Charles Bukowski, Almanya’da doğmuş; romanlar, öyküler ve şiirler yazmış Amerikan bir yeraltı yazarıdır. Öykülerinde ve şiirlerinde sokak hayatının ve toplumun ahlâki bozukluklarını ve mazlumluklarını anlatmıştır.

Yazılarında kişisel deneyimlerine, hayal gücüne ve -pek öyle gözükmese de- duygularına yaslanan Bukowski, kimilerince ofansif bulunsa da kimilerine göre yazılarında sıklıkla barındırdığı cinsellik, alkolizm ve şiddet ögelerini maço bir tutumla satirize etmiştir. Almanya’da doğan Bukowski, 2 yaşında ailesiyle birlikte Amerika Birleşik Devletleri’ne taşınmıştır. “Katı bir disiplin” anlayışı olan babasından şiddet görmüş, okulda akranları tarafından zorbalığa maruz kalmıştır.
Yazarlık Yolculuğu
Charles Bukowski, 19 yaşındayken Los Angeles Şehir Üniversitesi’ne girmiş, 2. Dünya Savaşı’nın başlarında okuldan ayrılmış ve yazar olmak için New York’a gitmiştir. Bu sırada zamanını gezerek, yazarak harcamıştır ve bazı öyküleri yayımlansa da yazıları pek çok kez reddedilmiştir. Geçimini ikinci sınıf işler yaparak sağlamıştır: Kapıcılıktan benzinciliğe, işçilikten park kâyhalığına birçok iş yapmıştır. Günde bir çikolatayla haftada üç ya da dört öykü yazmaya çalıştığını söyler. Yazdıklarını New Yorker gibi büyük dergilere göndermiş olsa bile reddedilmiştir.
1946 yılında yazmaya pes eden Bukowski, on yıl boyunca hiçbir şey yazmadan ülkeyi dolaşmıştır. Bu süreç, daha sonra Bukowski’nin yazılarında kullanacağı, yaşamının kurgusal bir versiyonu olan Henry Chinaski‘yi doğurmuştur. Bukowski’nin şiirlerinde ve öykülerinde sıklıkla baş karakter olarak gördüğümüz Henry Chinaski, marjinal ve zor işlerde çalışan, sürekli sarhoş olan ve sevişen bir karakterdir ve Charles Bukowski için otobiyografik bir karakter olduğu söylenebilir.
Postane
1950’lerin başlarında Los Angeles’ta postanede çalışmaya başlamıştır ve burada 3 yıl çalışmıştır. Charles Bukowski’nin hayatındaki bir başka önemli nokta da bu postane ve orada çalıştığı yıllardır. 1960 yılında tekrardan postanede çalışmaya başlamıştır ve o zamana kadar şiddetli bir iç kanama geçirmiştir. Hastaneden taburcu olduktan sonra daha fazla şiir yazmaya koyulmuştur. İki haftada altmış adet şiir yazmıştır ve bunları dergilere göndermiştir. Harlequin isimli dergi bir sayısını onun şiirlerine ayırmıştır.
On yılı aşkın bir süre için postanede çalışmıştır ve burada çalıştığı süre boyunca edindiği anılardan oluşan “Postane” adında bir roman yazmıştır ve bu ilk romanı olmuştur. Postanede çalıştığı yıllarda tanıklık ettiği acımasız amirlerden, alkolizmden, cinsellikten ve at yarışlarından oluşan bir romandır.
Open City Gazetesi
Charles Bukowski’nin bazı yeraltı yayınlarında yer aldığını söylemiştik. Bu yayınlardan belki de en önemlisi Open City adındaki bir yeraltı gazetesidir. Open City, John Bryan tarafından kirada oturduğu iki katlı evin ön odasında başlatılmıştır. John Bryan, Charles Bukowski’ye gazete için bir haftalık sütun yazmasını teklif etmiştir. Bukowski kabul etmiştir ve önce kendi deyimiyle “Hemingway Baba” üzerine bir yazı yazmış, sonra bir gün daktilosunda “Pis Moruğun Notları” başlığını atmıştır. Bu sütuna düzenli olarak yazılar yazmıştır ve yazarın bu isimdeki kitabı bu şekilde oluşmuştur. Charles Bukowski’nin anlatımıyla ilk zamanlarda John Bryan, Bukowski’nin yazdıklarını şöyle bir okuyup yayıma alır, daha sonralarda ise yazılara göz bile gezdirmeden hepsini kabul edermiş. Bu anlamda Open City, Charles Bukowski’nin “Pis Moruğun Notları” adlı kitabının oluşmasında oynadığı rolle ve ona verdiği özgürlükle yazarın kariyerinde önemli bir yere sahiptir. Bu gazetelerde yazarak, biraz da dilden dile dolaşarak, popülerlik kazanmıştır.
Felsefesi ve Eserlerindeki Tema
Charles Bukowski’nin eserlerinde terk edilmiş, ıssız bir dünya teması vardır. Şiirlerindeki serbest tarz hayatın absürtlüğünü okuyucuya yansıtmaktadır. Onun dünyasında kumar, müzik ve alkolizm geniş bir yer kaplar ancak ilk bakışta yüzeysel gibi görünebilecek bu temaların altında yazarın dünyaya ve hayata karşı umarsız tavrı yazılarındaki bakış açısını belirler. Yazarın karamsar, umutsuz ve uyumsuz çizgisinin altında yine de her şeyin oluruna varacağını düşündüğünü söyleyebiliriz.

Bukowski’nin birçok öyküsünde başına kötü olaylar gelen karakterlerin hikayelerini okuruz. Bir seks işçisiyle beraber olup cüzdanını çaldırmaktan tutun da ilk kez gittiği bir barda mafya ile kavgaya tutuşmaya kadar her şeyin yaşandığı bu öykülerin sonunda bize kalırsa her zaman iyimser bir taraf vardır. Bukowski’nin umarsızlığı aslında oldukça iyimserdir denebilir çünkü öykülerin sonunda karakterler; öyle ya da böyle, hayatlarına kaldıkları yerden devam ederler. Şu ya da bu kötü olay yaşansın, karakter rezil duruma düşsün ve talihsizliğine istediğimiz kadar şaşıralım; yine de öykülerin sonunda her şeyin oluruna vardığı ya da varacağı izlenimi vardır ve bu anlamda Bukowski, gerçeklikten kopuk gibi görünen felsefesinin aslında ne kadar da realist olduğunu gösterir. Hayatta da başımıza neler gelirse gelsin günün sonunda her biri anlamsızdır, dolayısıyla kötü olayların hayatımızı mahvetmesine pek bir lüzum da yoktur. Bukowski’nin öykülerinde tema, bize kalırsa, “her şey olacağına varır, insan koca bir günün sonunda yine kendini yatağında uzanmış düşünürken bulur” şeklinde özetlenebilir.
Kaynak:
“Charles Bukowski”, Poetry Foundation, Web, 08.01.2023
“About Charles Bukowski”, Poets, Web, 08.01.2023
Öne çıkan görsel: “Charles Bukowski, portre”, thierry ehrmann, 29 Mart 2017, CC BY 2.0




