Sinema dünyasının en prestijli festivali olan Cannes Film Festivali’nin 76.sı, geçtiğimiz Mayıs ayında gerçekleşti. Gösterdiği birçok filmle bu sene oldukça ses getiren festival, aynı zamanda geçtiğimiz yıllara nazaran daha dinamik bulunan seçkisiyle de dikkat çekti. Cannes bu sene, Nuri Bilge Ceylan, Nanni Moretti, Kore-eda Hirokazu gibi yönetmenlerin filmlerinin yanı sıra; Indiana Jones and the Dial of Destiny (Indiana Jones ve Kader Kadranı), Killers of the Flower Moon (Çiçek Ayının Katilleri) gibi merakla beklenen Amerikan yapımlarının galasına da ev sahipliği yaptı. Biz de Söylenti Dergi olarak, 76. Cannes Film Festivali’ne katılarak, gösterilen filmleri sizin için izleme ve inceleme şansına sahip olduk. İşte Söylenti Dergi sinema ekibinin Cannes’dan sizin için seçtiği 10 film:
Kuru Otlar Üstüne
Sinemamızın en önemli yönetmenlerinden biri olan Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi Kuru Otlar Üstüne, galasını yaptığı 76. Cannes Film Festivali’nde gösterilmesinin ardından on dakikayı aşkın bir süre ayakta alkışlandı. Filmde, ücra bir doğu köyünde resim öğretmenliği yapan, okulun diğer öğretmenlerine nazaran öğrencilerine samimi bir şekilde yaklaşan Samet’in (Deniz Celiloğlu), aslında bulunduğu yeri hiç sevmeyerek, hatta belki de küçük görerek, tayin alıp İstanbul’a gitmeye çalıştığını görüyoruz. Ceylan’ın en risk alan, en çok derdi olan ve tarzını en esnettiği filmlerinden biri diyebileceğimiz Kuru Otlar Üstüne; toplumun, hükûmetin ve içinde yaşadığımız sistemlerin insanların ideallerini kaybetmelerinde oynadıkları rolün altını çizerken, aynı zamanda insan olmayı ve insan ruhunun karanlık tarafını da inceliyor. Hem Deniz Celiloğlu hem de Merve Dizdar’ın başarılı performanslarıyla da dikkat çeken film, Merve Dizdar’a En İyi Kadın Oyuncu ödülünü getirdi.
May December
Carol ve Far From Heaven gibi filmlerden tanıdığımız Amerikalı yönetmen Todd Haynes’in son filmi May December, 76. Cannes Film Festivali’nin Ana Yarışma seçkisi kapsamında galasını yaptı. Başrollerinde Natalie Portman ve Julianne Moore’dan büyüleyici performanslar izlediğimiz filmde, Hollywood yıldızı Elizabeth Berry, gerçek hayat hikayesinin anlatıldığı bir filmde canlandıracağı karakteri yakından tanımak için, karakterin evine ziyarete gidiyor. Bu karakter ise 36 yaşındayken 7. sınıfa giden bir çocukla aşk yaşayan, üstelik de bu ilişkiden hamile kalan ve bunun sonucunda hapse giren Gracie. Çift, filmin geçtiği dönemde hala birlikte ve dışarıdan oldukça mutlu görünüyorlar. Ancak Elizabeth ilişkilerine dahil oldukça durumun aslında hiç de dışarıdan göründüğü gibi olmadığını fark ediyor. İnsan psikolojisinin derinliklerine dair önemli noktalara değinen film, birbiri ardında gerçekleşen ihanetlerle oldukça sürükleyici bir hale geliyor.
The Zone of Interest
Altın Palmiye için yarışan ve Juri Grand Prix ödülünü alan The Zone of Interest, Jonathan Glazer tarafından yönetilen bir soykırım draması. Bir Alman SS subayı olan Rudolf Höss (Christian Friedel) ve ailesinin hikayesini merkeze alan film, savaşın yıkıcı etkilerini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Bir süre sonra fark ediyoruz ki, ailenin ayrıcalıklı ve mutlu bir şekilde yaşadıkları, büyük bahçeli ve iki katlı güzel evleri, aslında Polonya’daki Nazi kampı Auschwitz’in duvarının hemen diğer tarafında yer alıyor. Evinin dışındaki her şeye karşı ilgisiz bir şekilde hayatına devam eden Hedwig’in (Sandra Hüller) ise ne zaman ki yaşam tarzı ve standartları tehlikeye giriyor, ancak o zaman tepki göstermeye başlıyor. Filmin en çarpıcı noktalarından biri ise, ailenin huzurla yaşadığı ayrıcalıklı evlerini uzun çekimler aracılığıyla gösteren sahnelerde bile, arka planda her zaman boğuk patlama seslerinin ve hiç bitmeyen bir uğultunun duyuluyor olması. Bir bakıma film, seyirciyi orada yaşanan olaylara sağır kalmaması için zorluyor.
Asteroid City
Nevi şahsına münhasır tarzıyla tanıdığımız yönetmen Wes Anderson’ın son filmi Asteroid City de Cannes’da Altın Palmiye için yarışan filmler arasındaydı. 50’lerde geçen bu filmde, bir grup aile çocuklarını çölün ortasında gerçekleşen bir uzay konvansiyonuna götüyor. Ancak yaşanan bir takım olaylar sonucunda hepsinin karantinaya girmesi gerekiyor. Özellikle yönetmenin hayranları tarafından mutlaka izlenmesini tavsiye ettiğimiz bu film; gerek Anderson’ın çalışmayı en sevdiği oyuncularla çalışması, gerek karmaşık kurgusu, gerekse imza sinematografisi ve renk paletiyle oldukça tipik ve keyifli bir Wes Anderson filmi.
Anatomy of a Fall
Ana yarışmada yarışan altı kadın yönetmenden biri olan Justine Triet tarafından yönetilen Anatomy of a Fall; 76. Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’nin sahibi oldu. Film, şüpheli bir şekilde ölen bir yazarın ölümünün arkasında bıraktığı ipuçlarının, karısını hedef göstermesini konu alıyor. Bu filmle alakalı bir enteresan nokta, filmde yönetmen Triet’nin, kocanın ölümünden ziyade aşkın ve evliliğin ölümünün üzerinde durması. Öyle ki bir noktada, bu çift arasındaki aslında duymamanız gereken mahrem konulara bile kulak misafiri olduğunuzu hissediyorsunuz. Eski kavgalar, sadakatsizlikler ve hayal kırıklıkları, eşini öldürmekle suçlanan Sandra’nın (Sandra Hüller) kendini aklamaya çalıştığı mahkemede gözler önüne seriliyor.
Killers of the Flower Moon
Martin Scorsese’nin yarışma dışı kategoride galasını yapan son filmi Killers of the Flower Moon, 1920’lerde ABD’de bulunan Osage kabilesindeki şüpheli ölümleri ve bunun etrafında dönen bir FBI soruşturmasını konu alıyor. Yaklaşık üç buçuk saatlik uzun süresine rağmen asla sıkıcılaşmayan film; gerçek bir olaydan esinlenilmiş olmasıyla öne çıkıyor. Scorsese’nin tarzından alışık olduğumuz gibi Killers of the Flower Moon, benzer türde çekilmiş diğer filmlerin aksine, hikayeyi suçlunun perspektifinden anlatmayı tercih ediyor.
Perfect Days
Wim Wenders’ın Wings of Desire ve Paris, Texas gibi birçok eleştirmen tarafından oldukça beğenilmiş diğer filmleri ile karşılaştırıldığında oldukça naif bir film olarak tasvir edebileceğimiz Perfect Days; Tokyo’daki bir tuvalet temizleyicisinin hikayesini konu alıyor. Onu mutlu eden ve hayatına devam etmesini sağlayan küçük şeylerle karakterin saf bir portresini çizen Wenders, hikaye anlatımını çok insani bir noktadan yakalıyor. Film aynı zamanda Kôji Yakusho’ya Cannes’dan En İyi Erkek Oyuncu ödülünü getirdi.
Godard Par Godard
Godard Par Godard, Fransız Yeni Dalgası’nın kurucularından olan, belki de tarihteki en önemli yönetmenlerden biri Jean-Luc Godard’ın arşivlerden çıkarılmış görüntülerinden oluşan yaklaşık 60 dakikalık bir belgesel montaj. Florence Platarets tarafından hayata geçirilen bu proje, Godard’ın 60’larda çektiği filmlerden görüntülere, kendini tanıttığı televizyon röportajlarına ve François Truffaut gibi sinemacı arkadaşlarının onun hakkında söylediklerine yer veriyor. Film seyirciyi, Godard’ın sinema için ne kadar önemli biri olduğunu bir kez daha fark etmeye ve ona hayranlık duymaya davet ediyor.
Club Zero
Yönetmen Jessica Hausner’ın ana yarışma kapsamında gösterilen ve Altın Palmiye için yarışan filmi Club Zero, seçkin bir okulda beslenme öğretmeni olan Ms Novak’ın (Mia Wasikowska) öğrencilerine bilinçli yeme (conscious eating) yollarını öğretmeye çalışmasını konu alıyor. Mükemmeliyetçi insanların ne kadar takıntılı olabileceğini inceleyen Club Zero, aynı zamanda sürükleyici yapısı ve gerilim tarzı ile yer yer Kubrick ve Cronenberg filmlerini anımsatıyor.
The Delinquents
Cannes Film Festivali’nin Un Certain Regard seçkisi kapsamında gösterilen The Delinquents, alışılmışın oldukça dışında bir soygun filmi. Rodrigo Moreno tarafından yönetilen film, Morán ve Román adında özgürlük ve macera peşinde koşan iki suçlunun hikayesini konu alıyor ve üç saatlik varoluşçu bir serüven vadediyor. Gittikçe daha sıra dışı bir soygun hikayesine dönen The Delinquents, özellikle ikinci yarısından sonra karakterlerin birbirini taklit etmesi ve olayların birbirinin içine geçmesiyle oldukça enteresan bir hal alıyor.