Bottoms; gençliğin, kadınlığın ve queerliğin bir araya geldiğinde, insanın hayatını ne kadar zorlaştırabileceğini anlatarak başlıyor hikâyesine. En azından bunun için elinden geleni yapıyor diyelim. Filmin birçok kırılma noktasında tonu konusunda kararsız olduğunu görmek mümkün, gerçekliğe bağlı kalmakla Seligman ve Sennott’ın hayal dünyasına direksiyon kırmak arasında sıklıkla gidip geliyor. Yazım aşamasında da post prodüksiyon da bu konuda ortak bir fikre varılmamış gibi görünüyor.
Shiva Baby ile komedi dünyasında adını duyuran ikili, Emma Seligman ve Rachel Sennott’ın tekrar kafa kafaya verdiğini görmek bizi Bottoms için oldukça heyecanlandırmıştı. Shiva Baby tonu ve dile getirmek istediği dertler konusunda çok daha kararlıydı fakat Bottoms, tıpkı kahramanları gibi, yolunu bulurken biraz sıkıntı yaşıyor.
Hikâye iki yakın lezbiyen arkadaşın, okuldaki statüleri hakkında bir şeyler yapmaya karar vermesiyle başlıyor. Besin zincirinin en altında olan ikilimiz basamakları hızlı bir şekilde tırmanmak istese de yollarında büyük engeller var. Bu engellerden birinin homofobi olmaması seyirci olarak bizi şaşırtırken filme biraz daha yakınlaştırıyor. Okulun zorbalık klişelerine yenik düşmesi, bir komedi filminde işten bile değil fakat Bottoms homofobiye çoğu zaman geçit vermiyor. Asıl sorun kahramanlarımızın, PJ (Rachel Sennott) ve Josie (Ayo Edebiri), gay olması değil; asıl sorun onların gay, çirkin ve yeteneksiz olması. Elbette dertleri bununla da sınırlı kalmıyor çünkü okulun popüler ikilisi, Brittany (Kaia Gerber) ve Isabel (Havana Rose Liu) kahramanlarımızın hayallerini süslemesine rağmen ikilimiz, kızlarla konuşmak konusunda oldukça büyük sıkıntılar çekiyorlar.
Okuldaki sistemde biraz olsun yukarı tırmanabilmek, lise hayatlarını monotondan çıkarabilmek ve elbette gözlerini alamadıkları ponpon kızlarla konuşabilmek için bir dövüş kulübü fikriyle çıkagelen ikilimizin hikâyesi tam olarak bu karardan sonra başlıyor.
“Ne yaptığımıza dair hiçbir fikrimiz olmamasına rağmen neden kızlara özel bir dövüş kulübü açmıyoruz ki?”
2023 yazına baktığımızda; tema müziğini Charli XCX’in yaptığı, renkli bir sinematografiye sahip, kadın bir yazarın ve yönetmenin elinden çıkan komedi filmlerindeki artışı ve bu filmlerin yakaladığı başarıyı fark etmemek elde değil. Bu filmlerin ortak yönlerine baktığımızda en temelinde gördüğümüz feminizm şakaları öylesine akıllıca ve senaryoya yedirilerek yazılmış ki seyircisine komedi izlediğini unutturmuyor. Bulunduğumuz zamanın sesi bastırılmış topluluklarının kendi sesini bulup gün yüzüne çıkması bile başlı başına bir cesaret isterken Bottoms bunu hiç efor sarf etmeden yapıyor.
Bahsi geçen her konuda sesini güçlü bir şekilde çıkarmayı amaçlamadan konuyu ele almasını senaryo başarısı olarak yorumlayabiliriz. Kadın olmanın, genç ve deneyimsiz olmanın, queer olmanın verdiği ağırlığı ve sorunları; bütün bunların yanında sadece bir çocuk olmakla ve hayatı olduğu gibi görmekle çözüyor olması Seligman ve Sennott’ın kalemine bizi bir kez daha hayran bırakıyor.
Karakterlerimiz ait oldukları grupların kanaat önderleri değil, sadece hoşlandıkları kızlarla konuşmaya çalışan iki küçük ergen. Bottoms bunu seyircisine daha ilk dakikalarda, açık bir dille belirttikten sonra yapması gerekeni yapıyor ve sadece güldürmeye odaklanıyor.
Seligman ve Sennott bu konuya öylesine odaklanmışlar ki senaryo esprilerle kaynıyor. Hollywood’un egoist komedilerine kıyasla seyircisini şakayı kaçırmak konusunda strese sokmuyor çünkü neredeyse diyalogların hepsi farklı bir espri barındırıyor. Hepsinin salonları kahkahalara boğduğunu söylemek doğru olmaz ama hepsi seyircinin yüzündeki gülümsemeyi film boyunca orada tutmayı başarıyor.
Bazı espriler ise tamamen oyuncunun başarısıyla parlıyor ki burada bahsetmemiz gereken ilk isim, biricik koçumuz Marshawn Lynch. Lynch kendine has mimiklerini ve ses tonunu öylesine efektif kullanıyor ki rolünün süresi toplamda iki-üç dakikayı geçmemesine rağmen seyirci olarak aklımıza kazınıyor. Sadece tahtada “feminizim” kelimesinin üstünü üzgün bir şekilde karalarken bile sinema salonunu kahkahalara boğuyor olması Lynch’in bu film için ne kadar gerekli bir isim olduğunu gösteriyor bizlere.
Başrollerimiz Rachel Sennott ve Ayo Edebiri’den bahsetmeden geçmek ise imkânsız. Sennott komedide yıllardır var olan ve daha internetin altın çağlarında, Vine’da, bu türe köklerini salmış bir yetenek. Onu en profesyonel olduğu alanda izlemek bir yana; Ayo Edebiri’nin de The Bear’da ayakları yere basan karakterine kıyasla, hayallerinin peşinden giden deli dolu bir genç kızı oynamasını izlemek seyir zevkinizi ikiye katlıyor.
Klasik komedilere kıyasla Bottoms sinematografisini de bir kenara atmamış. Kameranın başında Shiva Baby’den tanıdığımız Maria Rusche var. Okulun kullanılabilecek her açısını akıllıcı bir şekilde kullanırken geniş açıları kullanmayı ihmal etmemiş. Renkler fazla göz almıyor ama kesinlikle soluk bir ekranla bizi baş başa da bırakmıyor.
Bottoms ilk bakışta büyük duygular ve düşünceler vadetmeyen bir film olarak görünebilir, vadetmiyor da ama dertlerini akıllıca anlatıyor ve hikâyesinin temellerini oluşturan temaları seyircisinin yüzüne fırlatmıyor. Temsil etmeye çalıştığı jenerasyondan kopmuyor ve onları farklı kılmak için insan yanlarını yok etmiyor. Queer karakterlerin hikâyede var edilmek için sokulduğu kalıpları görmezden gelmiyor, aksine okuyor sonra klişeyi parçalayıp yeni bir role dönüştürüyor, yeni kalıplar ve klişeler ekliyor ve bunu ofansif olmadan yerine getirmeyi başarıyor. Bütün bunları yaparken de komedi olduğunu unutmuyor, temellerinden ayrılmıyor.
Bottoms; Seligman ve Sennott tarafından, içinde bulunduğumuz son on yıl detaylı bir şekilde okunduktan sonra, çözümlemelerin üstüne farklı bakış açıları konularak inşa edilmiş bir yapıt. Karakterler mükemmel değil, filmin kendisi mükemmel değil, hikâyenin geçtiği dünya ve gerçeklik saçma ama filmin sesi olduğunu iddia ettiği gruplar için, yaşadığımız dünya tam olarak böyle hissettiriyor.