Biz Romanı: Totaliter Rejimlerde Birey Olmak

Arşiv
Arşiv
Söylenti Dergi'de geçmiş zamanda yazar olan dostlarımızın eserleri bu hesapta arşivlenmektedir. Yazar onayı olduğu sürece kaynak göstererek kullanmak serbesttir.
spot_img

Totalitarizmde tüm yetki tek bir merkezde toplanır. Halkın itaat etmekten başka çaresi yoktur çünkü merkezin baskısı özel, sosyal, ekonomik tüm alanlarda etkilidir. Totaliter rejim, medyanın, kültürün, entelektüel sınıfın tekeli sayesinde sosyal ve özel hayatın farklı yönleri üzerinde baskı kurar. Akla ilk olarak Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini ve Sovyetler Birliği’nde Stalin isimleri gelir. Totaliter rejim, ikinci dünya savaşı sonrasında 20.yy ile  birlikte tanınmıştır. Sözcük İtalyan diktatör Benito Mussolini tarafından, 1920’lerde, faşist İtalyan yönetimini tanımlamak için “totalitario” olarak oluşturulmuştur. Faşizmin kurucusu olarak adlandırılan Mussolini totaliter rejimi “devlet içindeki herkes, devlet dışındaki hiçbir kimse, devlete karşı olan hiçbir kimse” şeklinde açıklamıştır. Bu baskıcı rejimin altında, vatandaş kimliğinin içindeki birey devletten ayrı düşünülebilir mi, sorusunu Biz romanını referans alarak inceleyeceğiz. Biz, Rusça Mıy, Rus yazar Yevgeni İvanoviç Zamyatin tarafından 1920 yılında kaleme alınmıştır fakat kendi ülkesinde ancak 1998 yılında yayımlanabilmiştir. Roman karanlık bir distopya içerisinde geçer ve dönemine yönelik eleştirileri barındırır.

Totaliter rejimler elinde bulundurduğu silah, medya vb. tekelleri sayesinde toplum üzerinde baskındır. Halkın büyük bir kısmı yücelttiği ve itaat etmek istediği için bu rejimlerinin baskı kurması kolaylaşır. “Basit, doğru, belirli sınırlar içinde. Bu sözcük korkutmuyor beni: sınırlandırma” diyor karakterimiz. Bu alıntıdan da anlayacağımız gibi itaat etmek istiyor halkın bir kısmı. Amaç doğrultusunda tek olmak, bütünleşmek vatandaşın arzusu oluyor. Bunu iyi aşılayan devlet ise koyun güder gibi halkı gütmüş oluyor. Örneğin Nazi Almanya’sında arkasına desteği alan Adolf Hitler doğruyu yaptığından şüphe duymuyordu çünkü halkın bir kısmı onun doğrusuna inanmıştı. Normal şartlarda birey bürokrasinin ne kadar güçlü olduğuna veya liderin özelliklerine bakmadan başlı başına karar verici olmalıdır. Vatandaşa özgür düşünme ortamı sağlanırsa bilgiye erişerek kendi kararlarını verebilir, bu özgür ortam elinden alınırsa ve gerekli koşullar yaratılırsa totaliter rejimin korkutuculuğu biz romanında görüldüğü gibi bireyler tarafından fark edilemez. Öte yandan Stalin önderliğinde Sovyet Rusya, bir çok alanda başarılı olmuştur. Askeri güç, sanayi toplumunun gerekleri, teknisyen ve mühendis yetiştirme, okur yazar oranın artmasından yola çıkarak eğitim gibi. Ortak amaç etrafında tüm halkın birleştirilmesi bu anlamda devleti ileri taşımıştır. GULAG ismi verilen çalıştırma kamplarında rejim karşıtları, siyasi görüşlerini belirten vatandaşlar çalıştırılıyordu. Karşıtlığın illa cezalandırıldığı bir sistem mevcut. Vatandaş gönüllü veya gönülsüz bir şekilde sistemin parçası oluyor. Totaliter rejimin meşrulaşmasını sağlayan ideoloji etrafındaki yapılaşma toplumda güven oluşturur. Merkez güvene bakmaksızın bu meşruluğun arkasında her alana müdahale eder. Stalin, 1936’da hak ve özgürlüklere yer veren bir anayasa çıkararak, toplumsal adaleti sağlama sözü verir. Fakat biz biliyoruz ki totaliter bir yapılanma olduğu sürece bireysel hak ve özgürlüklerin uygulanması mümkün değildir. Hukukun üstünlüğü hukuk kavramının içerisindeki adalet önemiyle  birlikte, belirleyici olan kurallar ve kanunlardır. Bu kuralların liderin düşünceleri ile şekillenmesi ise tamamıyla hukukun işlerliğini sekteye uğratır. Verilen cezalar, uygulanan yaptırımlar hukukun önceden bilinebilir olmasının önüne geçer ve güvensizlik meydana gelir. Bu güvensizliğin oluşturduğu korku da halkı tekrar lidere yaklaştırır. Çünkü artık lider her şey olmuştur geriye onu izlemekten başka çare kalmamıştır. Bu şartlar altında ise birey özgür özne konumunda değil sadece pasif izleyicidir.

Weighing Internal vs. External Hires

“Müzik fabrikasının borazanları, her zamanki gibi TekDevlet Marşı’nı çalıyordu. Sayılar, göğüslerindeki altın rozetlerde devlet numaralarını taşıyan gök mavisi ünileri içinde yüzlerce, binlerce Sayı, dörtlü sıra düzeninde, marşa uygun adım yürüyordu. Ve ben, daha doğrusu biz, dördümüz, bu muazzam seldeki sayısız dalgadan biriydik.”

Zamyatin’in Biz romanında bu kısımdan anlaşılacağı gibi devlet sanattan kıyafete, dinden bilime her alanda vatandaşın kararını etkileyen bir tavırda. Düzen, teklik, itaat etmek yüceleştirilmiş ve kutsal kılınmış hem de halk tarafından, inceden inceye her kademeye yayılarak. Yeni ufuklara yelken açtıran yaratıcılık veya yüreği heyecanla, cesaretle dolduran başkaldırı gibi kavramlar zihinlerden silinmiş. Birey olmanın güçlüğü de işte burada doğuyor. Karşında itaat edilmeyi bekleyen koca bir dev var, birey sadece karar verebilmeyi diliyor ancak devin tek bildiği istemek ve yönetmek. Karizmatik liderin, kitlerle iletişimi çok kuvvetlidir. Bu etkileşimde sadece korku unsuru yoktur, onu bir kurtarıcı olarak da görürler. Zaten 20. yüzyılın genel havası, her an çıkabilecek savaşlar, huzursuzluk vatandaşı yönetenlere umut bağlamaya itiyor. Artık devlet olarak Sovyetler Birliğinin dış politikaya karşı tutumu sonucunda iyice içine kapanan toplum, yalnızca başarmak ve kazanmak istiyor. Nedeni ise ortak düşman yaratılması olarak değerlendirilebilir. Dayanışmanın, bütünleşmenin olması için ortak düşmanın olması da zaten akla çok yatkın. Vatandaşların akıllarındaki bencilce kendileri değil, yalnızca yaptıkları ülkelerini düşünmek ve liderlerini izlemek. Bu yüzden demokratik bir rejimde de ortaya çıkabiliyor bu durum Hitler döneminde görebileceğimiz gibi.

                Tom Holland is Adapting Steven King's THE TEN O'CLOCK PEOPLE – FilmoFilia

Bir gün gelecek ve günün 86.400 saniyesinin hepsi Saatler Çizelgesi’nde yerini alacak. Yeşil Duvar’la çevrelenmemiş bir kent hayal edemiyorum. Çizelge’nin sayısal giysisine bürünmemiş bir kent hayal edemiyorum. Yazarın burada yazdığına bakarak da söyleyebiliriz, insanların hükmedilmeye ihtiyaçları var, bir düzen içerisine girmek istedikleri aşikar. Nasıl olur da istemli bir şekilde bunu hayal edebilirler? Bireysel müzik, sanat küçümseniyor. Sayılar birbirine karışıyor romanı okurken. Bu durumun sinir bozucu olduğunu düşünürken aslında her bir sayının aynı olduğunu, aynı olmak istediğini, zincirin sadece farklı yerlerde ve birbirinin kopyası olan eklemler olduğunu anlıyorsunuz. “Yeşil Duvar’la çevrelenmemiş bir kent hayal edemiyorum. Çizelge’nin sayısal giysisine bürünmemiş bir kent hayal edemiyorum”, diyor karakterimiz. Romanda sürekli tek bir şeyin parçası olmanın güzellemesi yapılıyor.  Her şey ben değil biz olunca anlam kazanıyor tıpkı bir makinanın herhangi bir parçası gibi yalnızken anlamsız, işlevsiz, bütündeyken işe yarayan olması gibi. Akıllarda en çok yer eden, insanı düşünmeye iten şöyle bir söze rastlıyorsunuz yine: “Bir insanın özgürlüğü sıfıra indirgendiğindeyse suç işlemez. Gayet açık. İnsanı suçtan arındırmanın tek yolu özgürlüğünden arındırmaktır.” Karakterimiz özgürlüğe ihtiyaç olmadığını savunmak şöyle dursun ne kadar zararlı olduğundan bahsediyor. İşte buradan anlıyoruz ki totaliter rejim içerisinde rejime inanan birey artık sadece bahsettiğimiz o koca dev gibi düşünebiliyor.

Birey, siyasi rejimlerde dikkate alınması gereken bir kavramdır. Bu bireyin nasıl anlaşıldığına göre siyasi sistemlerde önem kazanır. Her dönemde aktif veya pasif olarak siyasetin içinde yer aldığı için siyasal sistemin vazgeçilmezidir. Nasıl, hangi sınırlarda, ne zaman aktif olmalılar gibi sorular hep sorulmuştur. Bireyin hak ve özgürlükleri çerçevesinde, hukukun içindeki yeri, siyasi katılımı, devletle vatandaş ilişkisi içerisinde birey gibi konularda her devlet bireyi farklı konumlandırmıştır. Modernite ile birlikte bireyin tanımlanmasına daha çok ağırlık verilmiştir. Demokratik ülkelerle totaliterizmin hakim olduğu ülkeler arasında birey anlamında derin uçurumlar vardır. Yukarıda belirttiğimiz gibi totaliter sistemlerde bireyin hiçbir önemi kalmaz. Romanda belirtildiği gibi bireyler sadece ve sadece rakamdan ibarettir. Sistemin içindeki işlerliği sağlayan, çarkların dönmesini sağlayan işlerden öte bir şey değiller. Romana göre birey yalnızca devletin bir bütünü olarak anlamlıdır, tek başına değil. Bu bağlamda eğer demokratik bir toplum varsa bireyden söz edilir. Birey demokrasinin olmadığı bir yerde anlam bulamaz, yer edinemez. Totaliter rejimde baskı altında, ezilen, üretmeyen, karar vermeyen, savunmayan sayılardan ibarettir. Siyasal iktidarın isteği doğrultusunda öznenin yok ediliş serüvenidir bu. Sosyal kimlik oluşumuna üsten bir müdahale söz konusu olduğu için tek tip bireyler fabrika üretimi gibi çoğalır. Dur demek mümkün olmadığı gibi dolaylı veya doğrudan bu fabrikaya bireylerin katkı sağlanması beklenir. Hedefe giden yolun bu tarz tek tipleşmekten geçtiği aşılanan bireyler de bu durumu kabul eder ve bireylerin bu sistemde yok oluşu meydana gelir. Romanda açıkça anlatılan da budur. Bireyin anlam kaybetmesi!

 

Kaynakça:

https://openscholarship.wustl.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=2108&context=law_lawreview

https://cdn.reseau-canope.fr/archivage/valid/N-4627-11131.pdf

https://www.cairn.info/journal-connexions-2010-2-page-95.htm

https://www.psychaanalyse.com/pdf/LE%20SYSTEME%20TOTALITAIRE%20-%20BIBLIO%20(9%20Pages%20-%20156%20Ko).pdf

https://www.researchgate.net/publication/265729481_Totalitarianism

 

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

spot_img

Eşeği Saldım Çayıra – Kazak Abdal | Şiir İncelemesi

Kazak Abdal hayatı ve bilinen şiirlerinden olan Eşeği Saldım Çayıra eserinin incelemesi.

Twinless Film İncelemesi: İki Yalnız, Bir Kayıp

Başrolde Dylan O'Brien'ın yer aldığı kayıp, yalnızlık, bağ kurma arayışı, yas süreci üzerine dokunaklı bir film olan Twinless film incelemesine göz atın.

Alice in Borderland 3. Sezon İncelemesi: Neden Beklentiyi Karşılayamadı?

Alice in Borderland dizisinin 3. sezonun her oyununda Chishiya'nın zekâsını arayıp, Aguni'nin fedakârlığını andık diyebilirim. 

Evrensel Duygular: Anlamadan da Hissedeceğiniz 8 Şarkı

Dili fark etmeksizin ruhunuza dokunan, evrensel duygusal taşıyan 10 şarkıyı keşfedin. Melodik parçalarla hazırladığımız liste, her anınıza eşlik edecek!

Viktoryen Dönemde Kadın İmgesi: “Evdeki Melek”

Viktoryen dönemde ‘Evin Meleği’ ideali, kadını fedakâr ve itaatkâr bir role hapsetti. Gilman ve Woolf bu miti sorgulayarak özgür kadının sesini aradı.

Jane Austen ve Aşkın Sosyal Eleştirisi

Jane Austen, romanlarında aşkı sadece romantik bir duygu olarak değil; statü ve kadınların konumu üzerinden ele alarak dönemin evlilik anlayışına eleştirel bir bakış atar.

Shirley Jackson’ın Amerikan Gotik Edebiyatındaki Yeri

Shirley Jackson, Amerikan gotiğine modern bir ses getirmiş ve kalıcı bir iz bırakmıştır.

Amerikan Edebiyatında 4 Yalnız Kahraman

Amerikan edebiyat tarihinin en önemli temsilcileri haline gelmiş kahramanlarımızın ne kadar soyutlanmış bireyler olduğunu farketmiş miydiniz?

Tarihi Eser Rotası: Geçmişten Müzeye Serüven

Müzelerde sergilenen her bir eserin yolculuğu o kadar uzun ki... Gelin, sergilenme sürecine kadar rotaya bir göz atalım...

Bir Günde Geçen 5 Roman

Hızlı geçen yirmi dört saatimizi bir de romanlardan okuyup hissedelim. İyi okumalar.

Editor Picks