İkinci dalga feminist hareketin 1960’lı yıllarda yükselişiyle, akademik alanda faaliyet gösteren birçok kadın araştırmacı, geleneksel disiplinlerde kadın-merkezli bilginin eksikliği üzerine dikkat çekmiş ve kadınların akademik alanda daha fazla görünür olmasıyla da kadın deneyimlerini ve bakış açılarını temel alan yeni bir akademik araştırma alanı oluşmaya başlamıştır.
Bu alanda yapılan araştırmalar -feminist teorinin de etkisiyle- genel olarak tüm bilim dallarında oluşturulan bilginin “beyaz erkek” öncelikli bir dünyaya göre üretildiğini ortaya koymuştur. Bu durum ideolojik olarak da “erkeğe ait olanın” karşılaştırma ve yargılarımızda tek ölçüt olarak kabul ediliyor olduğu anlamına gelir.
Bilim, bu hâliyle tarafsız olmanın gerekliliğini yerine getiremez çünkü temelinde ataerkil ideolojinin inançlarını barındırmaktadır. Feminist teorisyenler de akademik alanda ve gerek geleneksel disiplinlerde gerekse alt disiplinlerde, “kadınlarla ilgili bilginin” eksikliğini gidermek ve dünyada bütünsel toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak amacıyla bilim dünyasının bakış açısını değiştirip dönüştürmek ve hatta gerekirse yeniden yazmak gerektiğini düşünmüşlerdir.
Diana Scully’dan: Cinsel Şiddeti Anlamak
Cinsel şiddet ve kadın sağlığı konularında çalışmış ve Virginia Commonwealth Üniversitesi’nde Kadın Çalışmaları başkanlığı yapmış sosyolog ve yazar Diana Scully’nin Cinsel Şiddeti Anlamak: Tutuklu Tecavüzcü Erkekler Üzerine Bir İnceleme adlı kitabı, 1980’lerde asistanı Joseph Marolla ile çalışmaya başladığı ancak süreç içerisinde kitap olarak basılmasına karar verilmiş olan bir araştırma.
Araştırma her ne kadar dönemin Amerika’sında yapılmış olsa da hâlâ günümüzde var olan cinsel şiddet sorununa ışık tutmakta. Oldukça üzücü olan ise kadına yönelik cinsel şiddet yıllar boyunca önemli bir araştırma konusu olmuşsa da politik ve toplumsal anlamda kayda değer değişimi, ne ülkemizde ne de dünya genelinde sürekli kılmış değiliz.
Sorun Tecavüzdür
Diana Scully söz konusu kitapta, 1960’larda başlayan ikinci dalga feminist hareket ile eş zamanlı gelişen akademik alandaki kadın araştırmalarının; cinsel şiddet, tecavüz, taciz gibi konulara yönelmesiyle birlikte bu alanda bir eksiklik olduğunu vurguluyor. Geçmişteki ve aynı dönemdeki cinsel şiddet konusunu irdeleyen araştırmalarda, yalnızca cinsel şiddete maruz kalmış kadınlarla görüşmeler yapılmış olduğunu tespit ederek; cinsel şiddete maruz bırakılan kadınlarla ilgili bu kadar çalışma yapılıyor olmasının, cinsel şiddetin asıl faillerinin, yani erkeklerin gözden kaçırılmasına sebebiyet verdiğini söylüyor.
Scully’e göre cinsel şiddeti anlamlandırabilmek için, kadınlarla değil cinsel şiddeti uygulayan erkeklerle ilgili araştırma yapılması gerekir. Çünkü cinsel şiddetin toplumsal alanda ve bilim dünyası çevresinde “kişisel” bir “hastalık” olarak algılanmasının, sadece psikiyatrinin ilgilendiği bir konu olmasının hem bilimin yanlılığından hem de iktidar temelli, yani erkek-merkezci ideolojinin temellerinden kaynaklandığı gerçeği ile yüzleşmemiz gerektiğini öne sürüyor. Dolayısıyla Scully, kitabında hem bu ideolojinin kaynağına inerek cinsel şiddetle olan ilişkisini açıklamaya çalışıyor hem de dikkatleri yalnızca cinsel şiddete, tacize, tecavüze uğrayan kadınların üzerine çekmenin, “toplumsal” bir sorunun öznesi olan erkek dünyası için yeterli tehdit oluşturmadığına dikkat çekiyor.
Konuyu kadınların üzerine yoğunlaştırmanın, onları suçlamanın ve cinsel şiddete yalnızca onların perspektifinden yaklaşarak birtakım araştırmalar ortaya koymanın, tecavüzü erkeklerin değil, kadınların sorunuymuş gibi göstermeye neden olmasını sorunsallaştırıyor. Scully, buradan yola çıkarak cinsel şiddet uygulayan erkeklerin dünyasını elbette ki kadınların değil, erkeklerin açıklayabileceğini, cevabın onlarda olduğunu söylüyor ve soruların onlara sorulması gerektiğini, okların erkeklere yönlendirilmesi gerektiğini vurguluyor. “Çünkü cinsel şiddete maruz bırakılan kadınlar tecavüz eden erkeklerin dürtülerini ve tecavüzün gerekçelerini açıklayamazlar” diyor Scully. Bunun ancak tecavüz eden erkeklerin toplumsal kurgularına müdahale etmekle ve onların bu kurgularının eleştirel bir gözle irdelenmesiyle gerçekleşebileceğine dikkatleri çekiyor.
Dolayısıyla Scully, cinsel şiddet uygulayan ve tecavüz eden erkeklerin bunu toplumsal olarak nasıl kurguladıkları, uyguladıkları ve buna paralel olarak da toplumsal ve bilimsel bir takım inançlara ve kalıp yargılara dayanarak eylemlerini nasıl meşrulaştırmaya çalıştıklarını, söz konusu toplumsal ve bilimsel inançların onları nasıl beslediğini araştırmaya koyuluyor. Scully, yoğun çabalar sonucunda bir saha araştırması yapıyor ve yarı-açık ve kapalı cezaevindeki tutuklu tecavüzcü erkekler ve kontrol grubu olarak belirlenen başka suçlardan hüküm giymiş erkeklerle görüşmeler yapıyor.
Araştırmada hazırlanan 89 sayfalık açık uçlu soru formu kullanılıyor, araştırmanın sonunda 700 saatlik görüşme yapıldığı kaydediliyor. Elbette ki Diana Scully’nin yaptığı araştırmanın sonuçları cinsel şiddeti anlamlandırmak ve onu konumlandırmamız gereken yeri saptayabilmek açısından önem teşkil ediyor.
Bu doğrultuda Scully, tutuklu tecavüzcü erkekler ve kontrol grubu ile yaptığı görüşmeler sonucunda aldığı cevaplara göre iki ayrım yapıyor: Tecavüzü kabul edenler ve tecavüzü kabul etmeyenler.
Cinsel Şiddet Erkeklerin Sorunudur
Scully bu iki grubun tecavüzü hangi dayanaklarla meşrulaştırmaya çalıştıklarını yaptığı görüşmelerden elde ettiği bulgularla teker teker gözler önüne seriyor. Erkeklerin ataerkil toplumsal yapı içerisinde kadınlara karşı cinsel şiddet uygulamayı nasıl “öğrendiklerine”, toplum tarafından kabul edilir terimler kullanarak, cinsel şiddetin bir “hastalık” olarak değerlendirilmesi yaygın inancına dayanarak, alkol veya uyuşturucu gibi bahanelere sığınarak, kadınların giydikleri kıyafetleri, bulundukları yerleri ve saatleri belirtip onları suçlu göstererek tecavüzü nasıl meşrulaştırmaya çalıştıklarına ve toplumsal kalıp-yargıların onları nasıl beslediğine değiniyor.
Diana Scully bu araştırmayı yapmasındaki nedeni ise tecavüzün kadınların sorunu değil, erkeklerin sorunu olduğunu gün yüzüne çıkarmak olduğunu belirtiyor ve amacına ulaşıyor. Kitapta cinsel şiddet konusuyla ilgili hemen her konuya değinerek bunlara bilimsel ve tutarlı açıklamalar getiriyor. Scully psikopatolojinin, cinsel şiddetin bir “hastalık” olduğu, dolayısıyla da “bireysel bir sorun” olduğu görüşünün tersine, toplumsal ve kültürel kaynaklı bir sorun olduğunu gösteriyor.
Tecavüz eden erkeklerin, tecavüzü ataerkil kültürün getirdiği bir ödül olarak gördüklerine dikkat çekiyor. Cinsel şiddeti ortadan kaldırmak için, kadınların “kurban” olarak gösterilmesine, cinsel şiddetin özneleri olarak kabul edilmesine artık bir son verilmesini bunun yerine erkek egemen kültürün ve onun ideolojilerinin, toplumsal cinsiyet hiyerarşisinin cinsel şiddeti meşrulaştırabilecek, güçlendirebilecek her türlü faktörlerinin ortadan kaldırılması gerektiğini vurguluyor. Ve son olarak kitabı bitirmeden herkese sesleniyor:
“Nitekim kadınlar, yalnızca cinsel şiddetin pasit alıcıları olarak kalmadılar. Biz, eylemler düzenledik, karşı çıktık, savaştık, danışmanlık yaptık, birlikte ağladık, yürüdük, efsaneleri yıktık, “geceleri geri almaya” çalıştık, otoriteye meydan okuduk, kendimizi savunmayı öğrendik, acil yardımlaşma hatları oluşturduk, yasaları değiştirdik, para topladık, sığınaklar kurduk ve ciltler dolusu yazdık. Bir tek şeyi yapmadık: o da şiddet eylemlerine girişmekti. Bütün çabalara karşı bugün inanıyorum ki, erkekler cinsel şiddetin kendilerinin bir sorunu olduğunu kabul etmedikçe, kökten bir değişiklik olmayacaktır.”
İyi okumalar!
Kaynak
- SCULLY, Diana, Cinsel Şiddeti Anlamak: Tutuklu Tecavüzcü Erkekler Üzerine Bir İnceleme, Metis Yayınları, İstanbul, 2017.




