Sinema tarihinde geleneksel kalıpları yıkabilmiş ve kendine auteur dedirtebilen sayılı yönetmen vardır. Bu insanlar arasında ise sinemaya çok da aşina olmayanların duyabileceği isim sayısı, film sektörüne ıslak imzalarını atan bu auteurlerden daha da azdır. Fakat hiç şüphesiz ki Christopher Nolan, iki listede de boy göstermektedir. 21. yüzyılın en etkili yönetmenlerinden biri olan Christopher Edward Nolan’ın sayısız başarı sığdırdığı kariyerinin ayak sesleri henüz o daha gençken işitilmeye başlanmıştır. Eğitimini University College London’da tamamlayan Nolan, birkaç kısa film denemesinden sonra ilk uzun metrajlı çıkışını 1998’de Following ile yapmakta. Nolan’ın sinematografik yolculuğunda bir dönüm noktası olan Memento’da ise yönetmenin ilerleyen yıllarda imzası haline gelecek olan, geleneksel anlatı kalıplarını kıran, hafıza ve zamanla oynayan, özgün anlatım tarzının ilk kıvılcımlarını görüyoruz. Kariyer basamaklarını The Dark Knight üçlemesi, Inception, Interstellar, Dunkirk gibi filmlerle çıkan yönetmen, en son yedi Oscar kazandığı Oppenheimer’ı 2023 yılında Universal Picture işbirliğiyle beyaz perdede bizlere sundu. 2019 yılında Britanya İmparatorluk Nişanı Komutanı unvanını, 2024 yılında ise sinemaya olan katkılardan dolayı şövalyelik unvanını alan Sir Christopher Nolan CBE, şaheserleriyle birlikte tüylerimizi diken diken etmeye devam edecek gibi duruyor. Peki sinema tarihine adını gerek filmografisiyle gerekse kendine özgün tarzıyla altın harflerle kazımış, başarıları ve unvanıyla kendisine “Sir” ve “CBE” (Commander of the Order of the British Empire) dedirtmiş bu auteurün hayatına hangi yapımlar damgasını vurdu? Bunun cevabını aradık ve gelin hep beraber Christopher Nolan‘ın en sevdiği 10 filme göz atalım.
1 – Metropolis (1927)
“Kalp arabulucu olmazsa, beyin ve eller arasında anlayış olamaz”
Listemizin en başında Fritz Lang’in merceğinden çıka gelen ve on yılları aşan ışığının bizi hâlâ aydınlattığı Metropolis var. Türü bilim-kurgunun öncülerinden olan ve bu türün ilk uzun metrajlı filmleri arasında yer alan yapım, Karl Freund‘un ve Günther Rittau‘nun katkılarıyla sinematografi dünyasının en anıt isimlerinden olmayı başarmış. Kendileri ise teknikleriyle Alman Ekspresyonist sinemasına yeni bir soluk getiren bu eseri çeşnilendirmişler. Çarpık ve abartılı dekorlarla karakterlerin iç çatışmasını ve toplum çarpıklığını, Chiaroscuro tekniğinin dramatik kullanımıyla rahatsızlık ve gizem duygusunu, şehrin yüksek gökdelenlerinin baskıyı ve elitleri, yeraltı dünyasının iş makineleri ise işçi sınıfının zor durumunu sembolize etmesi bize ekspresyonizmin en iyi şekilde kullanıldığını gösteriyor. Bu teknikle birlikte toplum ve sınıf eleştirisini yüzümüze siyahın ve beyazın zıtlığı kadar sert şekilde çarpıyor. Alfred Abel, Brigitte Helm gibi isimlerin oynadığı film her ne kadar sessiz olsa da fütüristtik distopiyi bize görsel hikâye anlatısıyla bağıra çağıra aktarıyor.
2 – Blade Runner (1984)
“İnsan seçimini yaptı… Artık bu onun sorunu.”
Bu zamana kadar tamtamına yedi tane uyarlamasını gördüğümüz Ridley Scott’ın Blade Runner şaheseri bilim kurgu türünün köşe taşlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Şüphesiz film yapımcılığının gelmiş geçmiş en etkili eserlerinden biri olan Blade Runner, zamanının belki de çok ötesinde. Gerek dekorasyonlarıyla ve sinematografisiyle gerekse sorduğu sorularla önünde eğilesi bir yapım. Harrison Ford‘un oyunculuğuyla ve Vangelis’in müzikleriyle aklımızda daha da çok yer edinen filmde her açıdan fütüristtik. 2019’un distopik Los Angeles’ında geçen hikâye, uzay kolonilerinde çalışmak üzere üretilen sentetik insanlardan oluşan bir grubu ve yorgun polis Rick Deckard‘ın bu grupla mücadelesini ele alıyor. Distopyanın ve cyberpunk esintilerinin şehrin sokaklarına, binalarına, manzarasına kısacası her yerine işlendiği yapım, bize görsel şölen yaşatırken “İnsanlığın kaynağı nedir? Bizi ne insan yapar?” gibi sorularla aklımızı kurcalıyor.
3 – 2001: A Space Odyssey (1968)
“Kendimi mümkün olan en iyi şekilde kullanmaya çalışıyorum; bence bilinçli bir varlığın yapmayı umabileceği tek şey budur.”
Sıradaki isim ise çoğu kişinin yakından tanıyacağı efsanevi Stanley Kubrick’in eşsiz filmi 2001: A Space Odyssey. Film yapımcılığının sınırlarını yeniden çizen bu başyapıt, birçok açıdan bir dehanın ürünü. Uzay uçuşlarının gerçekçiliği, çağının ötesindeki özel efektleri, yoruma açık belirsiz imgeleri gibi özellikleriyle zamanının çok ötesinde olan eser; geleneksel sinematik ve anlatım tekniklerini terk ediyor, yerini uzun, sessiz sahneler ve ona eşlik eden müziğe bırakıyor. İnsan evrimi, teknoloji ve yapay zeka gibi temaları işleyen film farklı zaman dilimlerini bir araya getiriyor. Tarih öncesi zamanı, yakın geleceği ve uzak geleceği tek bir ekrana sığdırıp sınırlarını silikleştiren yapımda Keir Dullea ve Gary Lockwood gibi isimlerin yer aldığını görüyoruz. Nolan‘ın, Interstellar‘ını etkileyen bu filmi sevmesine şaşırmamalı.
4 – Lawrence of Arabia (1962)
“Hırsızlar arasında belki şeref olabilir, ancak politikacılarda hiç yoktur”
Thomas Edward Lawrence‘ın hayat hikâyesinden uyarlanan yedi Oscar sahibi bu film, ekranlarımıza tarihin tozlu sayfalarından çıkıp geliyor. Çekildiği tarihin çok ötesindeki görsellik ve çekim teknikleri açısından dudak uçuklatan yapım, zamanın sınırlarını o kadar aşıyor ki zamansız bir hale bürünüyor. Görselliğinin yanında alışılmışın dışındaki anlatısı ve her dakikası ilmek ilmek işlenmiş dört saatle boy gösteren The Lawrance of Arabia klasik kahraman ilahlaştırmasından, ana karakterimizin kusurlu doğasının ve iç çatışmalarının yardımıyla kaçınıyor. Lawrance‘ın Türklere karşı Araplara yardım etmesi üzerine kurgulanan hikâyede ahlak, başkahramanımız üzerinden eşsiz şekilde işlenmiş. Filmin David Lean ustalığıyla yönetildiğini de söylemeden geçmeyelim.
5 – Heat (1995)
“Felsefe konuşmak istemiyorum. Ateşten bahsetmek istiyorum.”
Listemizi yarıladığımızda ise sırada Al Pacino ve Robert De Niro gibi unutulmaz isimlerin rol aldığı Heat var. Micheal Mann tarafından yazılıp yönetilen bu Amerikan suç filmi detayları ve gerçekçiliği ile bizi şaşırtırken görselliğiyle de büyülüyor. Yapım, Al Pacino‘nun canlandırdığı bir LAPD (Los Angeles Polis Dairesi) dedektifi ve De Niro‘nun canlandırdığı bir hırsız arasındaki çatışma etrafında dönüyor. Bu polis-suçlu çatışmasına, filmin realist ve yoğun atmosferine Mann‘ın sinematografisi çok başarılı şekilde eşlik ediyor. Doğal aydınlatma, sahneyi daha akıcı ve sürükleyici yapmak için uzun çekimler ve karakterlerin karanlık evrenini yansıtmak içinse gece çekilen sahneler gibi birçok elementin filmde birleştiğini görüyoruz.
6 – The Testament of Dr. Mabuse (1933)
“Deli mi? Canavar mı? Katil mi? Bilim insanı mı?”
Şüphesiz ki tarihte politik olarak tartışmalı ve yasaklanmış birçok film vardır. Ancak The Testament of Dr. Mabuse bu filmler arasında gerek vermek istediği mesajla gerekse film tasarımı açısından en öne çıkanlardan biri. Dr. Mabuse the Gambler‘ın devamı olan eser, Adolf Hitler’in Alman Şansölyeliğine yükseldiği döneme tekabül ediyor. Faşizmin ince ince ele alındığı ve eleştirildiği yapım, Alman Ekspresyonizminin en iyi örneklerinden biri olarak kabul ediliyor. Akımın gereği olan çarpık ışık oyunlarını, abartılı set tasarımlarını, deforme olmuş yüz ifadelerini başarıyla kullanan yönetmen Fritz Lang, akıl hastanesindeki Dr.Mabuse‘un suç planlarını kurgulamasını, bunları hayata geçirirken birçok kişiyi etkisi altına almasını ve araştırmacı Lohmann’ın bu kargaşa içerisindeki ipucu arayışını işliyor. Goebbels tarafından Hitler Almanya’sında yasaklanan film, Almanya’da uzun bir süre yasaklı kalmış.
7 – The Right Stuff (1983)
“Havada yaşayan bir iblis vardı. Ona meydan okuyan herkesin öleceği söyleniyordu.”
Sonlara yaklaşırken Amerikan sinemasının incilerinden biri olan Philip Kaufman imzalı The Right Stuff’ı görüyoruz. Interstellar‘ı çekerken “2001“in yanında bu filmden de çok etkilenen Nolan, IGN’e verdiği bir demeçte şunları söylüyor: “Interstellar’ı çekerken 2001: A Space Odyssey‘nin var olduğunu görmezden gelemezsiniz ama dikkatleri çekmem gereken bir diğer film ise The Right Stuff‘dır.” Tom Wolfe‘nin aynı isimdeki kitabından uyarlanan yapım, bir Amerikan tarihî drama filmi olarak karşımıza çıkıyor. Hikâye, Kaliforniya’daki Edwards Hava Kuvvetleri Üssü’nde havacılık araştırmalarına katılan test pilotlarının yanı sıra, ABD’nin ilk insanlı uzay uçuşu olan Mercury Projesi için astronot olarak seçilen yedi askeri pilot olan Mercury Seven’ı konu alıyor. Tarihî gerçekliğinin yanında, Sam Shepard, Ed Harris, Scott Glenn gibi isimlerin oyunculuğu ve insaniyetimizi birçok yönüyle ele almasıyla bu film, izleyenlere daha önce yaşamadıkları bir deneyimi sunuyor.
8 – Saving Private Ryan (1998)
“Sadece şunu biliyorum ki, öldürdüğüm her adamla birlikte evimden daha da uzaklaşıyorum”
Nolan bu yapımın o kadar büyük hayranı ki kendi savaş filmi olan Dunkirk‘i çekmeden önce filmin yönetmeni Steven Spielberg‘e danışmış. Tom Hanks gibi usta oyuncuların performanslarıyla parlayan eser, savaşın acımasız gerçekliğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Savaşın bireyler üzerindeki derin psikolojik etkilerini mercek altına alırken, karakterlerin iç dünyalarına yaptığı yolculukla izleyiciyi derinden etkiliyor. Normandiya çıkartmasıyla başlayan anlatı, Amerika Birleşik Devletleri Kara Kuvvetleri Komutanı George C. Marshall‘ın daha önce üç kardeşini kaybetmiş olan Er James Ryan‘ı, üç evladının ateşiyle yanan anneye ulaştırma hikâyesini anlatıyor. Anlatıyı savaş ve insan temasıyla yediren film, izleyenlerin yüreğini sızlatıyor.
9 – Chariots of Fire (1981)
“Tanrı’nın beni bir amaç için yarattı ama aynı zamanda beni hızlı da yaptı. Ve koştuğumda, O’nun hoşnutluğunu hissediyorum.”
Sırada ise Dunkirk‘e ilham olmuş başka bir yapım var, Chariots of Fire. Vangelis‘in 80’lerin en iyi skorlarından birini çıkardığı film hakkında Nolan “şaheser” kelimesin kullanıyor. Hugh Hudson‘ın Britanya’daki kadrajından çıka gelen spor tarihî filmi, 1924 Olimpiyatları’ndaki iki sporcu Eric Liddell ve Harold Abrahams‘ın gerçek hikâyesini ele alıyor. Ben Cross ve Ian Charleson‘ın oynadığı bu iki karakterden birisi tanrının kudreti için diğeri ise ön yargıları kırmak için koşuyor.
10 – Speed (1994)
“Küçük bir sınav, genç adam. O otobüste bir bomba var. Otobüs saatte 50 mil hızına ulaştığında bomba aktifleşecek. Eğer hız 50’nin altına düşerse patlayacak. Ne yaparsın? Ne yaparsın?”
Listemizin sonunda ise 90’ların en iyi aksiyon filmlerinden biri olarak görülen Speed var. Keanu Reeves efsanesinin oynadığı bu yapımda ona Dennis Hopper, Sandra Bullock gibi isimler eşlik ediyor. Adrenalinin kanınızdan hiç eksik olmayacağı ve sahneleriyle ağzınızı açık bırakacak eseri Nolan, “hızı en üst düzeyde gerilim dolu bir zamanla yarışma filmi” olarak tanımlıyor.
Kaynaklar:
Far Out Magazine. “Christopher Nolan’S 10 Favourite Movies.” 29.07.2024. WEB
IndieWire. “Christopher Nolan’s Favorite Movies: 42 Films the Director Wants You to See.” 29.07.2024 WEB