Yalnızca sanat ve bilim, yaşamın varlığından daha üst düzeyde kuşku duymamızı sağlar ve belki de bu konuda umut aşılar.
Ludwig van Beethoven
Hayatın akışını renklendirmekle kalmayıp bu akış zincirinin ana parçaları olan sanat ve bilim, alt alanlarının birleşmesiyle birlikte zincire eşsiz parçalar eklenir. Bu zincir sayesinde hayat yaşanır kılınmakla kalmayıp hayatın akıl erdirilmez sayılan sırlarının çözümünü beraberinde getirecek olan merak meşalesinin ilk kıvılcımları ortaya çıkar.
Tarih boyunca sanat ve bilim, entelektüel spektrumun karşıt uçlarında yer alan farklı alanlar olarak algılanmıştır. Tanımları üzerinden gidilerek yapılan bu yanlış sınıflandırma, aslında kafa karıştırma konusunda oldukça başarılı diyebiliriz. Sanat yaratıcılık, soyut düşünceler ve açık kurallar dizisinden doğup gelişirken; bilim ise mantık yasalarına, gerçeklere ve yapılara dayanan uygulamadır.
Son yıllarda bu iki disiplin arasındaki sınırların keskinliğinin flulaştığını söylemek mümkün. Canlı bilimi olan biyoloji ile sanatın eşsiz bir birleşimi olarak açıklayabileceğimiz büyüleyici ve düşündürücü biyosanat; çağdaş sanatın en yeni akımlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Biyosanat; biyoloji, genetik ve biyoteknoloji alanlarını araştırarak canlı organizmaları, genetik materyalleri ve bilimsel süreçleri sanatın diliyle yeniden anlatmak olarak tanımlanabilir.
Biyosanatın Kökenleri ve Tarihsel Evrimi
Biyosanat, sanatçıların doğayı eserlerinin bir parçası haline getirmesiyle oluşmuştur. 19. yüzyılın sonlarına kadar uzanan bir tarihe sahip olsa da gerçek anlamda gelişip yaygınlaşması 20. yüzyılın sonlarında biyoteknoloji ve genetik mühendisliği alanlarının ortaya çıkmasıyla ivme kazanmıştır. Sanatçılar, bakteri, mantar, genetiği değiştirilmiş organizmalar gibi canlı organizmaları sanatsal bir araç olarak kullanmaya başlayarak sanat ve bilim dünyasında adeta çığır açmışlardır.
Öncü sanatçılar arasında 19. yüzyılın sonlarında mikroskop altında incelediği deniz organizmalarının çizimlerini yapan Alman sanatçı Ernst Haeckel; biyoloji ve DNA’ya olan ilgisini Francis Crick ve James Dewey Watson’ın DNA molekülünün çift sarmalının keşfine atıfta bulunan Galacidalacideoxyribunucleicacid adlı eseriyle bilinen İspanyol ressam Salvador Dali yer almaktadır.

Craig Venter Enstitüsü’nde yapılan geniş çaplı bir genomik çalışmada, eski tablo, heykel ve diğer sanat eserlerinin çürümesinden biyolojinin, daha doğrusu mikrobiyal organizmaların sorumlu olabiliceğini keşfedilmiştir. Bu organizmalar, eserlerin ana parçalarını oluşturan boya, tutkal, kağıt, tuval, ahşap vb. bileşiklerle beslenip bu eserlerin adeta katili haline gelmektedir. Öyle ki bu organizmaların varlığı, sanatseverlerin ve sanat tarihçilerinin eserlerin orijinalliğinin teyit edilmesi konusunda kilit bir role sahip olduğu çalışmalar sayesinde kanıtlanmıştır.
Mikropların eski tabloların katili konumunda olması şaşırtıcı olmayan bir durumken bazı sanatçılar bu canlıları – bir diğer deyişle “sanatın katilini” – sanatın bir parçası haline getirerek büyüleyici, sarsıcı ve hatta bazı kişilere göre rahatsız edici bir cüretkarlığa sahip eserler ortaya konmaya başlamıştır.
Transgenetik sanat olarak da bilinen biyosanat, 1999 yılında gerçekleştirilen Ars Electronica Festivali’nde Pasifik denizanası ile albino bir tavşanın genetik birleşimi sonucu ortaya çıkan; mavi ışığa maruz kaldığında yeşil renkte parlayan “floresan tavşanın” yaratıcısı Brezilyalı biyosanatçı Edward Kac tarafından kavramsallaştırılmıştır.
Biyosanatta Teknikler ve Yaklaşımlar
Biyosanat, genellikle karmaşık bilimsel prosedürleri içeren geniş bir teknik yelpazeye sahiptir. Bu alanda çalışmak isteyen sanatçılar, gerekli bilgi ve kaynaklar için bilim insanları, biyologlar ve teknoloji uzmanları ile iş birliği içinde olmak zorundadırlar.
Bazı sanatçılar organizmaların genetik yapısını değiştirmek için genetik mühendisleri ile iş birliği yaparak yeni yaşam formları yaratabileceği gibi, doku mühendisleri ile bir araya gelerek canlı hücreleri üç boyutlu heykel veya enstalasyonlara dönüştürebilmektedir. “Tek sınır sanatçının hayal gücüdür” yargısı tıpkı sanatın diğer alanlarında olduğu gibi biyosanat için de geçerlidir.
Biyosanatın Dalları
Biyoteknoloji, genetik mühendisliği ve sentetik biyoloji başta olmak üzere diğer biyolojik disiplinlerin gelişmesiyle paralel olarak hızla ilerlemeye, yeni dallar yaratmaya devam eden biyosanatın hali hazırda birçok dalı bulunmaktadır.
Organik materyallerden heykel yapma tekniği olarak bilinen biyoheykeltraşlık ve mikroskobik organizmaların resimlerini veya canlı organizmaların dokularının detaylarını göstermeye odaklanan biyolojik resim tekniği en çok bilinen biyosanat dallarındandır. Canlı organizmaların sergilenmesini amaçlayarak tasarlanan sanat eserleri olan biyoenstalasyonlara ek olarak, canlı organizmaların etkileşimiyle oluşan performans olarak tanımlanan biyolojik performans sanatı da popüler biyosanat dalları arasında yer almaktadır.
Biyosanatın Etkisi, Önemi ve Amacı
Alexander Fleming, yaptığı deneyler sırasında kağıt üzerine ve Petri kaplarına üzerinde çalıştığı bakterileri kullanarak çeşitli çubuk figürler ve manzaralar çizmiştir. 1928 yılında ise bu resimlerin bazı bölümlerinin bozulduğunu ve bunun sebebinin gelecek yıllarda tıp tarihinde bir devrim yaratacak olan penisilin olduğunu keşfetmiştir. Bu olay, sanat ile bilimin birbirini etkileyebileceğinin kanıtlarına örnek verilebilecek bir olaydır.
Biyosanat alanında yapılan bu çalışmalar, geleneksel sanat kavramlarına adeta meydan okurken bilimsel gelişmelerle etkileşimini hiç koparmayarak yaratıcılık sınırlarını zorlarken; doğa-insan ilişkisi ve biyoteknolojinin toplum üzerindeki etkisi hakkında önemli soruları yeniden gözden geçirmeyi kendine vazife edinmiştir. Bu vazifesinin en önemli faydası ise yeni işbirliklerine teşvik sağlayarak yeni fikirler ve perspektifler üreten disiplinlerarası alışverişe yol açmasıdır. Sanat eleştirmenleri ve sanatla ilgilenen diğer uzmanlarca biyosanatın amacı, yeni tartışmalar açmak, soru üretmek ve halkın ilgisini çekmektir.
Biyosanatta Etik Hususlar
Her biyosanatçı üzerinde çalıştığı eserlerin yaratım sürecinden ve sonuçlarından bizzat sorumludur. Yaratıcı süreçte araştırmacılar, doktorlar, bilim insanları ve plastik sanatçıları biyosanat laboratuvarında ortak çalışmalarda bulunmaktadırlar. Her ne kadar ekibin içerisinde bilim insanları ve doktorlar bulunsa da biyosanat çalışmalarının tıp ile ilgisi bulunmadığı, yalnızca sanatsal bir prosedür olduğunun altı çokça kez çizilmektedir.
Biyosanatın canlı organizmaların manipüle edilerek yaratım malzemesi olarak kullanılması süreci olduğu göz önünde bulundurulduğunda üzerinde çalışılan canlının refahı başta olmak üzere, genetiği değiştirilmiş organizmaların çevreye salınmasının yarattığı potansiyel riskleri barındıran geniş etik çerçevesinden dışarı çıkmamalıdır.
Etik kurallar üzerinde yoğunlaşan tartışmalar noktasında henüz belli bir sonuçta ortak karara varılamamış olunsa da herkesçe kabul edilen biyosanatçının eseri yaratım süreci boyunca ahlaki etkiler, potansiyel tehlike ve sonuçları gözetmesi gerektiği yargısıdır.
Biyosanat, sanat ile bilimi birbirine bağlayan köprü görevi görürken biyolojik dünyamızın sırlarını keşfetmek için eşsiz ve ilgi çekici bir ortam sağlar. Geleneksel tanımlara meydan okumayı seven sanatçıları bir araya getirmeyi başaran bu alışılmışın dışındaki sanat dalı, etik hususlar ve biyoteknolojinin etkisi üzerine sayısız tartışmayı körükler pozisyonda olsa da teknolojinin gelişmesiyle birlikte yeni bakış açılarına ilham olma, doğal dünya anlayışımızı derinleştirirken sanatsal ifadenin sınırlarının yeniden tanımlanmasına sebep olacak bir potansiyele sahiptir.
Yazarın “Biyosanatın Ezber Bozan Sanatçıları” başlıklı serisindeki ilk iki yazısı olan Eduardo Kac ve Heather Dewey-Hagborg hakkındaki yazılarına isimlerin üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Kaynak
Fahrennightmagazine. ”Art, science and life: the fusion of bioart”. Erişim: 18.08.2023. Web
Sciencedaily. ”Bioart: An introduction”. Erişim: 18.05.2023. Web
Artdex. ”What is Bio Art?”. Erişim: 18.05.2023. Web