Çekmeceler Film İncelemesi: Çocukluğun Seni Ne Kadar Yaralayabilir?

Editör:
Sedef Hızlan
spot_img

Herkesin zihninde çekmeceler vardır. Hepimizin. Dar, geniş, derin. Kimisi sıkış tepiş doludur, kimi bomboş kalmıştır. Mesela kimine aile çekmecesi deriz ailelerimizi, eşimizi, çocuklarımızı koyarız, kimine kariyerimizi, başarılarımızı. Kimine seks, kimine birlikteliklerimizi, arkadaşlarımızı. Kimisi boş kalır. Bu boşluklar da ilerleyen yıllarda hayal kırıklıklarına ve yıkımlara sebep olur. Bazı çekmeceler ise kilitli kalır. Nedenler ve sonuçlar hep orada gizlidir.

Caner Alper ve Mehmet Binay ikilisinin yönetmenliğini üstlendiği Çekmeceler, 2015 yılında vizyona girdiği günden bugüne belki de hakkı teslim edilmemiş, dahası üzerine çokça konuşulmamış bir film. Hakkı teslim edilmemiş, çünkü birçok açıdan çok güçlü, belki birçoğumuz için tetikleyici olabilecek unsurlar içeren ve bu yüzden de anlatması zor olan bir hikayenin altından ufak tefek kusurlarla kalkabilmiş, çarpıcı bir film. Ancak Türk Sineması dediğimizde birçoğumuzun aklına gelmeyecek kadar kenarda köşede kalmış, popüler olana hitap etmeyen, bağımsız sinemanın başarılı yapımlarından. Aynı zamanda yaşadığımız toplumda hala konuşmaktan korkulan, aşılamamış, tabu olan konuları ele alması açısından bir o kadar cesur da. Uzun lafın kısası Çekmeceler, derdi olan bir film.

Alper ve Binay ikilisi, 2008 yılında çektikleri ve eşcinsel bireylerin nasıl toplumun dışına itilip görmezden gelindiğini ince ince işledikleri Zenne filminden sonra; bu kez Çekmeceler’de, bir yandan ataerkinin kalıplaşmış yargılarını didik didik ederken, diğer yandan seyirciyi çocuk ve kadın cinselliği hakkında uzunca düşünmeye davet ediyor. Türk sinemasında bu konular üzerine benzer perspektiften yaklaşan filmlere az rastlanması sebebiyle de özel bir film Çekmeceler. Gerçek bir hikayeden esinlenilerek yazılan filmin senaryosu yine Alper ve Binay’a ait. Tilbe Saran ve İsmail Onur Coşkun da senaryoya katkıda bulunan isimler arasında. Oyuncu kadrosu ise filmi izlemeye teşvik edecek türden; başrolde izlediğimiz Ece Dizdar‘a, Taner Birsel, Tilbe Saran ve Nilüfer Açıkalın eşlik ediyor.

Çekmeceler Bize Ne Anlatıyor?

Hikayesini “Kilitler”, “Çekmeceler”, “Anahtarlar” olmak üzere üç ayrı bölümde anlatmayı seçiyor film. Bütün senaryo da bu kurguyla iç içe geçmiş biçimde, bolca flashback’lerle birlikte aktarılıyor seyirciye. Diğer yandan bu üç bölüm, başrol karakteri Deniz’in (Ece Dizdar) hayatının belli dönemlerinde yaşadığı zor ve travmatik olaylara, can alıcı noktalara tekabül ediyor. Bu yönüyle filmin Lars Von Trier‘in hikaye anlatma tarzına çok benzediğini söylemeden geçmemek gerek. Nitekim Trier de hikayelerini bölümlere, ya da belki parçalara ayırarak anlatmayı seviyor filmlerinde.

“Konuşmayı öğrendiğim gün size her şeyi yeniden anlatacağım.”

Filmin hikayesinden bahsetmek gerekirse, bu üç bölüm boyunca, annesi ve babası sanatçı olan ve kendi çocukluğu da sanatla haşır neşir olarak geçen Deniz’in çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik yıllarına eşlik ediyoruz. Deniz, kendi içlerinde bambaşka psikolojik sorunlarla farkında olmadan boğuşan ve sonunda ayrılan bir anne ve babanın kız çocuğu olarak, henüz küçük yaşlardayken aile mefhumunu yitiriyor. Hayatı boyunca anne ve babasının onda bıraktığı kimisi derinlerde kimisi sığ sularda yüzen yaralarından kurtulmaya çalışan kadın, ne yapsa – hangi yola başvursa içindeki koca boşluğu dolduramadığından, oradan oraya savruluyor. Aslında filmin temel hikayesi buradan şekilleniyor ancak Çekmeceler’in bize hikayesini ya da belki başka bir deyişle dert edindiği şeyi anlatma şekli öyle vurucu ki, kimi zaman izleyici için tetikleyici olabiliyor. Nitekim hepimiz ailelerimizden -az ya da çok- yaralar alırız, şartlar ne olursa olsun büyük travma kaynağıdır aile.

#Çekmeceler from Kaan Özer

Film, hikayenin ilk parçası olan Kilitler ile açılışını yapıyor. Deniz, 32. yaş gününde geçirdiği bir psikolojik atak sonrası kendi bedenine zarar verince, kanlar içerisinde hastaneye kaldırılıyor ve rehabilitasyona başlıyor. Buradan itibaren yoğun flashback kullanımıyla hikayenin öncesine, yani Deniz’in çocukluğunda yaşadıklarına, onu bu hastane odasına getiren sürecin başlangıcına tanıklık etmeye başlıyoruz. Entelektüel bir ailede dünyaya gelen Deniz, çocukluk yıllarını anne babasının tiyatro sahneleri ve kulislerindeki ışıltılı hayatlarının içinde geçiriyor. Ancak anne-babanın entelektüel insanlar olması, onların aile kurma ya da çocuk yetiştirme konularında da başarılı olacakları anlamına gelmiyor. Film daha başlangıçtan, kanıksadığımız toplumsal yargılara ket vuruyor esasında: iyi eğitimli insanların iyi aileler kurabileceği hakkındaki varsayımlarımızı yıkıveriyor. Nitekim öyle oluyor, ne babası Ayhan (Taner Birsel) ne de annesi Saadet (Tilbe Saran) aile kurma girişimlerinde iyi bir yol izleyemiyorlar. Deniz, sanat camiasının renkli ve sıcak hayatını, aile evine girince bulamıyor; ebeveynlerinin bitmek bilmeyen şiddetli kavgalarının ortasında kalması onu git gide bu ailenin unutulan tarafı olmaya itiyor.

Cinselliği Travmayla Örülü Kadınların Hikayesi

Tüm yaşananların arasında Deniz, babasının onun üzerinde kurduğu tahakkümle de karşı karşıya kalıyor. Deniz’in babası aslında ne kadar entelektüel görünürse görünsün, son derece muhafazakar değerlere sahip. Kendi konfor alanı olan evinde kralcılık oynamayı seven, karısı ve kızı üzerinde baskı kurmaya çalışan, cinsellik ve namus gibi kavramlardan bahsetmeye başlandığında ise ataerkinin kollarına teslim olmuş bir baba Ayhan. Deniz’in küçük yaşta mastürbasyon yapmayı keşfetmesiyle başlıyor, film süresince gelişen esas baba-kız arasındaki problemler de. Ayhan için kızının mastürbasyon yapması, masumiyetini yitirmesine neden olacağı gibi onu ilerleyen yaşlarda kötü yollara düşürebilecek sonuçlar doğurabilir de. Mesela zaman zaman “Orospu mu olacaksın?” diye kızıyor kızına. Çocukluğu ve ergenliği boyunca odasının anahtar deliğinden mastürbasyon yapıp yapmadığı gözetlenen, iç çamaşırları dahi babası tarafından kontrol edilen Deniz’in ruhunda açılan travmaların nedeni de, onun üzerinde güçlü bir tahakküm kurmuş olan bir baba figürünün varlığı oluyor nihayetinde.

Deniz’i o hastane odasına sürükleyen tek şey babasıyla ilgili travmaları değil. Diğer tarafta da boşandıktan sonra evi terkedip onu çoğunlukla yalnız bırakan annesi var. Deniz her düştüğünde, ya onu yargılayan, ya da hiç umursamayıp yaşadıklarını görmezden gelen, kaçıngan bir anne. Deniz’in annesiyle kurduğu ilişkide her ikisi de bıkkın, her ikisi de mutsuz oluyor nihayetinde. Deniz’in karşılaştığı her zor durumda “Oyun kızım, hepsi oyun” diyerek kızının gerçeklikle olan bağını koparmasına yol açacak olan Saadet, aslında her kadının anne olmayı istemeyebileceği fikrinin bir izdüşümü gibi. Ancak bu durum filmde taraflı bir yerden aktarılmıyor, öyle ki bazı zamanlar Saadet’e çok kızsanız da, bir başka sahnede ona hak verebiliyorsunuz.

Annesine olan özlemini ve onda bıraktığı boşluğu, babasının sonradan evlendiği Ayşe’yle (Nilüfer Açıkalın) doldurmaya çalışıyor aslında Deniz çoğunlukla. Yaşadığı kötü olaylarda her zaman Deniz’in yanında olmaya çalışan Ayşe, daha koruyucu ve kucaklayıcı bir figür olarak konumlanıyor Deniz’in hayatında. Ayşe ve Saadet karakterleri öyle incelikli yazılmış, işlenmiş ve icra edilmiş ki, seyirci ister istemez annelik kavramı üzerinde düşünmeye itiliveriyor bu iki karakteri izlerken.

Film tüm anne-baba-çocuk kurgusunu; Dora Vakası, Elektra ve Oedipus kompleksi gibi unsurlarla Freud‘a pek çok gönderme yaparak aktarıyor. Özellikle baba figürü için kullanılan Poseidon göndermeleri, Deniz’in Medusa imgeleri gibi birçok psikolojik öge hikayeyle başarılı şekilde harmanlanmış. Öte yandan Deniz’in hikayesini ele aldığımızda Deleuze ve Guattari‘nin şizoanalizi üzerine düşünmenin yollarını da bulabiliriz. Zira psikanalizden farklı olarak şizoanaliz, bilinçdışını geçmişe ait değil şimdiki zamana ait bir olgu olarak görür. Deniz karakterinin parçalanmış benliği de bu kavramdan yola çıkarak daha iyi anlaşılabilir.

Deniz, içinde yaşadığı bastırılmış duyguları açığa vurabilmek ve yalnızlığından biraz olsun kaçabilmek için kendine bambaşka bir dünya yaratıyor. Yaşadıklarını ve hayatına giren çıkan insanları kaydettiği defteri, terapi sırasında doktorunun eline geçtiğinde hikayenin ikinci bölümü Çekmeceler’e geçiyoruz. Hikayenin bu kısmı öncesinden ve sonrasından daha karanlık, Deniz’in ailesinden kopup, gerçek hayatın dehlizlerine kendini pervasızca bıraktığı yakın geçmişini ele alıyor. Filmin en yıpratıcı kısmı bu, çünkü yapayalnız bırakılmış bir kadının ve hatta kız çocuğunun kontrolü nasıl kaybettiğine, nasıl hayatın dışına sürüklendiğine, nasıl kaybolduğuna ve belki de neden hiç büyüyemediğine şahitlik ediyoruz.

Ailesi Deniz’in başarılı bir oyuncu olacağını düşünse de Deniz, ona biçilmiş mesleği seçmiyor, radikal bir karar alarak manken olmaya karar veriyor. Kendisi için bir düzen kurmaya çalışsa ve ona iyi gelen arkadaşlar edinse de Deniz, küçükken ailesinin onun üzerinde kurduğu baskının üstesinden; yetişkinliğinde tüm o yasakları yıkmaya çalışarak, dahası sınırlarda yaşayarak gelmeye çalışıyor. Kendini arama telaşı içinde asla kendisi olamayan Deniz, küçükken babasının cinselliği üzerinde kurduğu tahakkümü de cinselliği çok uçlarda yaşayarak üzerinden atmaya çalışıyor. Karşısına çıkan her erkekle sevişiyor, öyle ki bir noktadan sonra gerçekle hayal arasında ayrım yapmak bile zorlaşıyor onun için. Bu noktada söylemek gerekir ki, Deniz hikayede nemfoman bir figür olarak konumlanmıyor, o yalnızca babasının otoritesini defalarca ve defalarca yıkabilmek için, çözümü en çok incindiği yerde, cinselliğinde buluyor.

Son bölüm olan Anahtarlar’da, yaşadıklarından sonra gerçeklikle bağını tamamen koparmış olan Deniz’in, terapiyle birlikte bedeninde ve zihninde açılan yaraları yavaş yavaş sarmaya başladığını görüyoruz. Filmin en karanlık kısmı ikinci bölüm olsa da, Anahtarlar, Deniz’in yaşadığı katarsisle birlikte belki de hikayenin en can alıcı yeri olarak akıllarda yer ediniyor. Çünkü bir önceki bölümde tek tek açılan çekmecelerin anahtarlarını aradığımız bu bölümde, Deniz’le birlikte izleyici de bir katarsis yaşayarak kendi gerçekliğine çarpıyor.

Hikayenin çok katmanlı olması sebebiyle uzunca anlatıp detaylara çokça yer vermek durumunda kalmış olsak da, film üzerine konuşulması gereken birkaç konu daha var. Filmin kurgusu da senaryosu gibi yoğun ve bazen izlerken yorucu olabiliyor. Bu durum filmin çarpıcılığından bir şey kaybettirmiyor, aksine girift yapısıyla da beraber merak unsurunu koruyor. Filmde kullanılan kamera teknikleri, renk tonları ve müzikler kurguyla birleştiğinde hikayeye kolayca dahil olmamıza olanak tanıyor. Oyunculuklarsa kesinlikle ayakta alkışlanası türden. Filme adapte olana kadar biraz çiğ gibi duran karakterler, yaşananlara ve hayatlarına sızdıkça daha net anlaşılabiliyor. Ece Dizdar ise, Deniz karakteri için kesinlikle biçilmiş kaftan gibi, her bir sahnede parıldıyor.

Çekmeceler, kesinlikle cesareti ve sanatsal bakış açısıyla Türk sinemasında örneklerine daha çok rastlamayı isteyeceğimiz türden bir iş. Toplumun her katmanı tarafından kanıksanmış erkeklik, annelik, aile, namus, ahlaki normlar, ataerkil yapı, cinsellik gibi kavramları sorgulayan; içinde yaşadığımız toplumun iki yüzlü yanlarını ortalığa saçan, çekmecelerimizde sakladığımız bastırılmış gerçekliklerimizi gün yüzüne çıkaran çok yönlü bir film. Ele aldığı konu ve bunu aktarma biçimiyle son derece gergin ve sarsıcı. Tam da bu yüzden finalinde kendinize “benim çekmecemde neler var?” sorusunu sormadan edemeyeceksiniz. Film hala MUBI’nin kataloğunda yer alıyorken mutlaka izlemenizi tavsiye ediyoruz.

İyi seyirler!

 

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

Tove Ditlevsen – Bağımlılık | 11 Alıntı

"Dışarıdaki dünya insafsız ve karmakarışık ve ona karşı gücümüz yetmediğinden, ondan kaçınmayı yeğliyoruz."

Çocukluk Travmaları: Belirtileri, Sonuçları ve Çözüm Yolları

Çocukluk döneminde yaşadığımız olaylar karşısında hissettiğimiz duygular ve düşündüğümüz düşünceler travmalar doğurabilir. Peki, bu travmaların belirtileri, sonuçları ve çözüm yolları nelerdir?

Söylenti Radarında Bu Ay: Sombr

"back to be friends" şarkısıyla zirveye tırmanan genç sanatçı Sombr'ın müzik serüvenine yakından bakalım

Sevmek Zamanı Filminden Unutulmaz Replikler

Halil'in boya yapmak için gittiği bir evde gördüğü resme aşık olmasıyla gelişen olayları konu alır.

2025 Gen Z Protestoları: Nepal, Fas ve Türkiye Üzerine Karşılaştırmalı Bir Analiz

2025’te Türkiye, Fas ve Nepal’deki Gen Z protestoları, dijital dayanışma, özgürlük ve adalet talepleriyle yeni bir küresel siyasal uyanışın simgesi haline geldi.

Keşfetmemiz Gereken Yazarlar: Truman Capote

Başarı ve parıltılı bir hayatın ardında yalnızlığını saklayan bir deha. Zamansız eserleri ile Truman Capote.

Love Bombing Kavramının Chuck Bass ile Eşleştirilmesi

Chuck Bass'in Blair'e yaptığı aşk bombardımanının gerçek aşk değil de manipülasyon olması.

Söylenti Aylık Frekans

Söylenti Müzik Frekansı ile sonbaharın gizemli, esintili ve en sevilen zamanlarına, Ekim ayına hoş geldiniz! Önerilerimiz sizin için hazır.

Valide-i Muazzama : Mahpeyker Kösem Sultan

Naib-i saltanat unvanıyla Osmanlı İmparatorluğu'nu yaklaşık 30 yıl yöneten Mahpeyker Kösem Sultan, attığı adımlarla hanedanın kaderine yön vermiştir.

Hafıza Mekanları: Anıtların Psikolojik ve Toplumsal Etkileri

Anıtlar, toplumsal hafızayı korur ve kimliğimizi inşa eder. Kolektif hafıza ve kültürel aktarımın dönüştürücü gücüdür.

Editor Picks