Masum ve Bir Başkadır dizilerinin yaratıcısı olan Berkun Oya‘nın hem yönetmenliğini hem de senaristliğini yaptığı Cici filmi, 27 Ekim itibariyle Netflix‘in en özel raflarından birinde yerini aldı. Başrollerinde Nur Sürer, Yılmaz Erdoğan, Okan Yalabık, Ayça Bingöl, Olgun Şimşek, Funda Eryiğit ve Fatih Artman‘ın yer aldığı filmin konusuysa özetle şöyle; üzücü bir kaybın ardından köylerinden çıkıp kente göç eden bir aile, neredeyse 30 yıl geçtikten sonra köyde yaşadıkları evlerinde bir araya gelir. Bastırılmışlık hissiyle yüzleşen aile bireylerinin, bazı sırların ortaya çıkmasıyla da yaşadıkları hüznün ortağı oluyoruz.
Berkun Oya, Cici filminde de hedefi tam on ikiden vuruyor. Oyuncu seçimi, oyuncu yönetimi, senaryo inceliği, görüntü yönetimi gibi konularda iyi bir iş çıkardığını söyleyebiliriz. Film, herkese uzak gibi duran meselelere o kadar da uzak olunamayan bir hikaye yapısıyla seyirciyi yakalıyor ve 2 saat 30 dakikalık uzun süresine rağmen bir an bile bırakmıyor.
Aileden Gelen Kalıcı Hasarları Durdurmanın Bir Yolu Var Mı?
Film, siyah-beyaz TRT görüntüleriyle açılış yapıyor. Berkun Oya seyirciyi, masada duran süt bardağı ve ders çalışmaya çalışan çocuk imgesiyle selamlıyor. Kendine ait bir odaya hatta bir masaya sahip olamayan o çocuklardan olmak fikrini yerleştiriyor aklımıza. Akşam yemeğinden sonra çay ve meyve eşliğinde televizyon izleyen, az şeye sahip mutlu insanlardan olmak… Film, bu görüntüler sayesinde günümüzde geçmeyen bir hikayeye ortak olacağımızı da anlatmış oluyor. En azından bir süreliğine…
Bekir…
Berkun Oya filme, geçmiş özlemimizden giriş yapıyor. Kadın dövmemenin insaniyet sayıldığı ve bunun kadın için bir lütuf ilan edildiği bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Bu gericilik kıyafeti Bekir’den çok hoşlanmamamıza neden oluyor; ancak Bekir de büyük ihtimalle ona öğretileni yapıyor. Yönetmen; kendince adalet duygusu gelişmiş olan bir adamın, babalık etmekle üstünlük kurmak arasında sıkıştığı, aileden görmediği sevgiyi çocuklarına yeterince aktaramayışı içinde geçen bir hayat döngüsünü anlatarak hikayeye giriş yapıyor.
Havva…
Bekir’in karşısında bir de Havva var. Bekir’in tam zıddı olarak hikayede konumlanıyor; çünkü doğada her şey zıddıyla var olur. Havva’nın, yani annelerinin babaya oranla çocuklarını sevgiyle kucaklaması, çocuklarının eğitimini umursamayan bir babayla çatışmasını izliyoruz. Her şeyin yolundaymış gibi göründüğü; ama korku cennetinde sınırları zorlayan, büyüme sancılarıyla yoğrulan çocuklar için hiçbir şeyin yolunda gitmediği bir aile anlatısı içinde kalıyoruz.
Kadir…
Aile dışından olan ve ablasına sevgi besleyen başka bir çocuğun varlığına katlanamayan ve kendince ablasını korumak için ona göz dağı vermeye çalışan Kadir’in bu yaptığının karşılığını misliyle aldığına tanık oluyoruz.
Yusuf…
İnsan, babasının gözleri önünde düşüp hastalandığını ve sonrasında öldüğünü bildiği eve geldiyse yaz günü de üşür. Filmin ortalarında filme dahil olan en küçük kardeş olan Yusuf’un, en küçük çocuk olduğu için yaşananlar dolayısıyla daha az canı yanıyor gibi görünen tavırlarından fazlasıyla duygusal bir karakter izlenimi alıyoruz.
Çekirdek aile anlatılarında hikayeler hep en küçük çocuğun gözünden anlatılır. Bu hikayeyi daha mı acıklı yapıyor, yoksa daha mı masumlaştırıyor bunun kararını seyirci veredursun, bu kez bu çocukluk anlatısının tek bir kişi üzerinden değil de bütün karakterler üzerinden anlatma yolu seçilmiş.
Babalar Ölünce, Yaz Mevsiminin Ortasında Eve Kış Gelir
Görüntü yönetimi sayesinde, siyah-beyaz sahnelerdeyken hikayeyi farklı bir açıdan izleme hissi uyandırıyor. Yaşanmış bir hikayenin senaryolaştırılıp, film içinde filme dönüştüğü Cici, bir çocuğun eve gelen kamerayla başlayan film çekme hayallerinden de besleniyor.
En iyi anlatılan hikaye, insanın kendi hikayesidir. Bir babanın öldüğü tarih önemli değildir. Babalar ölünce, yaz mevsiminin ortasında eve kış gelir. Temmuz sıcağında gökyüzünden evin eşiğine kar düşer. Bir filmde baba ölürken renkler siyah-beyaz , hava soğuk ve mevsim uzun bir kıştır.
Filmini Çekecek Başka Şey Bulamadın Mı Oğlum?
Her oyuncunun özenli oluşturulan karakteri, senaryonun küçük ama fark edilen detayları filmi çok keyifli bir hale getiriyor. Çocukları küçükken, anneler çocuklarıyla çocuk gibi konuşurlar. Onları kötülüklerden korumak için büyülü masallar anlatırlar. Yaşanmışlıkların acı siyah matemini pırıltılı sarı başaklara çevirirler. Çocuklar da aynı şeyi büyüdüklerinde annelerine yaparlar. Onlar için kötü gibi duran her şeyi güzelmiş, önemsizmiş gibi gösterirler.
Cici; bir sanatçının paletinden dökülür tavrıyla, bir müzik sonatının en güzel notasından çıkmışçasına, bir filmin en can alıcı sahnesiyken, bir kitabın en sevilen cümlesi gibi…
Bir İnsana Yaşadığı Kötü Hatıraları Yaşatmak Biraz Acımasızca Görünebilir
Z kuşağının açık sözlülüğü, o ağzını yaya yaya konuşması bile iyi duruyor bu filmde, göze batmıyor. Bu film aynı zamanda kuşaklar arasında kat edilen bir yol gibi de diyebiliriz. Yusuf’un evi böylesine satmak için çabalaması sadece para için mi, yoksa yaşananların üstüne duvarlar örmek mi, bilinmez; ama ona kötü anları hatırlattığı kesin diyebiliriz.
Havva…
Kendisi hemşire olmaya özenen bir kadının hayalini kendi kızı üstünden gerçekleştirmek istemesi… İnsan kaç yaşına gelirse gelsin, hayalleri asla ölmüyor; çünkü hayalleri ölmüş biri de pek yaşıyor sayılmaz. Hemşirelik mesleğinin zorluklarını dikkate almadan sadece güzel taraflarına odaklanmaktır hayal kurmak.
Saliha…
İnsanın çocukluk aşkının ona hala çocukken baktığı gibi baktığını görmek, aşkın tükenmezliğine bir kez daha inandırıyor. Dünyanın tüm güvensizliğine, hastalıklı ihanetlerine rağmen… Aşkın bitmezliği, yarım kalmışlığı, elini kalbine götüren o sızısını ve heyecanını izlemek karakterlerle bütünleştiriyor. İzleyiciye kendi içine baktırıyor.
Cemil…
İnsanın kalbi tek seferlik bir aşktan fazlasına kapalı olduğunda yalnız bir hayat sürmek de tek yol olmaktan öteye gidemiyor diyebiliriz.
İki farklı zamanda, ama izleyiciyi neredeyse tek mekanda ağırlayan film aynı hikayeyi, aynı insanları bambaşka halleriyle; ama bir yandan da aynı duyguları farklı bedenlerde bütünleştirerek anlatıyor. Berkun Oya, oyuncuları çoğunlukla konfor alanından çıkarıp hikayeyi yaşayan insanlar konumuna getiriyor. Sadelikle yazılmış, duru bir anlatımı olan, doğal tavrı sayesinde izleyiciyi içine çekiyor.
Kadir…
Bu film içindeki film, Kadir’in hem kendi için hem ailesi için hem de yaşanan kırık bir çocukluğun iyileştirilme çabası olarak görülebilir. Birine baktığında gözün doluyorsa, geçmişin acı hatıralarıyla yüzleşmek canını yakıyorsa, geçen hiçbir şey yoktur. Bir çocuğun kıskançlıkla, düşünmeden yaptığı bir şeyin ona belki de yaşadığı en derin travmayı hediye etmesi ve bunun aldığı en kötü hediye olması gerçeğiyle yüzleşiyoruz.
Yusuf…
Çok küçük yaşta babasız kaldığı ve babasının rahatsızlandığı ana tanık olduğu için, içten içe çok acı çekmesine rağmen, olayların yaşandığı zamanlarda çok küçük olduğu için onun yeterince acıya maruz kalmadığını düşündüklerine kendini inandırmış ve dışlanmış hissettiği için de kardeşlerinden kendisini soyutlamış.
Yas Tutmak İyileşmenin Başlangıcıdır
Kişisel hikayelerle yola çıkılarak yapılan filmler, bir de çocukluk hatıralarıyla besleniyorsa geçmişin hayaletleriyle de yüzleşmeye hazır olmak gerekiyor. Bir insanı en çok çocukluğunun kanayan yaraları acıtır. Kimi için çok sıradan görünen bir hikaye, bir başkası için hayatının dönüm noktası bile olabilir. travmayı ya da karakteri neyin en çok beslediğine bağlı diyebiliriz.
Yas tutmak çok zor bir şeydir; çünkü yas tutmanın başlangıcı senin için değerli birinin kaybını kabullenmekle başlar. Bunu kabullenmenin zorluğunu, ancak bu yası tutmak zorunda kalanlar anlayabilir. Birinin yokluğuna alışmak bir tarafa, bir daha hiç yanında olmayacağını anlamak hayatın getirdiği en büyük zorluklardan biri diyebiliriz. Yas tutmak, iyileşmenin de başlangıcıdır; ama yas tutamayanlar bir ömür geçse dahi iyileşemezler. Dolayısıyla, bir ölümün üstünden yıllar geçse bile, bunun düşüncesi insanı anılar dün yaşanmış gibi gözyaşlarına boğabilir.
Havva ve Kadir…
Bir tarafta yaşlandıkça hafızasını kaybeden Havva, diğer tarafta da hafızasını bir kasete koymaya çalışan Kadir… Hayat hep zıtlıklarıyla var gerçekten de.
Kadir, belki de geçmişi bir film rulosuna saklayıp üstüne kilit vurmak istiyordur. Amacı herkesin görebileceği, ama kimsenin ulaşamayacağı bir çocukluğu geride bırakmaktır. Bunu da en güzel haliyle, yani tüm bu hikayeyi onunla birlikte yaşamış kişilerle çekmekten geçtiğine inanıyordur.
Peki O Evlerden Geriye Kalanlar Her Zaman Mutlu Anlar Mıdır?
Evlerin hafızaları vardır ya da öyle olduğu düşünülür. Eski insan diye tabir ettiğimiz insanlar, onlardan kalan evlerin satılmasını istemezler. Evlerin satılması demek, kendi hatıralarının da kaybolması anlamına gelebilir.
Filmde geçmiş motiflerinin hatırlatılma yöntemleri o kadar güzel ki; bazen bir şarkı bazen bir kelime insanın içini sızlatmaya yetiyor. Her şeyi karakterlerle birlikte bizler de yaşamışız, sanki aralarındaymışız gibi o ana şahitlik ettiriyor.
Betamax kameranın varlığıyla büyüleyen, ama içinden her şeyin çıkabileceği o kutudan hem unutulmaya yüz tutmuş yaşanmışlıklar hem de unutulmamak için çabalanan anlar çıkıyor.
Filmin finalinde gelen, filmin belki de başından beri herkesin aklından bir kez olsun geçirdiği bir gerçeği, seyirci de Saliha ve Yusuf gibi eş zamanlı olarak öğreniyor. Kadir’in bu görüntüleri önceden izlediğini bildiğimiz için, durumu önceden öğrendiğini ve uzun zamandır öğrendiği bu gerçekle tek başına başa çıkmaya çalıştığını anlıyoruz.
Film trajik sonuyla da bir aile trajedisi olarak yorumlanabilir. Zorlu bir çocukluk, ergenlik, gençlik, devam eden yetişkinlik dönemleriyle birlikte, aileye ait bu acı verici gerçek kim bilir onları nerelere götürecektir.
Filmin içinde çekilen filmin, bir de set arkası görüntülerini izlemek çok derinlikli bir şeye dahil olmuşuz gibi hissettiriyor. Filmin korona günlerinde çekildiğini, kurulan cümlelerden ve tek mekan kullanımından anlıyoruz. 2 saat 30 dakikalık süresi filmi çekilmez kılmıyor, aksine film bittiğinde keşke bu film bitmeyen bir yol olsaydı diye düşünülebilir.