-Boiled Entertainments. New York City: Columbia University Press, 2015
‘‘Coen Brothers: American Filmmakers’’. Britannica. Web. 24.02.2023
‘‘Collyrium – The Coen brothers’ iconic cinematic universe’’. Colleter.al. Web. 24.02.2023
‘‘Creator / The Coen Brothers’’. TV Tropes. Web. 24.02.2023