Söylenti sinemanın kadrajına bu sefer kendine has sinema dili ve son yıllarda beyaz perdeye bıraktığı modern baş yapıtlarla kendinden oldukça söz ettiren fransız yönetmen Céline Sciamma‘yı alıyoruz. Özellikle kadın hikayelerini konu alan Sciamma, sade ve yalın anlatımıyla feminist sinemanın yeni öncülerinden biri haline geldi.
Céline Sciamma, 12 Kasım 1978’de Paris’in dışında bir banliyö olan Cergy-Pontoise‘da büyüdü. Fransız sinema okulu La Fémis‘e katılmadan önce, Paris Nanterre Üniversitesi‘nde Fransız Edebiyatı alanında yüksek lisans yaptı. Çocukken hevesli bir okuyucuydu ve gençken sinemaya ilgi duymaya başladı. Sciamma, eski Hollywood filmlerine büyük ilgi duyduğunu söyleyerek, büyükannesinin sinema sevgisine ilham kaynağı olduğunu söylüyor.
Sinemaya genç yaşında âşık olan Sciamma, liseden sonra seçmeleri kazanarak gittiği “La Fémis” Ulusal Görüntü ve Ses Ticareti Okulu’ndaki sinema eğitiminin bitirme projesinin bir parçası olarak Ahtapotların Doğuşu “Naissance des Pieuvres” adlı ilk orijinal senaryosunu yazdı. Sciamma eski röportajlarında yönetmenliği hiçbir zaman planlamadığını, sadece senaryo yazmayı veya eleştirmen olarak çalışmayı düşündüğünü; çünkü yönetmenliğin çok fazla ‘yalnızca erkek’ bir pozisyon olduğunu hissettiğini belirtiyor. Sciamma, platformunu erkek bakışının kısıtlamaları hakkında konuşmak ve kadın bakışını ön plana çıkaran filmler sunmak için kullanıyor. Filmlerini, özellikle de Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi‘ni bir feminist manifesto olarak görüyor.
Virginia Woolf, Chantal Akerman, David Lynch gibi isimlerden oldukça etkilenen Sciamma, duyarlılığı, duygusallığı ve feminizmi, toplumsal cinsiyet politikalarıyla cesur ve modern bir bakış açısıyla iç içe geçirerek işliyor. Kendisi de bir feminist olan Céline Sciamma, filmlerde cinsiyet eşitliğini savunan bir grup Fransız film endüstrisi profesyoneli olan 5050 by 2020 hareketinin kurucu üyelerinden biri. Sciamma’nın filmlerindeki ortak tema, kadınlar arasındaki cinsiyet ve cinsel kimliğin akışkanlığıdır. Filmlerinde queer ilişkilere yer veren yönetmen, beden fikrine ve sinemada dokunmanın bedenle ilişkisine odaklanıyor.
2018 Cannes Film Festivali‘nde aralarında Agnès Varda, Ava DuVernay, Cate Blanchett ve Léa Seydoux‘un da bulunduğu birçok önemli kadın oyuncu ve yönetmenle birlikte eşitsizliğe karşı bir protesto organize edip katıldı. Sinemanın bir evren inşa etmek ve gerçekle gerçek olmayan arasında oynamakla ilgili olduğunu düşünen Céline Sciamma, adım attığı sinema dünyasında kendi filmlerini yönetirken aynı zamanda diğer yönetmenler ile iş birliği içinde senarist olarak çalışmaya devam ediyor. Celine Sciamma, kariyerinin başından beri hep kadın hikayeleri anlatıyor, bazı istisnalar olmakla birlikte özellikle de queer hikayeler. Filmleri, yeni queer sinema dalgasının başat isimlerinden olan François Ozon’un feminizmle yoğurulmuş hali olarak değerlendiriliyor. Gelin feminist sinemanın yenilikçi yönetmeninin filmografisine daha yakından bakalım.
Water Lilies (2007)
Sciamma’nın ilk uzun metrajı olan bu film, Paris’in hemen dışındaki bir banliyöde senkronize yüzme dünyasından gelen birbirinden çok farklı üç kızın içinden geçtikleri duygusal aşamaları takip ediyor. Her biri henüz 15 yaşında olan, su gösteri takımının kaptanı Floriane, Floriane’a olan ilgisini bastıramayan ve gizli gizli onu takip eden Marie ve Marie’nin arkadaşı Anne etrafında şekillenen yapım, ergenlik, cinsellik ve özgüven temaları ile birlikte duyguların her yönüyle açığa çıktığı ve karakterlerin kendilerini tanımaya çalıştıkları bir dönemi, içinde hiç yetişkin karakter barındırmadan aktarıyor.
Pauline Acquart, Adele Haenel, Louise Biachere ve Warren Jacquin‘in başrollerini paylaştığı film César Umut Vadeden Kadın Oyuncu Ödülü ve César En İyi İlk Film Ödülü‘ne aday olmuştur. 2007’de Cannes Film Festivali’nin “Belirli Bir Bakış” bölümünde gösterilmek üzere seçilmiştir; bununla birlikte hem Cabourg Film Festivali’nde Prix de la Jeunesse’i (Gençlik Ödülü) hem de Louis Delluc En İyi İlk Film Ödülü’nü kazanmıştır. Fransızca da Naissance des Pieuvres yani Ahtapotların Doğumu anlamına gelen filmin adı, İngilizce’ye Water Lilies olarak çevrilmiştir.
Tomboy (2011)
Çocukluk zamanı kimlik bunalımlarını inceleyen son derece sade; ama bir o kadar da gerçekçi, aynı zamanda çocuk oyuncu yönetiminin güzel örneklerinden birinin sunulduğu film Céline Sciamma’nın ikinci uzun metrajı. Cinsiyet kavramı temasına sahip olan film, 10 yaşındaki baş karakter Laure’nin yeni taşındığı mahalledeki yeni arkadaşlarına kendini erkek olarak tanıtmasıyla gelişen durumları ele alıyor. Laure, evde ailenin büyük kızı olma görevini üstlenirken, oyun arkadaşları arasında Michael olarak, hissettiği ve istediği kimliği yaşamaya başlar.
Zamanla ikisinin arasında kalışının ve yakın zamanda bu oyunun bozulacağı gerçeğinin dramı, başta Laure ya da Michael’ı canlandıran Zoé Héran olmak üzere, çocuk oyuncuların samimi ve doğal oyunculuklarıyla hayat buluyor. Céline Sciamma’nın mütevazı ve naif tavrını esirgemediği, kimlik bunalımını bir çocuğun gözünden anlatan etkileyici bir film.
Girlhood (2014)
Girlhood filmiyle beraber sonradan bir üçleme olarak adlandıracağı bu büyüme öyküsü serisini tamamlıyor Sciamma. Bu üç film de başta büyüme hikayesi olmak üzere birçok ortak özelliğe sahip olmakla birlikte “Girlhood” için üçlemenin en ayrıksı duran filmi diyebiliriz. Girlhood, aslında bu üçleme içinde politik açıdan diğer iki filmden biraz daha farklı bir konuyu işlemesiyle en büyük farkı yaratıyor. Bu filmin konusu Fransa’nın çok da zengin olmayan mahallelerinden birinde yaşayan Marieme’nin yeni bir arkadaş grubuyla tanışıp hayatını daha çekilebilir kılma çabası içine girmesi ve bir nevi özgürlüğüne kavuşma çabası diyebiliriz.
16 yaşındaki Marieme ciddi kısıtlamalarla hayatını sürdürmeye çalışan bir gençtir. Komşuların yarattığı mahalle baskıları, okul hayatının zorlukları ve arkadaşlarının yaşattığı psikolojik engeller nedeniyle bunalan Marieme, bir gün beklenmedik bir anda hayat dolu üç kızla tanışır. Özgür ruhlu yeni arkadaşları sayesinde arkadaşlığı ve cesareti keşfedeceği yeni bir yolculuğa atılır.
Yeni arkadaşlarıyla hayatı sıfırdan deneyimlemeye başlarken esasında yıllardır içinde tuttuğu, ses vermek istemediği hisler de su yüzüne çıkmaya başlıyor. Girlhood hem kırılgan, hem de çelik gibi sağlam bir film. Dolayısıyla karakterlerinin de iki yüzünü birden görebiliyorsunuz. Bir tarafta birey olmanın sevincini yaşayan Marieme, diğer tarafta ise onu sürekli çıktığı kara deliğe geri çeken bir ev hayatı var. Ama hayatın ona karşı verdiği mücadeleye rağmen saçından tavrına, giyiminden kullandığı jargona kadar her şey değişiyor.
Portrait Of A Lady On Fire (2019)
Céline Sciamma’nın 2019’un en iyi yapımları arasında gösterilen, her dakikasıyla dolu dolu bir sinema deneyimi sunan ve dünya sinemasında duygusal yoğunluğu böylesine güçlü nadir yapımlardan olan Portrait of a Lady on Fire, orijinal adıyla “Portrait de la jeune fille en feu”; izole bir adada yaşayan ve gönlünün olmadığı bir evliliğe sürüklenen Héloïse ile gizli bir şekilde onun portresini çizmek zorunda olan Marianne‘nin giderek derinleşen ilişkilerini odağına alıyor. Sciamma filmini, tarih boyu erkek isimleriyle işlerini imzalamak zorunda kalan kadın ressamlara adarken bir yandan da kadını dört duvara sıkıştırıp, varoluşuyla ilham veren nesne olarak gören anlayışla bir kez daha hesaplaşıyor.
Duygu yüklü bir aşk şarkısı olarak nitelendirilebilecek film, klasisizm ve romantizmi harmanladığı sırada modern de olabileceğini kanıtlarken, etkileyiciliğini taşıdığı estetik duygudan alıyor. Beklenmedik koşullarda bir araya gelen iki bağımsız kadın arasındaki tutkulu aşkı anlatan ve 2019 Cannes Film Festivali‘nde Altın Palmiye adayı gösterilen film, Queer Palm ödülünü almasıyla ilk kez bir kadın yönetmenin filmi bu ödülü kazanmış oldu. Sciamma ayrıca bu film ile Cannes’da En İyi Senaryo ödülünü de kazandı.
Petite Maman (2021)
Céline Sciamma’nın pandeminin en çetin günlerinde sessiz sedasız çektiği, prömiyerini 71. Berlin Film Festivali’nde yapan Petite Maman, yas süreciyle başa çıkma ve bağlanma üzerine minimal ama yoğun bir anlatım. Film, büyükannesinin kaybıyla birlikte annesinin doğduğu eve giden ve burada kendi yaşlarında Marion adında küçük bir kızla tanışan Nelly’nin ve Marion‘un dostluğunu anlatıyor. Nelly, yaşadığı kayıpla baş etmesini ona öğretecek fantastik bir yolculuğa çıkıyor. Başrollerdeki ikiz Joséphine- Gabrielle Sanz kardeşler ile film sinemaya iki müthiş çocuk oyuncu kazandırıyor. Yalın ve sade bir sinema diliyle büyük bir dünya yaratan film derinlikli bir yas ve büyüme öyküsü sunuyor. Çocukluk, annelik, sevgi temaları üzerinden Céline Sciamma, kadın kimliğini keşfe çıktığı sinema yolculuğunu bu filmde de sürdürüyor. Sciamma çocukların gözünden aktardığı anne-kız ilişkisini zarif ve duygusal bir sinema diliyle işliyor.
Petite Maman, anneannesinin ölümünün ardından annesi Marion’la birlikte onun çocukluk evine giden Nelly’nin birkaç gün içinde yaşadıkları, zamanın göreceliği, belleğin sürekliliği, geçmiş ve geleceğin birbirini tamamlayan cümleleri gibi başlıkların sinemada illa büyük sözlerle anlatılması gerekmediğinin de bir kanıtı gibi.
Sciamma’nın bugüne kadar yazdığı ve yönettiği tüm işleri dünya çapında oldukça iyi eleştiriler alarak beğeni topladı. Hikayelerini izlenebilir kılan ve bu kadar yüksek bir seyir zevki sunan şeyin sözcüklerin ve görüntünün duygusal gücünü çok iyi kullanması diyebiliriz. Stilinde sanatsal bir sadelik var ve bununla izleyiciyi büyülemeyi başarıyor.









