“Öte yandan, kalabalık bir evde insan nasıl bu kadar yalnız olabiliyordu, garipti.”
Amerikan Edebiyatının önemli yazarlarından Carson Mccullers, Güney Gotik ögeler ile yazdığı “Yalnız Bir Avcıdır Yürek” adlı eserinde, kaybolan kalplerin arayışını gözler önüne seriyor. Gelin bu arayışa yakından tanıklık edelim.
Carson Mccullers Kimdir?
1917 yılında doğan Lula Carson Smith (Carson Mccullers), ABD’nin Georgia eyaletinde doğmuştur. 1934 yılında müzik eğitimi almak için New York’a taşınmış, ancak bundan kısa bir süre sonra edebiyata duyduğu tutkunun peşinden giderek müzik eğitimini bırakmıştır. New York Üniversitesi ve Columbia Üniversitesi’nde yaratıcı yazarlık dersi almaya başlamıştır. Carson Mccullers yaşadığı acı, hastalık ve yalnızlaşmayı eserlerine muhteşem bir şekilde işlemiş olmakla kalmayıp ilk romanından itibaren eleştirmenlerin ve okurların büyük beğenisini toplamıştır.
Kısaca Güney Gotik (Southern Gothic)
Eserlerinin büyük bir çoğunluğunu Güney Gotik (Southern Gothic) tarzında yazmıştır. Güney Gotik edebiyatı yazı türleri genelde Louisiana ve Georgia gibi güney ABD eyaletlerinin kasabalarında geçer. Bu hikayelerde ıssızlık, terk edilmişlik ve sevgisizlik ana temalardır. İnsanların yalnızlığını ve yaşadığı bu hisleri destekler biçimde hikayelerdeki kasabalara ıssızlık, aşırı sıcak veya aşırı soğuk hakimdir. William Faulkner ve Flannery O’Connor gibi yazarların da bu Amerikan yazı türünün, Carson Mccullers’ın Yalnız Bir Avcıdır Yürek eseri de önde gelen örneklerindendir.
Yalnız Bir Avcıdır Yürek
Carson Mccullers, bir yazar olarak kariyerini başlatan ilk romanı Yalnız Bir Avcıdır Yürek ile eleştirmenlerin beğenisini toplamış ve büyük bir başarı elde etmiştir. Bir yazar olarak ün kazanmasını sağlayan bu roman, ilk olarak 1940 yılında yayınlanmıştır. Roman, 1930’lu yıllarda Amerika’nın Georgia eyaletinde küçük bir kasabada geçmektedir. Küçük bir kasabada insanların yaşadığı yalnızlaşma hissiyatını, ayrımcılığı, ırkçılığı ve her şeye rağmen insanların verdiği yaşam mücadelesini anlatmaktadır. Roman 1968 yılında aynı adla sinemaya uyarlanmıştır.
Roman, belirli karakterler üzerinden ilerlese de John Singer adlı karakteri ve çevresindeki hayatlara dokunuşlarını merkeze alır. Singer soyadı bu karakterimiz için ironiktir aslında. Dilsiz ve sağır olan Singer’ı kasabadaki herkes sever. Bir sırdaşı veya yol gösterici olarak görür. İşaret dili haricinde, duyamamasına ve konuşamamasına rağmen insanlar ile dudak okuma aracılığıyla iletişim kurar. Kendi içsel çatışmalarına sahip olan bu karakter, canından çok sevdiği dostu Spiros ile yaşamaktadır. Spiros, John Singer’ın aksine huysuz ve iletişim yoksunu belki biraz da sığ bir insan olarak işlenmiştir. John Singer ile var olan zıtlıkları dostluklarına engel olmaz. Spiros’un yaşadığı mental problemlere rağmen usanmadan imrenilecek bir sevgi ile sever John Singer. Kitapta başka herhangi bir karakterin paylaşmadığı bir bağı paylaşırlar. Kardeşçe bir sevgi, aşka dönüşen veya daha derini.
“Ama dinle! Nereye bakarsan bak, adilik ve çürüme var.”
Singer’in kiracı bulunduğu evin sahibi Kelly ailesi bir hayli kalabalıktır. İçlerinden birisi ise hayalleri ile dolu kalbiyle dikkatlerimizi çeker. Ailesinin yoksul olmasına rağmen günün birinde okula gitmek, okumak ister. Piyanist olma hayallerinden vazgeçmeyen Mick, kendi imkanları ile bir keman bir araya getirmeye çalışır. Kimsenin sahip olmadığı, kasaba sınırları dışında hayalleri vardır. Klasik müzik sever. Her gece herkes yattıktan sonra favori penceresinin altına gizlenip diğer kasabalıların radyosundan çıkan melodileri zevkle ve hayranlıkla dinler.
Doktor Copeland, içinde bulunduğu toplum için belki de büyük ideallere sahip tek karakterdir. Afro-Amerikan toplumun geleceği için büyük fedakarlıklar yapan bu karakter, kaldığı yalnızlık içerisinde yaşadığı topluma bihaber insanları gördükçe hayal kırıklığına uğrar. Ailesi ve çevresi için maruz kaldıkları ırkçılık hakkında endişe duymaktadır. Jake Blount‘ın işçi sınıfı hakkında duyduğu endişeler bir noktada kesişir. Tıpkı romandaki tüm karakterler gibi ikisinin de en büyük isteği anlaşılmaktır. Duydukları yalnızlaşma hissi ve endişeler kendi toplumlarında yabancı hissetmelerine sebep olmaktadır.
Birçok karakterin üzerinden küçük kasabalarda yaşayan insanların yaşadığı izole ve yalnızlık hislerinin işlendiği bu romanda belki de, bizce, en önemli şeylerden biri karakterlerin kasabaya sığmayan hayalleridir. Karakterler ne olmak ve kim olmak isteğinin arayışındadırlar. Bu romanda, her karakterin kendi mücadelesi var. Demirden parmaklıklardan yapılma bir kafeste değil, duygusal ve zihinsel kafesler içerisindeler. Kurtulmaya çalışıp, insanlıklarını bulma çabası içerisindeler. Şefkat ve sevgi arayışı. Mccullers’ın arayışı sevgiden geçiyor.