Bovary, 29. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında izlediğim oyunlardan biriydi. Defalarca farklı yüzlerle sahneye uyarlanan, Gustave Flaubert‘in dönemine damga vuran eseri Madame Bovary, bu sene festival kapsamında Zorlu sahnesinde izleyiciyle buluştu. Festival perdesi kapanırken Carme Portaceli yönetmenliğinde, Maaike Neuville, Koen De Sutter ve Ana Naqe‘nin imzasıyla sahnede hayat bulan Bovary’nin atmosferini ve hislerimi size aktarmak istiyorum.
Emma Bovary’nin Evrensel Trajedisi

Bovary bu zamana kadar izlediğim en etkileyici oyunlardan biriydi. Oyunun akışı, oyunculuklar, sahnenin oyuna eşlik eden dönüşümü oyunun tadını damağımda bıraktı. 85 dakika boyunca bir trajediyi hayata geçiren oyun, başından sonuna kadar izleyiciyi sahnenin içine çekmekte çok başarılıydı. Tempo yükseldi, alçaldı, düşündürdü, duygularımızı kafamızın içinde eğip bükmemize izin verildi. Oyun Felemenkçeydi ve Türkçe üst yazı ile takip ettik. Dil, sahne ile aramızda bir mesafe oluşturmadı ve benim için izlemesi çok keyifliydi. Tüm bu hislerimin beraberinde Madame Bovary eserinden ve sahneye nasıl yansıtıldığından bahsetmek istiyorum.
Realizm’in Başyapıtı: Emma’nın İç Dünyası

Realizmin başyapıtı kabul edilen Gustave Flaubert‘in Madame Bovary’si, Emma’nın hayalperest iç dünyası ile gerçekliğin sıradanlığı arasındaki çatışmasını konu alıyor. Karakterimizin hayatı; toplumsal baskı, ideal kadın rolleri ve romantik beklentilerle gerçekliğin çatışması arasında sürükleniyor. Emma, taşra hayatının sıkıcı ve renksiz atmosferinde hayal ettiği aşkı ve hayatı deneyimleyemiyor. Eşi Charles iyi bir insan olsa da onun hayallerindeki duygusal yoğunluk ve heyecanı karşılamıyor. Böylece Emma evin silik duvarlarına sık sık kendi yarattığı dünyayı taşırmaya başlıyor. Önce heyecanı yakalamak için müziğe yönelse de evliliği dışında ilişkilerde romantik ideallerini yakalamayı hayal ediyor ama bu deneyimler de hayal kırıklıkları arasına karışıyor. Bu çatışmanın arasında kalan Emma ise hayatını trajik bir şekilde noktalıyor. Tüm bu başlıkları bir kadın karakter üzerinde anlatmak 19. Yüzyıl Fransa’sına çarpıcı bir şekilde düşüyor. Öyle ki, Bovary sendromunun yankıları günümüzde de tekrar tekrar sahneye taşınıyor.
Bovary Sahne Deneyimi

Ben uyarlama oyunları izlemeden önce eseri okumayı çok seviyorum. Böylece kendimi eserle daha çok bütünleşmiş ve akışa dahil hissediyorum. Aynı zamanda sahneye aktarımın detaylarını daha yakından gözlemleyebiliyorsunuz. Bovary’i okumamış olsanız bile çok güçlü bir oyunculuk ve performans izlediğimiz için muhtemelen kendinizi oyunun dışında hissetmezdiniz. Yine de oyunun dönemi ve karakter hakkında bilgi sahibi olmak sizi oyunun içine daha çok dahil ediyor. Oyun kitaba sadık kalarak ilerledi. Bovary’i ilk defa sahnede izledim ve bu konuda oldukça şanslı hissediyorum. Emma’nın duygusal dalgalanmaları oyun boyunca çok çarpıcı bir şekilde aktarıldı. Temponun yüksek olması beni yormadı aksine büyük bir iştahla oyunu takip ettim. En çok şaşırdığım ve beklemediğim nokta oyunda opera performansını deneyimlediğimiz andı. Sahne tasarımı oyuncular ve sahne yardımcılarının işbirliği ile değişti. Tasarımın değiştiği bir sahne, bizim sahne yardımcısı sandığımız bir oyuncunun sahneye dahil olup opera yapmasıyla tamamlandı. O an göz bebeklerimin çatlayacağını düşündüm. Çok etkileyici bir andı. Aynı zamanda sahnenin oyun boyunca piyano, çiçekler, toprak ile bir sanat eserine dönüşmesi bahsetmeden geçemeyeceğim detaylardan biri. Oyunun kendi içinde dönüşümünün tamamlanmasını görebilmek bence çok değerli.
Bovary Neden Her Dönemin Aynası

Madame Bovary 1857 yılında yayınlandı. 19. Yüzyıl Fransa’sına yakından bir bakış sunarsak, kadınlar için ideal yaşamın evlilik, annelik ve erdem olarak belirlendiği tanımlar söz konusuydu. Eğitim ve özgürlük alanı kısıtlanan kadının toplumsal beklentileri karşılaması ve bu doğrultuda “erdemli” bir yaşam sürmesi beklendi. Sansürün katı kurallarla uygulandığı bir döneme damgasını vuran Madame Bovary, kadının topluma bakışını çarpıcı bir biçimde eleştirdi. Ahlaki bir tartışmayı da beraberinde sürükleyen Emma’nın hikâyesini hâlâ konuşmaya, anlatmaya ve sahneye aktarmaya devam ediyoruz. Bunun nedeni Emma’nın evrensel bir arayışı temsil etmesi. Emma, sıradan bir taşra kadını olarak yazıldı ama okuduğumuz trajedi evrensel bir hikâyeydi. Aradan yüzyıllar geçse de toplumun kadına ve bireye bakışının ardında, 21. yüzyılda da toplumsal olarak sürdürülen ideal karakter kalıbının altında ezilebiliyoruz. Benliğimize ve kişiliğimize getirilen sansür, aradan geçen yüzyıllara rağmen hâlâ benzer temaları ve tabuları tartışmamıza neden oluyor. Yaşamak istediğimiz hayat üzerine eklenen beklentiler arasında bir mücadele veriyoruz. Tam bu nedenle Bovary yalnızca edebi bir figür değil; hepimizin yaşamında bir noktada kendimizi görüp tanıdığımız bir yüz olarak karşımıza çıkıyor.
Her birimizin kendi hayatı hakkında söz sahibi olabildiği ve bu tabuları sonraki yüzyıllara taşımadığımız bir dünya umuduyla…
Kaynakça
Öne çıkarılan görsel: İstanbul Tiyatro Festivali- İKSV
İstanbul Kültür Sanat Vakfı. Bovary. 29. İstanbul Tiyatro Festivali, 2025, web. Erişim tarihi: 22 Kasım 2025


