Boş Sayfa, Steven Pinker’ın en can acılı incelikteki eseri sayılabilir. Steven Pinker, bir dilbilimci olarak bu alanda kendini göstermiş yazarlardan. Doğuştan itibaren dil gelişimini çevre ile bütün olarak görmüş ve insanın doğuştan aslında bilgi birikimi ile gelmediği görüşüne sahip. Yazdıkları genellikle zihin felsefesi, dilbilimsel psikoloji, bilişsel bilimler ve sosyobiyoloji üzerine kurulu olan Pulitzer Ödüllü yazar, zihinsel imgelemeler odaklı makalelerini büyük ve derinlikli çalışmalar üzerine oluşturur. Bu bilgi birikimi sayesinde anlatış dili de pek çeşitli bilim dalından, ilgili alanın alt dallarından, somut kaynaklardan aktarıldığı hissi okuyucuya hemen geçer. Dilin, insanın doğa üzerindeki bir adaptasyonu sayesinde oluşup tamamlandığı, dilin anlık olarak oluşan bir kazanım olduğu ve genlerdeki değişiklikler sonucu oluştuğu görüşlerini çok yetersiz bulur.
İnsan Doğası Doğuştan Değil mi?
“İnsanlar birbirine benzeyen veya birlikte bulunmaya meyilli nesneleri sadece gevşek bir şekilde ilişkilendirmek. İnsanlar hangi konudaki gerçek nedir, kim kime nerede, ne zaman, ne yapmış ve bunu neden yapmış gibi önermelerle haşır neşir olan kombinasyonlu bir zihne sahiptir.”
Boş Sayfa’da anlattığı şeyin özünde insan zihninin boş bir levha olduğu fikrinin bir yansıması olarak insan zihninin boş bir sayfa olduğu ve tüm yapılarında sosyalleşme, kültür ve aile deneyimlerinden geldiğini savunan bir görüş temeli yatar. Boş Sayfa’nın vermek istediği açık mesaj, insanın boş bir sayfa olarak doğduğu kabul edilince, mükemmel sayılan insan toplulukları kurabilmek mümkün hale gelir. Tam aksi bir kabul edilişteyse ve insan belli başlı içgüdü ve kazanımlarla dünyaya geliyorsa bunlar içinde bencillik, önyargı, şiddet gibi eğilimlerin bulunması da olası hale gelir. Bir bakıma bu, Pinker’ın da söylemek istediğiyle, insanın doğum sürecinin başından itibaren yaşam boyu tercihlerini belirleyen, bireysel değil insana özgü mekanizmalarını karşılaştırması demektir.
Boş Sayfa’yı Nasıl Doldurmalı?
Boş sayfa teorilerinden birinin çıkış noktasıysa John Locke’a ait. Bunu anlatırken ilgi çeken kısım ise boş sayfa ifadesini hiç kullanmaması. Buna rağmen gerçekte söylediği şey; diyelim ki zihin tüm özelliklerinden yoksun, hiçbir idea barındırmayan, bomboş, beyaz bir sayfadır. Böyle bir zihin nasıl donatılır? İnsanoğlunun kendiliğinden yarattığı uçsuz bucaksız hayal gücünün bu boş sayfaya neredeyse sınırsız çeşitlilikle resmettiği birikim nereden geliyor? Zihin kendi başına bu akıl ve bilgi malzemelerini nereden edinmiştir? Bunun tek kelimelik yanıtı; deneyimlerinden. Ve bu öğreti başlı başına pek çok ahlaki ve politik çekiciliği olan bir öğretidir. Locke bu öğretileri edinirken onun zamanında inanç bağlamında kralların ilahi hakkı gibi dogmalara sahip düşünceler etrafında beynimize işlenen gerçekler olmadığını, başka bir bakışla insanların paylaştığı ve dolayısıyla hakkında tartışabilecekleri deneyimlerle gerekçelendirmeleri gerektiğini üstü kapalı bir şekilde söylüyordu.
Bu teorilere dair 20. yüzyıl sosyal bilimcilerinden biri; “İnsan insandır, çünkü içgüdüsü yoktur, çünkü olduğu ve öğrendiği her şeyi kültüründen, doğanın insan yapısı olan kısmından ve diğer insanlardan elde etmiştir.” demiştir.
İnsan Doğası Tartışması
Boş Sayfa’daki insan doğası tartışması esas itibariyle ahlaki, duygusal ve siyasi bir bakışla oluşturulur. Aslında insanlık olgusunun kendisi ortaklık içerirken bunun nasıl da bireysel tercihlerimizi inkar ettiği görüşü ise Boş Sayfa’nın nokta atışıdır diyebiliriz. Eğer bu ortaklığı reddedersek bir taraf daha ortaya çıkarmış ve o tarafa geçmiş oluruz. Bu tarafın temel görüşüne bakınca da oluşacak tüm toplumsal sorunların herhangi bir çözümünde, insanları sadece avutan ve sorunları geçiştiren bir algılayışla baş başa kalırız. Kitabın temelinde bu taraflardan birine mensup olmak yerine, bilim ve sağduyuya dayalı bir insan doğası anlayışına sahip olmanın önemini anlamak gerekir. İnsan doğası teorisi, insanın neyi kolayca başarabileceği, neyi fedakarlık yaparak ya da acı çekerek başarabileceği, neyi hiçbir durumda başaramayacağı fikirlerini betimleyerek birey ve toplum olarak en olası biçimde çabalayarak ulaşılabilecek değerlerin ne olduğunu belirler.
Boş Sayfa’da dikkat çeken başka bir alan ise evrimsel psikolojidir. Bu alan, boş sayfa öğretisinin altını başka bir şekilde oymuş görünür. Doğuştan gelen insan dürtüsünün bir çok insanın günlük yaşamlarında kendileri için en iyi olanı hesaplama yolları olarak görülemeyeceğini, tam tersi bu dürtülerin içinde evrimleştiğimiz toplumun atalardan gelen çevreye yönelik bir adaptasyon süreci olabileceğini apaçık göstermiştir.
“Boş Sayfa doğal olarak Makinedeki Hayalet kuramıyla da birlikte var olabilir; çünkü boş olan bir sayfa, hayaletlerin cirit atabileceği konuksever bir yerdir.”
Boş Sayfa’nın bizde dopdolu bıraktığı bir özet fikir ile özünde, modern, entelektüel yaşamdaki baskın insan doğası teorisinin boş sayfa, soylu vahşi ve makinedeki hayalet öğretilerden oluştuğu fikrini verir. Tüm bu görüşlere beynin, genlerin ve evrimin modern bilimleri tarafından meydan okunmuştur. Bu meydan okuyuşların da ahlaki değerlerimizi tehdit ettiği düşünülmüşken aksine bu çıkarım doğru değildir. Davranışlarımızın nedenini anlamak bu ahlaki değerlere açıklık kazandırabilir.
Pinker,Steven. Boş Sayfa. Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, Nisan 2018.