Jean Paul Sartre, en önemli edebi eserlerinden biri olarak kabul edilen Bulantı (La Nausée) adlı romanında öncüsü olduğu varoluşçuluk akımını, insanın hayatta anlam yaratma çabası, özgürlük, anlamsızlık ve hiçlik gibi felsefi düşüncelerini edebi kurgu yoluyla okuyucularına aktarmış, yirminci yüzyılın en önemli kişiliklerinden biridir.
Sartre‘nin 1938 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın arefesinde Fransa’da öğretmenlik yaparken yazdığı Bulantısı, yazarın kendi yaşamı, bulunduğu dönem ve toplumun izlerini taşıyan bir eser olarak karşımıza çıkar. Peki bu eser neden ve nasıl yazıldı, Sartre nelerden etkilendi ve ilham aldı, biz okuyuculara asıl vermek istediği mesaj neydi? Bu konuların hepsini ve eserin daha derin anlamlarını bu yazımızda inceledik, iyi okumalar!
Sartre ve Varoluşçuluk Felsefesi

“Ne düşünüyorum biliyor musunuz? Değerli varlığımızı sürdürmek için buraya toplanmış, yiyip içiyoruz ama, varolmamız için aslında hiçbir neden, hiç mi hiç, hiçbir neden yok.”
Sartre, varoluşçuluk felsefesinde varlığın özden önce geldiğini düşünür. Varlık, var olmak aslında ilk önce olan şeydir. Sonrasında insanların “özü” kendileri tarafından belirlenen ve oluşturulan bir kavramdır. Sartre’a göre varlık; var olmak, mutlak ve herhangi bir sebep olmadan, mevcut olmaktır. Esasında varolmanın başlıca herhangi bir anlamı yoktur, anlamı ve özü oluşturan sonrasında insanın kendisidir.
Başlangıçta herhangi bir sebep yoktur, “hiçlik varoluşun temelidir.” Bu sebeple de hayatın esasında absürt ve anlamsız olduğunu düşünen Sartre, insanların özlerini seçmeden önce aslında başlangıçta sadece “var olduklarını” anlatır. Yaşamın ve varlığın anlamsızlığını düşünen ve bu durumun farkına varan insanın yaşadığı “bulantı” hissi ise eserinde anlatmaya çalıştığı felsefesidir.
Bulantı Nasıl Yazıldı?

Sartre‘nin Bulantı‘yı yazmasında etkili olan düşünce, aslında varoluş felsefesini daha anlaşılır kılmak için edebiyata yani kurguya başvurmasıdır. “Varlık ve Hiçlik” adlı felsefi eserinde daha detaylı anlattığı düşüncelerini, Bulantı‘da bir kurgu ile, karakterler ve olaylar üzerinden anlatmaya çalışır.
Eserde olayların geçtiği mekan olan Bouville, aslında Sartre‘nin henüz yirmi altı yaşındayken lise öğretmenliği yaptığı Fransa’nın “Le Havre” kentinden ilham alınarak oluşturulmuştur. Yaklaşık üç yılını geçirdiği bu kentte kaldığı hotel ve sürekli gittiği kafede yazma alışkanlığı eserdeki ana karakterimiz Roquentin ile benzerlik taşır.
“Üç yıldır da Bouville’deyim. Bitişi olmayan bir şey bu: bir kadın, bir dost, ya da bir kent bir kez da değişmez. Her şey birbirine benzer zaten…”
Sartre‘nin Bulantı ve bu eserin ardındaki varoluş felsefesine ilham olan fikirler ise 1932 yılında Berlin’de keşfettiği Husserl ve Heidegger’in felsefeleridir. Bulantı‘da özellikle Heidegger’in “Varlık ve Zaman” adlı eserine ve çeşitli göndermelere yer verir.
Sartre‘ye göre insan başta var olur ancak sonrasında insanın özü, bireyin yaptığı seçimler ve eylemleri, olaylara tepkisi ve anlamlandırması ile belirlenen bir kavramdır. Başta var oluruz, sadece var oluruz. Hiçbir anlamı, nedeni olmadan sırf var olmak için var oluruz. Sonra ise anlamı yaratırız. Bu anlam yaratma çabasına karşıt var olmanın asıl başlangıç halini farketmeyen insanlar ana karakterimiz Roquentin tarafından eleştirilir.
Varlık, Hiçlik ve Şimdi

“Benim, içinde soluk aldığım hiçlikten kendimi çekip çıkaran benim: kin ve varolmak iğrençliği beni nice var oluşturan, varlık içine beni götüren işte bunlar. Düşünceler benim ardımda oluşuyor, tıpkı bir baş dönmesi gibi başımın ardında doğduklarını duyuyorum…”
Roquentin’in yaşadığı bulantı hissi, bir farkına varıştır esasında. Var olmanın fark edildiği o anda aslında hayatın nasıl absürt bir kavram olduğunu anlayan Roquentin, yaşadığı farkındalık ile kendine ve etrafına yabancılaşmaya (alienation) başlar.
Aynada kendi yüzünü tanıyamaz, vücudu ve elleri kendisine yabancı gelir, çevresindeki insanlar objeler ve varlıklar onda bir tiksinti uyandırmaya başlar; varoluşsal bir krize girer. Her şeyin anlamsız olduğunu düşünen Roquentin giderek her şeyden uzaklaşır.
Varoluşsal boşluk ve hiçlik hissi anlamsızlığın beraberinde getirmiş olduğu bir içsel krize dönüşür. Roquentin bu bulantı hissini günlükler aracılığıyla okuyucuya aktarır. Roquentin eser boyunca varoluş krizlerine girer ve bulantı yaşadığı anları aktarır. Hiçbir şeyin anlamının olmadığını farkettiği için yaşadığı bulantı hissini durduran tek şey ise şimdiye odaklanmaktır.
“Ben geçmişimi nerede saklayacağım? Geçmişinizi cebinizde saklayamazsınız. Onu koyacak bir eviniz olmalı. Gövdemden başka şeyim yok benim. Yapayalnız bir adam, salt gövdesiyle anıları durdurup saklayamaz. Anılar üzerinden geçip gider onun. Ama yakınmamalıyım. Çünkü özgür olmaktan başka şey istememiştim.”
Roquentin –Sartre de diyebiliriz- esasında geçmişin şimdiki zamanı etkilediğini, insanların hep geçmişe bir anlam yüklediğini ve geçmişte takılı kaldıklarını anlatır. Bulantı hissini durdurduğu an, şimdiye yani anın kendisine odaklandığı zamandır karakterimiz için. Var oluşun şimdiyle, anın kendisi ile bağlantısı vardır.
Örneğin Roquentin’in eski sevgilisi Anny, geçmişe önem atfedip, buna göre yaşayan ve bir türlü geçmişten kendini sıyıramayan, şimdiyi, yani var olmayı deneyimleyemeyen, var olmaktan aslında kaçınan bir karakterdir.
Sürekli etrafını gözlemleyen Roquentin, insanın varoluşsal yalnızlığını ve bu dünyada bir anlam yaratma, öz oluşturma çabasını diğer insanlar aracılığı ile anlatır. Barda tanıştığı insanlar, şehirde gözlemlediği aileler ve çiftler hepsi anlamsız ve absürt dünyada anlam yaratmaya çalışan insanlığı temsil eder. Sartre aslında eserde okuyucuya varlığın ne olduğunu sorgulatır: Var olmak, insan olmak nedir, önemli olan, asıl olan nedir, hayat ve yaşamın anlamı nedir?
“Önemli olan olağanlıktır, bununla, varoluş bir zorunluluk değildir demek istiyorum. Varolmak dediğin şurada olmaktır sadece; varoluşan ortaya da çıkar, karşına da çıkar, ama asla indirgenmez. Sanırım bunu anlayan bazı kimseler var. Var, ama onlar da kendi varlığının nedeni, zorunlu bir varlık yaratarak bu olağanlık’ın üstesinden gelmeye çalıştılar. Oysa varoluşu hiç bir zorunlu varlık açıklayamaz…olağanlık saltlıktır, dolayısıyle üstün bir karşılıksızlıktır. Her şey karşılıksızdır, bu park karşılıksızdır, bu kent karşılıksızdır, ben de karşılıksızım. Bunu anladığınızda, geçen akşam «Rendez-Vous des Cheminots» da benim başıma geldiği gibi, içiniz bulanır. Bulantı işte budur.”
Bu sorulara yanıt vermeye çalışırken Roquentin’in bulantı hissi, var olmanın getirdiği anlamsızlık ve hiçlik duygusu ayrıca onun nihilist bir bakış açısı geliştirmesine yol açar. Roquentin’e göre, “Hiçbir şey (nothingness) var olmaktır ve var olmak da hiçbir şeydir,” her şey anlamsızdır.
Var olmanın bir diğer yüzü ise “kişinin kendi özgürlüğü” konusudur. Roquentin, günlüğünün çeşitli yerlerinde özgür olduğundan bahseder ancak bu özgürlük hissi, insanın anlam arayışı ve seçim yapma zorunluluğunu da beraberinde getiren bir kavramdır. Var olmanın getirdiği zorunlu bir özgürlük ve sorumluluk hissi insanda endişe yaratır, anlam yaratmanın başlıca sebeplerini doğurur. İnsan kendinin (kendi varlığının) farkına vardıkça dünyaya ve yine kendisine karşı yabancılaşma ve tiksinti yaşar, ancak Sartre’ye göre tüm bu sorunları aşmak yine varlığın, yani insanın kendi elinde, kendi özgürlüğündedir.
Kaynakça:
- Jean-Paul Sartre | Biography, ideas, existentialism, being and nothingness, & Facts. Encyclopedia Britannica. Web. 14.12.2024
- Nausea: Study Guide. (n.d.). Sparknotes.com. Web. 14.12.2024
- Çelebi, V. (2014). Jean Paul Sartre’ın Varoluşçuluk Düşüncesi. Beytulhikme an International Journal of Philosophy, 4(2), ISSN: 1303-8303. 14.12.2024
- Sartre Kimdir? Jean Paul Sartre ve Felsefesi. Dilara Alkan. Web. 14.12.2024
- The Nobel Prize in Literature 1964. (n.d.). NobelPrize.org. Web. 14.12.2024