Sevdiğimiz insanların doğum günlerinde onlara kendilerini özel hissettirmek en güzel duygulardan biri. Bir insanın bu dünyadaki varlığını kutlamak, hayatımızda olduğu için ona teşekkür etmenin belki de en samimi yolu. Nitekim mevzubahis değer verdiğimiz insanlar olduğunda doğum günleri de bir tarihten çok daha fazlasını ifade ediyor… Birlikte yaşadığımız anıları; belki birlikte izlediğimiz filmleri veya dinlediğimiz müzikleri, belki seyahat ettiğimiz yerleri, kurduğumuz hayalleri simgeleyen kilometre taşlarına dönüşüyorlar. Belki de o insanlarla birçok sene daha geçirebilmenin bir temennisi oluyorlar. Bu nedenle hayatımızda olan kıymetli bir insanın bu dünya üzerindeki seneidevriyesini kutlamak, onunla birlikte geçirdiğimiz ve geçireceğimiz yıllara bir ihtiram görevi görüyor aslında.
Elbette hal böyle olunca, hayatın bir yansıması olarak kabul edilen sinema da, bu samimi kutlamaları beyaz perdede tasvir etmekten geride durmuyor. Kimi zaman kahkahalar, kimi zaman gözyaşları, kimi zaman gerilim ve korkuyla, ruhumuzun derinliklerine dokunmayı başarmış, beyaz perdenin ikonik doğum günü sahneleri, belki de hayatın güzelliğini ve kırılganlığını hatırlatarak, sevdiklerimizle geçirdiğimiz her anı kutlamamız gerektiğini salık veriyor. Bu yazımızda, insan ruhunun inceliklerine, ilişkilerin karmaşıklığına ve varoluşun bir yılını daha kutlamanın neşesine tanık olduğumuz, sinema tarihinin birbirinden önemli 10 doğum günü sahnesini sizin için derledik.
Listemize geçmeden önce, bu vesileyle bugün doğum günü olan okurlarımızın da bu özel günlerini kutlayalım. Eminiz ki sevdikleriniz için, dünya sizlerin hatırına, biraz daha güzel bir yer…
Sixteen Candles – 16. Doğum Günüm (John Hughes, 1984)

Molly Ringwald’ın Samantha Baker rolündeki unutulmaz performansıyla öne çıkan, 80’lerin gençlik filmi klasiklerinden 16. Doğum Günüm, on altı yaşına girmenin acı-tatlı yanlarını anlatırken, aynı zamanda seyirciyi ergenlik çağındaki bir genç kızın gelgitleri arasında bir yolculuğa çıkartıyor. Samantha’nın doğum günü sabahında, zaten görünüşünden mutsuz olduğu her halinden belli olurken, ailesinin kendi hayat gailesinde kaybolarak doğum gününü unuttuğunu fark ettiği sahne ise, ergenlik çağındaki bir gencin kaygılarını ve fark edilme arzusunu son derece net ve ironik bir şekilde gözler önüne seriyor: ‘‘They f… forgot my birthday!’’
Harry Potter and the Sorcerer’s Stone – Harry Potter ve Felsefe Taşı (Chris Columbus, 2001)

Bir devrin başlangıcı, Harry Potter ve Felsefe Taşı, anlattığı fantastik hikayenin çok ötesine geçerek, belki birçok kişi için izlerken huzur, aidiyet ve ilham olmuş efsane serinin ilk filmi. Harry Potter’ın 11 yaşına girmesiyle, kapıdan kovulup bacadan giren mektuplar muhatabına bir türlü ulaşamayınca, Hagrid’in elinde “Happee Birthdae Harry” yazılı pastayla kayalığın üzerindeki kulübeye daldığı sahne, fantastik film meraklılarının aklında en çok yer eden sinema anlarından biri kuşkusuz. Zira bu önemli sahne, Harry’nin, dolayısıyla da serinin hayranlarının, büyülü Hogwarts dünyasındaki yolculuklarının başlangıcı.
The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring – Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği (Peter Jackson, 2001)

Ne tesadüftür ki, aynı sene vizyona giren bir başka efsane serinin, efsane ilk filmi Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği’ndeki maceraların başlangıcına da ikonik bir doğum günü mim koyuyor. Elbette söz konusu gün, Bilbo Baggins’in 111. doğum gününden başkası değil. Partisinde konuşma yapmak için sahneye çıkan Bilbo, herkese içten bir hoşça kal dedikten sonra (‘‘I bid you all a very fond farewell’’) parmağına meşhur yüzüğü takıyor ve bir anda sırra kadem basıyor. Elbette sonrası, bizi yıllarca meftun edecek; elfler, kartallar, devler, cüceler ve çok daha fazlasıyla dolu bir yolculuk…
The Birds – Kuşlar (Alfred Hitchcock, 1963)

Gerilim Ustası olarak bilinen Alfred Hitchcock’un en ünlü filmlerinden biri olan Kuşlar, toplumsal düzenin çöküşünü ve bilinmeyene duyulan korkuyu keşfederek, psikolojik gerilim dünyasına öncülük ediyor. Film, hayatın olağan akışında sık sık karşımıza çıkan ve normalde korkuya sebebiyet vermeyen kuşları, dahiyane bir şekilde tehdite dönüştürerek, primer korkulardan yararlanıyor. Söz konusu sahnede, kuşların saldırısını küçük kızların toplandığı bir doğum günü partisinde yaparak olayı daha dramatik hale getirmeyi de ihmal etmiyor. Netice itibarıyla parti yarım kalıyor ancak bu vesileyle, yenilikçi teknikleriyle bilinen Hitchcock, tehlikeli kuşların saldırdığı yanılsamasını yaratmak için çığır açan kamera hileleri kullanarak, film yapımında gelecekteki ilerlemelerin önünü açıyor.
The Game – Oyun (David Fincher, 1997)

David Fincher’ın başyapıtlarından olan Oyun’un sürükleyici olay örgüsü, öngörülmesi güç ters köşeleri ve tüketim kültürüne dair yorumları; filmin seyirci üzerinde kalıcı etki bırakan bir kült haline gelmesini sağladı. San Francisco’lu zengin banker Nicholas Van Orton’ın 48. yaş günü için, kendisine kardeşi tarafından verilen bir acayip hediye, hem Nicholas’ın hayatını sonsuza kadar değiştirmeye, hem de bittikten sonra bile etkisini üzerimizden atamadığımız bir hikâyeyi sinemaya kazandırmaya vesile oldu.
Logan’s Run – Logan’ın Kaçışı (Michael Anderson, 1976)

Bilim kurgu janrında, komplo teorisi gerilimlerinin ilk ve en önemli örneklerinden sayılabilecek Logan’ın Kaçışı, Michael Anderson tarafından 1976 yılında çekilerek, belki de distopik sinema tarihini sonsuza kadar değiştirdi. Bir kubbenin altında, dışarıya kapalı bir şehirde yaşayan vatandaşlar, hedonist bir yaşam sürüyorlar ve 30 yaşına gelen herkes Atlıkarınca törenine tabi tutuluyor. Bu törende, nüfus artışını önlemek adına, yenilenme kisvesi altında öldürülüyorlar. Hal böyle olunca filmde alkışlar, kutlamalar ve ‘‘renew!’’ (‘‘yenilen!’’) naraları eşliğinde insanların adeta bir havai fişek gibi birer birer patladıklarını gördüğümüz Atlıkarınca töreni, şüphesiz sinemanın en ikonik anlarından bir tanesine dönüşüyor.
Schindler’s List – Schindler’in Listesi (Steven Spielberg, 1993)

İkinci Dünya Savaşı döneminde geçen, belki de sinema tarihinin en dokunaklı filmlerinden Schindler’in Listesi’nin doğum günü partisi sahnesi, Liam Neeson tarafından hayat verilen Oskar Schindler’ın kendine edindiği misyonun ve film boyunca yaptıklarının güzel bir özeti aslında. Oskar pastasını üfledikten sonra partide bulunan her kadını tek tek öpüyor, o sırada kendisine teşekkür amaçlı ikinci bir küçük pasta getiren fabrika işçisi iki Yahudi kızı da insanların içinde öperek, orada bulunan herkese önemli bir mesaj veriyor.
Full Metal Jacket (Stanley Kubrick, 1987)

Usta yönetmen Stanley Kubrick’in Vietnam hakkındaki yürek parçalayıcı, başarılı ve karakteristik savaş draması Full Metal Jacket, türünün en iyi örneklerinden biri olarak, savaşın yıkıcılığı, insanın vahşi doğası ve şiddetin sonuçları gibi hassas konulara, nevi şahsına münhasır şekilde değiniyor. Bu filmde bahsedeceğimiz doğum günü sahnesi de en az filmin kendisi kadar alışılmışın dışında. Öyle ki askerler, Noel zamanı ‘‘İyi ki doğdun, İsa’’ diye şarkı söyleyerek İsa’nın doğum gününü kutluyorlar. Bu sahne aslında ironik olduğu kadar karanlık da, çünkü ahlak ve şiddet arasındaki çatışmayı hicvederken, askerlerin savaşın vahşeti ortasında normallik bulma çabalarını da gözler önüne seriyor.
The Godfather Part II – Baba II (Francis Ford Coppola, 1974)

Francis Ford Coppola’nın sinematik şaheseri, belki de sinema tarihinde çekilmiş suç filmlerinin en özeli Baba serisinin çok önemli anlarından biri, ikinci filmin sonunda bulunan flashback sahnesi. Sahnede maaile Don Corleone’nin doğum günü için bir araya geliyorlar. Bir aile toplanmasını çok samimi şekilde yansıtan flashback’te, insanlar ellerinde tabaklarla odaya girip çıkıyor, arkaplanda çocukların koşuşturması duyuluyor, Sonny ve Fredo birbiriyle alaycı bir şekilde uğraşıyorlar, Tessio elinde koca bir doğum günü pastasıyla geliyor… Karakterler arasındaki sıcaklık sahnenin başında seyirciye net bir şekilde geçiyor. Ancak bütün bunlar olurken Michael sessizce oturup içkisini yudumluyor. Michael’ın sahnenin sonunda, karede yalnız gösterilmesi ise sonraki yıllarda yaşanacak olaylara dair önemli ipuçları veriyor. Ayrıca bu sahnede Vito Corleone’nin olmaması bir başka dikkat çeken nokta. Bir rivayete göre, normalde ikinci filmde oynamayan Marlon Brando, sadece bu sahnenin çekimine gelmek için çok fazla para istiyor ve yapım şirketi Paramount ile son anda anlaşamıyorlar. Bunun sonucunda Coppola sahneyi Brando’yu dahil etmeden tekrar yazıyor ve öyle çekiliyor ancak sahne bu haliyle çok daha etkileyici oluyor.
Sleeping Beauty – Uyuyan Güzel (Wolfgang Reitherman Et al., 1959)

Bu meşhur hikayede, güzel prenses Aurora, henüz yeni doğduğunda, Maleficent tarafından on altıncı doğum gününde, parmağına batan bir iğne sonucunda ölmek üzere lanetleniyor. Bunun üzerine peri Merryweather’ın yaptığı büyü, Maleficent’ın lanetini güçsüzleştiriyor ve ölmek yerine, sadece gerçek aşkın öpücüğüyle uyanabileceği sonsuz bir uykuya dalmasını sağlıyor. Prensesi korumak için saraydan uzakta bir kulübede büyüten üç peri Flora, Fauna ve Merryweather, on altıncı yaş gününde ona çok özel bir parti düzenlemek istiyorlar. Bittabi bu partinin hazırlıkları sırasında yaşanan tatlı telaşlar, izleyiciyi eğlendirirken, bir yandan prensesin akıbetinin ne olacağı belli olmadığı için buruk bir bekleyişe de sokuyor. Fakat elbette endişeye mahal yok çünkü bildiğimiz gibi, prensesin imdadına yetişen beyaz atlı Prens Phillip’in hayat kurtaran öpücüğü sayesinde sonsuza kadar mutlu yaşıyorlar…


