Toplumda bir başına, yalnızlaştırılmış bir kadının cadı olarak yaftalanma ve şeytan ile iş birliği yapma hikâyesi aslında Hristiyanlıktan çok daha eskilere dayanmaktaydı. Bu inancın oluşmasında da yine çeşitli sebepler vardı. Uzun yıllardır gerek folklorde gerekse popüler kültürde sarsılmaz bir yer edinmiş olan cadılık anlatısının kökenine Zümre Gizem Yılmaz’ın anlatımı ile iniyoruz. Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu olan Yılmaz yine aynı üniversitede 2012 yılında yüksek lisans derecesini, 2018 yılında da doktorasını tamamlamıştır. Ekofobi, çevre çalışmaları, yeni maddecilikler, kadim felsefe, Rönesans dönemi İngiliz tiyatrosu ve canavar çalışmaları akademik uzmanlık alanlarını oluşturmaktadır. 2023 yılında “Kozmik Koreografi: Bedenlerin Element Dansı” ve “Tiyatronun Posthümanist Tarihçesi” başlıklı iki farklı kitabı yayımlanmıştır.
Ayrıca hocamız pek çok tiyatro oyununda yönetmenlik koltuğuna oturmuştur. 2019 yılında Geoffrey Chaucer’ın Canterbury Tales başlıklı eserini Canterbury Yollarında ismiyle uyarlamış, sahnelemiş ve yönetmiştir. 2022’de Haldun Taner’in Ay Işığında Şamata, 2023’te William Shakespeare’in Hamlet ve 2025’te Berk Yalman’ın Shakespeare Oyunu eserlerinin Sosyal Sahne Tiyatro Topluluğu tarafından oynanan uyarlamalarının yönetmenliğini üstlenmiştir. Hamlet oyununun rejisini element felsefesi ve ekoeleştirel kuramlar ışığında tasarlamıştır. Yılmaz’ın son projesi Seneca’nın kan ve vahşet dolu Thyestes oyununu ilk kez Türkçeye çevirip sahnelemek olmuştur (30 Nisan 2024). Bunlara ek olarak, Yılmaz’ın posthümanizm ve ekoeleştiriyi tiyatro ve sahne sanatlarıyla birleştirdiği ulusal ve uluslararası kitap bölümleri, performansları ve Neohelicon, ISLE, English Studies, CLCWeb, Configurations gibi dergilerde makaleleri bulunmaktadır. Yılmaz aynı zamanda 2023 yılında Kapadokya Üniversitesi Yayınları tarafından basılan Beşeri Bilimlerin 50 Rengi: Çevreci, Dijital, Medikal ve Posthüman Sesler kitabının ortak editörüdür. Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde akademisyenlik görevini yürütmekte olan Doç. Dr. Zümre Gizem Yılmaz’a bu kapsamlı röportajı bizimle gerçekleştirdiği için teşekkür ederiz.
Yaratık Külliyatı Özel yazımızda Zümre Gizem Yılmaz mazisi insanlığın doğuşuyla başlayan cadılık anlatısını antik dönemlerden alıp Orta Çağ’a kadar götürerek farklı toplumlarda ve Hristiyanlıkta bu anlatının nasıl değişip evrimleştiğini aktarmıştır.
Cadılığın Kökeni Nedir?

Cevap: Cadılığın kökenine baktığımızda, aslında insanlık tarihinin en eski inanç ve ritüellerine kadar gidebiliriz. İnsanlar, doğanın ve mevsimlerin dengesini ve bunların kendi hayatları üzerine etkisini anlamlandırmak adına ritüeller, semboller ve performanslar tasarlamışlardır. Cadılık da aslında bu tasarımlardan biridir. Popüler kültürde cadılık, karanlık güçlerle ve kötücül kadın figürleriyle eşleştirilmiş olsa da aslında kadim topluluklarda cadılık, bilgelik anlamına gelirdi. Etimolojik olarak bakıldığında, cadı anlamına gelen witch kelimesi; wit, wise, wisdom köklerinden türemiştir. Bu bağlamda cadı, bitkileri tanıyıp onları tedavi ya da büyü (iyi ya da kötü ama genellikle iyi) amacıyla kullanan bilge kadınlardı. Bilgeydiler çünkü doğanın sırrına haizdiler. Fakat takdir edersiniz ki, doğadaki bitkiler arasında insanlar için şifa veren bitkiler olduğu kadar insanlara zarar veren ve onları hasta edip yok eden bitkiler de vardır. Bu sebeple bu şifacı kadınların bilgeliği hangi bitkinin zararlı hangi bitkinin yararlı olacağı bilgisine sahip olmalarından gelmekteydi.
Türk Kültüründe Cadı

Türk kültüründeki cadı, Batı kültüründeki cadı algısından farklıdır. Türkçede cadı kelimesi büyücü, gulyabani, hortlak, karakoncolos, vampir ve çirkin kocakarı anlamlarına gelen Farsçadaki cadû kelimesinden türemiştir. Türk kültüründe vampir ve cadı figürü birbirine karışmıştır aslında. Vampir kelimesinin kökeni kabul edilen upir ya da obur, Doğu kültürlerinde vampir ve cadı karışım bir varlıktır. Obur, öldükten sonra mezarlarından dirilip insanların kanını emerek hayatta kalan bir yaratık olarak resmedilmektedir. Fakat garip bir şekilde obur aynı zamanda cadıları anlatmak için de kullanılır. Obur tanıtıcıları, yani obur avcıları, oburları avlamak için oburlar mezardayken onların cesetlerine kazık saplar. Evliya Çelebi Seyahatname’sinde Çerkeslerde yaşanmış bir olayı tasvir ederken Obur Dağı etrafında Şevval ayının yirminci günü olmuş olan gökyüzündeki oburların savaşını da anlatmaktadır. Süpürge gibi uçan bir araç vasıtasıyla gökyüzünde olan bu savaş sırasında insan ve hayvan bedeni parçaları kopmuş ve kırılmış eşyalar yeryüzüne düşmüştür.
Bu konuyla ilgili yine Z. Gizem Yılmaz’ın TRT Radyo’nun “Edebiyatta Karanlık Karakterler” programı için 2018 yılında hazırladığı konuşmayı dinleyebilirsiniz.
Cadılığın Ana Hatları

Zamanla farklı medeniyetlerin, toplumların ve doğal olarak farklı inanç ve düşüncelerin yükselişiyle birlikte cadılık algısı da değişime uğramıştır. Cadılıkla ilgili her bir toplumun farklı bir algısı vardır; bu da neticede cadılık algısındaki çelişkileri gösterir. Bu çelişkili anlatılar, cadılığın sabit bir tanımı olmadığını, aksine dönemlerin ve kültürlerin ruh hâlini yansıtan dinamik bir kavram olarak ortaya çıktığını kanıtlar. Bu dinamiklik tabii ki dönemin ideolojilerine bağlı olarak değişkenlik gösterir. Bu nedenle diyebiliriz ki cadılık toplumsal normlara göre şekillenmiş ve kimin, hangi nedenle cadı olarak suçlandığını da toplumsal kurallar ve baskın söylemler tarafından belirlenmiştir.
Cadı olarak suçlanan insanların çok büyük bir çoğunluğu kadındır. Günümüzde de cadı dediğimiz zaman aklımıza ilk yaşlı ve çirkin bir kadın imgesi gelir. Peki neden? Çünkü cadılık toplumsal olarak belirlenmiş düzgün kadınlık kriterlerine uymayan kadınları etiketlemek ve hetero-ataerkil düzenin devam etmesi için bu kadınları toplumsal düzenden uzaklaştırmak ve atmak için kullanılan bir yöntemdir. Nitekim Avrupa’da neredeyse dokuz yüz yıldır aktif devam eden cadı avlarında avlanan cadılar genellikle toplumun işleyişine herhangi bir maddi-manevî katkısı olmayacak olan yaşlı, fakir ve yemeğe ve bakıma muhtaç kadınlar, –ki bu kadınlar komşularından odun veya tereyağı çalarak zar zor yaşamını geçirirler– anneliği reddeden kadınlar, fuhuş ya da zina yapan kadınlar, evlilik dışı ve üreme amacı gütmeden cinsel ilişkiye giren kadınlar, işkencede ağlamayan kadınlar, erkeklerinin hakaretlerine ya da fiziksel saldırıların cevap veren kadınlar, küfreden kadınlar, toplum içinde konuşma cüreti gösteren kadınlar, kendine ait fikri olduğunu iddia edip baskın eril sistemi tehdit eden kadınlar, erkeklerden gelen cinsel ilişki teklifini reddeden kadınlar –çünkü bu kadınlar teklif eden o erkeğin cinsel organına büyü yapmıştır– ve erkeklerden gelen cinsel ilişki teklifini kabul eden kadınlardır. Cadılık suçlamalarının sebeplerini elbette ki çoğaltabiliriz. Bu kadınlar erkeklerden daha zayıf oldukları ve eril bir korumaya muhtaç oldukları için Şeytan’ın hükmüne kolaylıkla girerler.

Cadılık suçlamaları arkasında yatan bir başka etken de erkek doktorların meslek olarak yayılmaya başlamasıdır. Şifacı ebelerden erkek doktorlara geçişte cadılık suçlamalarının etkin rolünü kıymetli hocalarım Huriye Reis ve Aytül Özüm’ün editörlüğünü yaptığı İngiliz Edebiyatında Toplumsal Cinsiyet (2017) kitabı için yazdığım “Cadılığın Tarihçesinde Bilinmeyenler: The Witch of Edmonton ve The Witch Oyunlarında Hetero-Ataerkil Çerçevede Kadın” kitap bölümümden alıntı yaparak anlatmak isterim:
Şifacı ya da ebe olarak bilinen bu bilge kadınların cadılıkla suçlamalarının, profesyonel (erkek) doktorluk mesleğinin on yedinci yüzyılda ortaya çıkmaya başlamasıyla olan ilişkisi, insanların o zamana kadar bitkileri kullanma üstadı olan kadınlara güvenlerinin sonsuz olmasıyla açıklanabilmektedir. Diğer bir taraftan, kadın doğumda ebelerin yerini doktorların almasıyla, kadın vücudunu nesneleştirme daha da hızlanmış, üreme teknolojileri çerçevesinde kadınlar rahim ve ovaryum gibi üreme organlarına indirgenmiş ve bu durum kadınların tarih boyunca hetero-ataerkil söylemde ezilmesine yeni bir boyut kazandırmıştır. Bunu tetikleyen faktörse üreme ve doğurma sürecinin kadınlardan (ebeler) erkeklerin (doktorlar) tekeline geçmesine neden olan cadılık suçlamalarıdır. Erkek doktorlar yalnızca doğumda ters bir durum söz konusuysa çağrıldığı için … hem doktorlara atfedilen bu kötü izlenimi silmek hem de yeni üreme teknolojilerini kapitalist piyasada güvenilir bir şekilde satabilmek için hetero-ataerkil söylem çerçevesine sığınarak toplum, ebeleri ve ebelerle birlikte “marjinal” kadınları cadı olarak suçlamış ve birçoğunun ölümüne neden olmuştur. Bitkilerden ilaç ve kimyasal madde üreten ve insanları ürünleriyle tedavi eden kadınların, bu yetkinlikleriyle erkek egemen söylemin yok olmasına sebebiyet verebileceği düşünülürdü. Bu yüzden, tıbbî söylemi değiştirmek amacıyla, doktorlara ve onların aletlerine değil de bitkilerle tedavi sunan kadınlara güvenen insanların zihnindeki şifacı kadın imgesi, hetero-ataerkil söyleme bağlı olarak, şeytanla iş birliği yapan cadı imgesiyle değiştirilmiştir. (Yılmaz 90)
Hristiyanlık Öncesi Avrupa’daki Kavimlerin Canavar ve Cadı Anlatıları Hakkında Neler Söyleyebilirsiniz?
Cevap: Hristiyanlık öncesi Avrupa’nın folklorik anlatı dünyasında canavar ve cadı anlatıları önemli bir yer tutmaktadır. Eski kavimler, evrenin ve doğanın düzenini anlamlandırmak için canavarlar ve cadıya benzer varlıklarla bezeli hikâyeler uydurmuşlardır. Pek çok masalda ve efsanede insan olmayan ve insan ötesi canavar figürleri görebiliriz. Ejderhalar, gulyabaniler, cinler ve periler bunlardan sadece birkaçıdır. Fakat cadı denilince benim aklıma ilk mitolojik bir hikâyenin başkahramanı olan Medea geliyor.
Medea kadim bir büyücü, yani bir cadıdır. Bir Karadeniz kızı olan Medea, bitkileri kullanarak ilaç ve zehir hazırlayabilme bilgisine sahip olduğundan sıra dışı bir kadın figürüydü. Bu özelliğinden dolayı, Kolhis Krallığı’na iktidar sembolü olan Altın Post’u elde etmek amacıyla kahramanlık macerasına çıkan İason’a (Jason) yardım edebilmesi için Afrodit ve Eros aracılığıyla İason’a aşık edilir. Medea gönlünü İason’a kaptırdığından dolayı kral babası tarafından ona verilen zorlu testleri geçmesinde ona yardımcı olur. Ama bir şartla: Başarılı olması durumunda İason onunla evlenecek ve onu medeniyete götürecekti. Yani tipik bir köyden evlilikle çıkmak isteyen kız hikâyesi.

Medea’nın cadılık ve büyücülük güçleriyle İason Yunanlılarda kahraman ilan edilir. Medea da İason’la kaçabilmek için kendi kardeşini öldürür. Fakat tabii ki Medea’nın bilge güçleri İason’un gölgesinde kalır. Yıllar sonra İason sırf çocuklarının geleceğini düşündüğü için (!) Medea’dan boşanıp daha genç ve zengin bir prensesle evlenmek ister. İşte hem Yunan trajedi yazarı Euripides hem de Romalı trajedi yazarı Seneca tarafından kaleme alınan klasik oyun Medea da burada başlar. Gerisini zaten biliyorsunuz. Onu bırakmak isteyen kocasından intikam almak için Medea kendi çocukları dâhil bir grup insanı öldürür. Burada Medea’nın güçlerini kötüye kullanması onun cadılığıyla alakalı değil, insan doğasıyla ve intikam arzusuyla alakalıdır. Buradaki ayrım önemlidir. Çünkü Hristiyanlık sonrası Avrupa’da cadılar sadece cadı oldukları için kötüdür.
Peki Hristiyanlık, Avrupa’daki bu anlatıları nasıl etkiledi?

Cevap: Hristiyanlığın Avrupa’ya 6. yüzyıldan başlayarak misyonerler tarafından yayılmasıyla birlikte, bölgedeki eski pagan inancına ve anlatılarına dayanan canavar ve cadı figürleri köklü bir değişim geçirmiştir. Eski inanç sistemlerinde doğayla iç içe olan ve genellikle doğal düzenin koruyucusu taşıyan bu figürler, Hristiyanlığın monoteist ve ahlaki düzen anlayışıyla yeniden şekillenmiştir. Hristiyan inancına göre evren iyi ve kötüyü keskin çizgilerle ayırmaktadır. Tanrı’nın yarattığı bu mükemmel düzende cadılar gibi iki keskin çizgiyi bulanıklaştıran figürlere yer yoktur.
Bu sebeple bu yeni dinî inanç sisteminde eski ritüellerin ve sembollerin çoğu sapkınlık olarak etiketlendirilmiştir. Bu süreçte, pagan inançlarda doğayla bütünleşen cadı ve canavar imajları, Hristiyanlığın etkisi altında diabolik varlıklar ve şeytani güçlerin temsilcileri olarak yeniden yorumlanmıştır. Fakat tabii ki bu yeniden yorumlanış o kadar da kolay ya da hızlı değildi. Kültürel bellekte nesiller boyu süregelen sözlü gelenekler ve ritüeller Hristiyanlığın dogmalarıyla harmanlanarak ilginç bir sentez oluşturmuştur. Mesela, başlangıçta bilgelikle ilişkilendirilen cadılar; zamanla şeytanla özdeşleştirilmiş, toplumdaki korku ve güvensizlik kaynağı hâline gelmiştir. Bu tarihî değişim, Orta Çağ’da başlayan cadı avları ve dinî reform hareketlerine zemin hazırlamıştır.

Burada belirtmek isterim ki, Hristiyanlıktaki kadın sınıflandırması da cadılık suçlamalarını hızlandıran etkilerden biridir. Hristiyanlığın toplumsal bellekte yavaş yavaş yer etmesiyle toplumda iki tür uç kadın temsili ortaya çıkmıştır. Buna göre kadınlar, Meryem Ana gibi bakire ve fedakâr olmalıdır. Aksi takdirde kadınlar Havva gibi erkekleri baştan çıkarıcı olacaktır. Görüldüğü gibi siyah-beyaz resmedilen kadınlar için arada herhangi bir norm yoktur. Fedakâr ve itaatkâr olmayan her kadın kaçınılmaz olarak şeytanî (İngilizce şeytanî kelimesi belki de Havva’nın İngilizcesinden gelmektedir: Eve=evil) olarak adlandırılacaktır. Şeytanî kadınlar toplum düzenine bir tehdittir. Yok edilmesi gerekir.
Cadı vakalarının çoğu bildiğimiz üzere daha çok Protestan ülkelerden çıkma. Bunun sebebi nedir?

Cevap: Çünkü Reform hareketinin etkisiyle Avrupa’nın birçok bölgesinde bireysel inanç ve yerel cemaat yapılanması gibi köklü değişimler yaşanırken Katolik Kilisesi’ne ve Papa’ya bağlılığa ait olan eski inançlar ve ritüeller yerini yeni ideolojilere bıraktı. Fakat bu o kadar da kolay ve kansız bir süreç değildi. Bu geçiş sürecinde, toplumlar belirsizlik ve korkuyla başa çıkmaya çalışırken, ani felaketler, hastalıklar veya ekonomik sıkıntılar gibi kriz anlarında kimin suçlu olduğu sorusu da gündeme gelmiştir. Sebebi net olarak veya bilimsel ve rasyonel olarak açıklanamayan her olay için de hâlihazırda etiketlenmiş olan cadılar suçlanmıştır.
Hazır Hristiyanlıktaki cadı anlatılarından söz edilmişken, cadılar üzerine yazılmış Orta Çağ’ın meşhur kitabı Malleus Maleficarum, Türkçe adıyla Cadıların Çekici, hakkında neler söyleyebilirsiniz? Bu eser ne açıdan önemliydi?

Cevap: Bu eser 1486 yılında, Heinrich Kramer ve Jacob Sprenger adındaki iki rahip tarafından yazılmıştır. Kilisenin toplumsal söylemler üzerinde bir otorite olarak çok büyük önem taşıdığı zamanlarda iki kilise yetkilisi tarafından cadıların varlığı, nasıl avlanacağı ve nasıl cezalandırılması gerektiği üzerine yazılmış ve döneminde bir belge ve bilimsel eser olarak görülmüştür. Bu eser, cadı avlarına meşruiyet kazandırmış; hatta pek çok cadı avcısı, din görevlisi ve yargıç için kılavuz niteliği görmüştür. Dolayısıyla o dönemin toplumsal otoriterlerinin zihninde, dönemin yargılama sisteminde ve inanç söylemlerinde özellikle kadınların nasıl görüldüğünü göstermektedir. Günümüzde ise Malleus Maleficarum hem cadı avı metodolojisini hem de Orta Çağ’ın ruhunu anlamamıza yardımcı olan tarihî bir belge niteliği taşır.
Cadılıkla suçlanan kimselerin cadılıklarını itiraf etme süreci nasıl oluyor?

Cevap: Cadılıkla suçlanan kişi çırılçıplak soyulup Şeytan’ın izini bulmak için tüm bedeni aranırdı. Şeytanın izi bedende olurdu çünkü cadılar Şeytan’ın seks partneri olarak da resmedilirdi. Ve cadılık eylemi esnasında Şeytan, cadının kanını emdiği için bir leke olduğuna inanılırdı. Bu leke; doğum lekesi, bir ben ya da yara izi olabilirdi, avcılar için hiç fark etmezdi. Eğer herhangi bir leke yoksa da o cadıyı etkisi altına alan Şeytan o kadar güçlüydü ki cadının bedeninde hiç iz bırakmamıştı. Cadılar genellikle bir hayvanı büyü yaparken aracı kullandıklarından dolayı cadı avcıları hangi hayvanı kullandıklarına dair onları sorguya çekerdi. Bu hayvan bildiğiniz gibi genellikle bir kara kediydi. Hayvanını itiraf etmeyen cadılar olursa da avcı sorgu odasında bulduğu bir örümceği ya da fareyi cadının hayvanı olarak ilan edip o kişinin cadı olduğundan emin olurdu.
Bunun dışında pek çok farklı yöntem vardı cadıları bulmak için. Bunlardan sadece birini anlatmak isterim. Cadılıkla suçlanan kadının ayağına kocaman bir kaya bağlanıp nehre atılırdı. Eğer kadın kayadan kurtulamaz ve boğulursa cadı değildi. Ama geçmiş olsun, çoktan öldü. Fakat en azından ruhu kurtuldu ve dinî bir ritüelle gömülmeyi hak etti. Fakat bir şekilde kadın kayadan kurtulursa yine geçmiş olsun çünkü cadı ve yakılmayı hak etti. Yani bir kez cadılıkla suçlandığınız zaman aklanmanız imkânsızdı.
Cadılıkla suçlanan kişilerin ruhunu kurtarmak için rahipler sorgu odasında onların cadılık itirafları üzerine çalışırdı. Bu sorgu odalarında cadılar cadılıklarını itiraf etsin diye çeşitli işkence yöntemleri de kullanılırdı. Bu dinî otoriteler tarafından sistematik hâle gelmiş bir yoldu. Çoğu zaman kadınlar işkenceye katlanamadıkları ve bir an önce yakılmak istedikleri için cadı olduklarını itiraf ederlerdi. Bu işkence yöntemlerinden biri cadılıkla suçlanan kişiyi uyanık bırakmaktı. Bir diğer yöntem de suçlanan kadının yorulana kadar, vücuduna bağlanmış ipler sayesinde, hücresinde koşturulmasıydı. Çok yazık!
Cadılık üzerine ne gibi sevdiğiniz oyunlar, kitaplar ya da filmler vardır? Bizlere neler önerebilirsiniz?

Cevap: Çok fazla var 🙂
Öncelikle Malleus Maleficarum gibi dönemin bilimsel eser niteliği taşıyan önemli kaynaklarından birkaçını vermek isterim: Bir İngiliz soylusu olan Reginald Scot’un yazmış olduğu The Discoverie of Witchcraft (Cadılığın Bulunması, 1584); İngiliz vaiz George Gifford’ın yazdığı A Discourse of the subtill Practices of Devilles (Şeytanın Kurnaz Uygulamaları söylemi, 1587) ve A Dialogue concerning Witches and Witchcraftes (Cadılık ve Cadılarla alakalı söyleşme, 1593); İngiltere’nin I. James’i İskoçya’nın VI. James’i olarak bilinen Kral James’in İngiltere Kralı olmadan önce yazmış olduğu Daemonologie (Demonoloji, 1597); teolojik yazar William Perkins’in yazdığı Discourse of the Damned Art of Witchcraft (Lanetli Cadılık sanatı söylemi, 1608) bunlardan sadece birkaçıdır.
Birkaç tiyatro oyununu da sıralamak isterim:
Caryl Churchill’in Vinegar Tom (1978) adlı eseri 17. yüzyıldaki cadı avlarını ve bu avların söylemsel arka planını anlatmaktadır. Bu oyunun son sahnesinde Kramer ve Sprenger karakterleri sahneye gelir ve Malleus Maleficarum’dan alıntılar sahneler. Bu oyunu sevgili meslektaşım ve dostum Kerim Can Yazgünoğlu’yla birlikte Hacettepe Üniversitesinde asistan olduğumuz zamanlarda Cadının Marifetli Kedisi adıyla ilk kez Türkçeye çevirdik ve 2015 yılında Hacettepe Üniversitesi İDE Tiyatro ekibiyle sahneye taşıdık. Sizinle birkaç fotoğraf paylaşmak isterim oyunumuzdan.

Bu oyunun yıllar sonra Ekşi Tom adıyla Ebru Demirdöven ve Esma Çankaya tarafından çevrilmiş olduğunu ve Devlet Tiyatroları oyun arşivine girmiş olduğunu görmek ise heyecan verici!
Sarah Daniels’ın Byrthrite (Doğum Hakkı, 1987) oyunu da Vinegar Tom gibi 17. yüzyıl cadı avlarıyla ve şifacı ebe-erkek doktor savaşıyla ilgilidir.
Cadılar ve cadı avları deyince Arthur Miller’ın Cadı Kazanı’nın (1952) adını geçirmeden de olmaz elbette!
Bir de Rönesans İngiltere’sinde yazılmış cadı oyunlarından ikisinin adını vermek isterim. Thomas Middleton’ın The Witch (Cadı, 1609) ve Elizabeth Sawyer isimli yaşlı bir kadının cadılıkla suçlandığı gerçek bir olaya dayanan ve onu avlayan kişinin gerçek tespitleriyle şekillenen The Witch of Edmonton (Edmonton Cadısı, 1621) oyunlarını da okumak ve bilmek önemlidir.
Popüler kültürde ya da sinemada bir sürü cadı temalı ürün var. Hepsini tek tek sıralamayacağım. Ama en sevdiğimi söylemek isterim. Ben en çok yönetmenliğini Robert Eggers’ın yaptığı 2015 yapımı The Witch (Cadı) filmini izlerken keyif aldım. Pek çok tipik cadı anlatısına yer verdiğinden iyi bir örnek olduğunu düşünüyorum.
Çok teşekkür ederim.
Size kötü cadılardan uzak, şifacı güçlere yakın bir hayat dilerim! 🙂
Bağlantıları
Doç. Dr. Zümre Gizem Yılmaz’ın Akademisyen Profili
Doç. Dr. Zümre Gizem Yılmaz’ın Twitter Hesabı
Back To The Future Posthuman | Zümre Gizem Yılmaz | TEDxHacettepeUniversity
Shakespeare’in Rönesansı – Doç. Dr. Z. Gizem Yılmaz
Zümre Gizem Yılmaz – “Elementlerin Kalbinde Kadın Bedeni: Kadınların ve Elementlerin Sesi ve İzi”
Z. Gizem Yılmaz – Posthümanist Olmak Ne Demektir? [SBAK – 11]