Breakfast at Tiffany’s Amerikalı yazar Truman Capote tarafından yazılan ve 1958 yılında yayımlanan romandır. Yayımlandıktan üç yıl sonra, 1961’de ise beyaz perdeye aktarılır. Gerek kısa roman olarak gerekse film olarak edebiyat ve sinema dünyasına daha o dönemde damgasını vurur. Günümüzde bilhassa Audrey Hepburn ile özdeşleşen filmin hikâyesi, bazı noktalarda kitabından farklıdır.
Kitaptan Filme: Breakfast at Tiffany’s
“Benliğimin peşim sıra gelmesini isterdim. Güzel bir sabah uyanıp da Tiffany’de kahvaltı ettiğim zaman bile yine kendim olmak isterim.”
Hikâye 1940’lı yıllarda New York’ta geçer. Anlatıcı ise genç bir yazardır. New York’ta bir apartmana taşınır. Bu apartmanda Holly Golightly adında genç bir kadın da yaşar. Holly, sosyete ile vakit geçiren; her gece bir partide olup eve sabaha karşı dönen ve kendinden yaşça büyük, zengin adamlarla vakit geçiren bir kızdır. Zamanla yazarla da yakınlık kurar ve bir nevi arkadaş olurlar. Sonlarına doğru yazarın ağzından doğrudan ona aşık olduğunu da duyarız. Holly ise kendini Travelling olarak tanımlar, evindeki kedisine bile bir ad koymaktan kaçınır. Zira kimsenin kimseye ait olmadığını, kimsenin kendisini kafese koyamayacağını savunur. Bağlanmaktan korkan yapısı, kendini ait hissetmediği bir hayatı yaşadığını da belli eder. Bunu da şu cümleyle ifade eder; “Biz birbirimize bir gün ırmak kenarında rastladık, o özgür bir hayvan, tabii ki ben de öyleyim. Ben gerek kendimin, gerek benim olacak her şeyin ait olduğu yeri buluncaya dek hiçbir şeye sahip olmak istemiyorum. Henüz bu yerin nerede olduğunu bilmiyorum. Ama bu yerin nasıl bir yer olduğunu biliyorum.” Holly başına buyruk, özgür ve gezgin ruhlu bir kadınken aynı zamanda içinde bir şeyleri olduramamış bir küçük kız çocuğu yatar. Hikâyenin başından itibaren Holly’nin yazarla yakınlaşmasının en önemli sebeplerinden biri onu kardeşi Fred’e benzetmesidir. Fred, Holly’nin erkek kardeşidir ve askerdedir. Kardeşine çok bağlı olan Holly aslında o dönene kadar bir düzen oluşturmayı ve onunla yaşamayı düşler. Belki de o zaman ait olduğu yeri bulup bağlanması mümkün olacaktır.
Tiffany’de Kahvaltı, yaklaşık yüz yirmi sayfadan oluşan ve birkaç saatte bitirilebilecek buruk bir öyküdür. Küçük hacmine rağmen anlatımı kuvvetli; çarpıcı ifadeler barındıran, okuyucuyu sürükleyen bir anlatıma sahiptir. Hikâye, 1961 yılında beyaz perdede de yer bulur. Blake Edwards yönetmenliğinde çekilen filmin başrollerini Audrey Hepburn ve George Peppard paylaşır. Romantik komedi türünde bir film olan Breakfast at Tiffany’s 34. Akademi Ödülleri’nde beş dalda aday olup En İyi Özgün Şarkı ve En İyi Özgün Müzik ödülünü kazanır. Ayrıca şarkı, 1962 yılındaki Grammy Ödülleri’nde Yılın Kaydı ve Yılın Şarkısı ödüllerine de layık görülür. Konu senaryo aşamasındayken bazı değişikliklere de uğrar. Dönemin sinema anlayışına göre Holly Golightly karakteri, biraz aykırı kaçtığı için ufak değişiklikler yapılır. Ayrıca hikâyenin anlatıcısı yazar da Paul Varjak adında daha etkin bir rolle kendine yer bulur. Konunun genel işleyişi ve bazı diyaloglar, filmde yer bulsa da genel olarak romantik bir öyküye dönüşür. Her ne kadar kitabın yazarı Truman Capote bu durumdan memnun kalmasa da film vizyona girdiği andan itibaren bir klasik olarak sinema tarihinde yerini alır. Günümüzde de klasik ve nostaljik ögeleriyle severek izlenen filmler arasındadır. Filmde en çarpıcı değişimlerden biri, Holly’nin filmin sonunda Brezilya’ya gitmekten vazgeçerek Paul’un aşkına karşılık vermesidir. Aslında bu değişim filmin en ikonik sahnelerinden birinin ortaya çıkmasını sağlar. Yağmur altında birbirlerini öperek kavuşmalarıyla sona eren film, seyircinin yüzünde tatlı bir tebessüm bırakır. Her ne kadar Holly kitaptaki gibi başını alıp Brezilya’ya gitmemiş olsa da; filmde yavaş yavaş kendini Paul’a kaptırmasına rağmen buna karşı koyması, son dakikaya kadar Brezilya’ya gitmekte kararlı olması ve takside aralarında geçen diyalogda birbirlerine ait olmalarını reddetmesi, kitabın ana fikriyle özdeşleşir. Filmde Paul’a onun da aşık olduğunu ve sonunda karşı koyamayarak kavuştuklarını; yani aşkın kazandığını görürüz. Böylece kitapta da filmde de sıklıkla vurgulanan aidiyet meselesinin gerçek aşk ile birlikte sorun olmaktan çıktığına şahit oluruz.
Audrey Hepburn Etkisi
“Sana söyledim. Bir gün nehrin kıyısında karşılaşmıştık. Hepsi bu. İkimiz de özgürüz. Birbirimize hiçbir zaman söz vermedik. Hiçbir zaman… ”
Audrey Hepburn denince akıllara genellikle Breakfast at Tiffany’s filmindeki görüntüsü gelir. Filmdeki siyah elbisesi, büyük güneş gözlükleri, trençkotu ile günümüzde de stil ikonudur. Bunda Audrey Hepburn’un yakın arkadaşlarından Hubert de Givenchy’nin etkisi büyüktür. Film için oluşturduğu kostümler hem Audrey Hepburn’un hem de Holly Golightly’nin ikonikleşmesini sağlar.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi hikâye filme uyarlanırken belli başlı değişikliklere uğrar. Filme baktığımız zaman romantik bir klasik görürüz. Filmin çekildiği mekanlar, kostümler ve müzikler bu klasik ve nostaljik bütünlüğü destekler. Hikâye filme uyarlanırken kitabın yazarı Truman Capote’un çok daha başka fikirleri vardır. Öncelikle Holly Golightly karakterini Marilyn Monroe’nun canlandırmasını ister. Zira Holly’nin sert, dokunaklı ve tamamlanmamış bir yanı olduğunu bunu da en iyi Marilyn Monroe’nun ortaya koyabileceğine inanır. Audrey Hepburn’un bu role uygun olmadığını söyleyerek karakterin hakkını veremeyeceği düşünür. Rolü kabul etmeden önce Audrey Hepburn’de de benzer çekinceler olduğu görülür. Fakat netice itibariyle Audrey Hepburn harika bir Holly Golightly uyarlaması ortaya çıkarır. Marilyn Monroe gerek kendi kişiliği ile gerekse canlandırdığı roller itibariyle benzer tarzda karakterlere hayat verirken Audrey Hepburn daha zarif ve naif kişiliği ile farklı karakterler de canlandırmıştır. Bu açıdan bakıldığında Holly Golightly karakterinin de hakkını verdiği söylenebilir. Holly Golightly karakteri filme uyarlanırken romantize edilmesine rağmen; kendini arayan, özgür, bağlanmaktan kaçınan ve içinde küçük bir kız çocuğu saklayan halini Audrey Hepburn güzel bir şekilde yansıtır. Audrey Hepburn’un Holly’sine baktığımız zaman aykırı taraflarına çok şahit olamasak da sürüklenen ve bocalayan hüzünlü kız hissini yakalarız. Truman Capote’un çekindiği gibi dokunaklı ve tamamlanamamış hâlini verememesi söz konusu olmamıştır. Özellikle Moon River şarkısını seslendirdiği sahnede bunu ortaya koymuştur.
Moon River: Müziğin Gücü
Uyumak istemem / Ölmek istemem / Gezmek isterim yalnızca / Gökyüzünün çayırlarında.
Breakfast at Tiffany’s filmine hem Akademi Ödülleri’nde hem de Grammy’de ödül getiren filmin müzikleri olur. Henry Mancini tarafından bestelenen ve Johhny Mercer tarafından sözleri yazılan şarkı, gerek kitabın gerekse filmin temasını çok iyi yansıtır. Filmin bütün müzikleri Henry Mancini tarafından bestelenir. İlerleyen yıllarda Audrey Hepburn’un rol aldığı Charade, Wait Until Dark gibi filmlerin de müziklerini besteleyen Mancini’nin en bilindik film müziği ise Pembe Panter‘dir. Breakfast at Tiffany’s film müziğini yaparken filmin ruhunu çok iyi yansıtan besteler ortaya çıkarır. Film boyunca öyküye eşlik eden bu müziklerden en özeli ise Moon River şarkısıdır. Bu şarkı, filmin en ikonik sahnelerinden birinde yer alır. Holly apartman boşluğunda penceresinin kenarında oturmuş; elinde gitarıyla Moon River şarkısını söylemeye başlar. Holly’nin sesini duyan Paul ise onu yukarıdan seyreder. Onu fark etmeyen, şarkısını hisli ve hüzünlü bir şekilde söyleyen Holly ise kendinden geçmiş bir hâldedir. Filmdeki Holly karakterinin kitaptaki karaktere çok yakınlaştığı sahnelerden biri de budur. Kitapta sık sık özgür olmaya çalışan fakat ait olmadığı bir hayatı yaşayan Holly’i bu sahnede daha net görürüz. Kitapta da Holly’nin şarkı söylediğinden bahsedilir. Hatta yazar bunu acıklı bir dağ melodisi olarak tanımlar. Öyle ki filmde de bu unsur açılarak gerek Audrey Hepburn’un duru performansı gerekse şarkının söz ve müziğinin uyumu bu anlatıyı başarılı kılar.
Film vizyona girmeden önce Moon River hakkında ilginç bir gelişme de yaşanır. Film şirketinin yapımcıları şarkının filmden çıkarılmasını ister. Audrey Hepburn ise buna büyük bir tepki gösterir. Sonuçta verdiği savaşı kazanır. Nitekim film ödüllerini hep müzik kategorisinden alır. Bu noktada Audrey Hepburn, Henry Mancini’ye gönderdiği mektupta duygularını çok güzel ifade eder:
“Müziksiz bir film yakıtsız bir uçak gibidir. İş ne kadar iyi yapılırsa yapılsın hâlâ yerde ve gerçekler dünyasındayız. Müziğin hepimizi göklere çıkardı. Kelimelerle ya da hareketlerle ifade edemeyeceğimiz her şeyi bizim adımıza söyledin. Bunu hayal gücü, neşe ve güzellikle yaptın. Sen harika birisin ve bestecilerin en duyarlısısın.”
Filmin fragmanına buradan ulaşabilirsiniz:
Kaynakça
Spoto, Donald. Zarafet Audrey Hepburn’un Hayatı. İstanbul: Artemis Yayınları, 2013.
Capote, Truman. Tiffany’de Kahvaltı. İstanbul: Sel Yayıncılık, 2013.
Capote, Truman. Breakfast at Tiffany’s. London: Penguin Book, 2000.
True Facet. “Breakfast at Tiffany’s: The Costumes and Jewelry.” Erişim: 12/06/2024. https://www.truefacet.com/guide/breakfast-tiffanys-tiffany-co-jewelry/ 1 Temmuz 2015.
Variety. “Film Review: ‘Breakfast At Tiffany’s’”. Erişim: 12/06/2024. https://variety.com/1961/film/news/film-review-breakfast-at-tiffanys-1201341653/ 6 Ekim1961.
The Gurdian. “Breakfast at Tiffany’s at 60: the sharp romcom that grows darker with age”. Erişim: 12/06/2024. https://www.theguardian.com/film/2021/oct/05/breakfast-at-tiffanys-at-60-the-sharp-romcom-that-grows-darker-with-age 5 Ekim 2021.