Bitki Yetiştirmek, Mekânı Canlandırmaktan Fazlası mıdır?

Editör:
Sibel Sancaklı, Ece Gül Demir

Evlerin cam kenarlarına koyulan saksılar, balkonları saran sarmaşıklar, apartman boşluklarında bile kendine yer bulan minik çiçekler… Bitkiler, yaşam alanlarımızda uzun zamandır estetik, sakinleştirici, “canlandırıcı” unsurlar olarak kabul görüyor. Peki, bitki dikmenin anlamı yalnızca görsel güzellikten ibaret olabilir mi?

Yaşam alanımıza bir bitki koyduğumuzda, aslında orada kalmaya, oraya kök salmaya dair derin bir istek dile geliyor olabilir mi? Bu tür örneklere edebi eserlerde ve düşünsel metinlerde rastlamak mümkün. Hrant Dink’in “Ferman’ın Dermanı” başlıklı yazısı ve Emanuele Coccia’nın Bitkilerin Yaşamı: Bir Karışım Metafiziği adlı kitabı, bitki dikmenin estetik bir eylemden öte, politik, etik ve varoluşsal bir anlam taşıyabileceğini görebileceğimiz örnekler barındırır.

Köklerinden Koparılanların Hafızası

Hrant Dink | Kaynak Gazete Oksijen

Bitki dikmek neden bu kadar anlamlı olabilir? Sadece toprağa bir tohum bırakmak değil bu; bazen orada kalacağının işareti, bazen de iyileşmeye dair bir umuttur. Peki, o umudu kaybedenler? Ya ağaç dikmeye artık yanaşmayanlar?

Hrant Dink’in BirGün gazetesinde yayımlanan “Ferman’ın Dermanı” başlıklı yazısı, yalnızca kişisel bir anıyı değil, aynı zamanda bir halkın belleğini, sürgünlüğünü ve yitirilmiş aidiyetini dile getirir. Yazıda, Dink’in “Ferman” adını verdiği yaşlı bir arkadaşı anlatılır. Marmara Ereğlisi’nde denize nazır yazlığında biber, mısır, ayçiçeği yetiştiren Ferman’ın bahçesinde tek bir ağaç bile yoktur. Dink, bu eksikliği fark edip “Niye bir ağaç dikmezsin?” diye sorar. Soru, Ferman’ın bir ömür boyu taşıdığı bir hafızanın kapısını aralar. Ferman, Bitlis’in Mutki ilçesine bağlı bir Ermeni köyünde doğmuş, 1938’de küçük yaşta sürgün edilmiş, ailesiyle birlikte Çorum’a gönderilmiştir. Oradan Amasya’ya, Ahlat’a, Siirt’e, en sonunda da İstanbul’a kadar süren uzun ve parçalı bir göç yaşamıştır. Gittiği her yerde ağaç dikmiş, ama her seferinde ya ağaçları sökülmüş, ya bahçesi talan edilmiş ya da meyvesini başkaları yemiştir. Avcılar’da satın aldığı arsada 35 ağaç diktiğinde ise bu ağaçlar tam meyve vermeye başladığında bahçesi yağmalanmıştır.

Ferman’ın ağaç dikmek ile ilgili sözü, yalnızca bireysel bir yılgınlığın değil, bir halkın sürekli yerinden edilmesinin, bellek kayıplarının, kırılan aidiyet duygusunun ifadesidir. Dink’in ifadesiyle, Ferman’ın artık ağaç dikmemesi, dermanının tükenmesindendir. Ama bu tükeniş, aynı zamanda kolektif bir yaraya işaret eder.

Ağaç dikmek, bu hikâyede yalnızca doğaya katkı değil; bir yere kök salma, “kalma kararı” verme, geleceğe dair bir inanç besleme eylemidir. Oysa sürekli göç ettirilen, dışlanan, mallarına el konulan insanlar için bu türden bir kökleşme, her an kırılabilecek bir hayale dönüşmüştür.

Bitki dikmenin bir direniş biçimi olduğunu bize yalnızca felsefe ya da edebiyat söylemez. Gerçek hayatta da yerinden edilmiş halklar için toprakla yeniden bağ kurmak bir iyileşme biçimi olmuştur. Filistinli mültecilerin sürgün yerlerinde zeytin fidanı dikmeleri; göçmen mahallelerinde kadınların balkonlarına sardunya asmaları “biz buradayız” demenin sessiz ama güçlü biçimleridir. Bitkiler dil bilmez, ama konuşurlar, hafızaları vardır. Kimin ne zaman diktiğini, nasıl beslendiğini, neye maruz kaldığını anlatırlar. Bir cam önünde yetiştirilen fesleğen, balkondaki domates, çalışma masasındaki kaktüs, görünüşte alelade detaylardır. Oysa tüm bu bitkiler, modern insanın aidiyet arayışının birer izidir. Betonun ortasında yaşayan, sürekli taşınan, sürekli “geçici” hisseden kentli birey için bitki, kök salmanın tek gerçek aracıdır. Onunla birlikte bir ritme girilir: Sulamak, yapraklarını silmek, saksısını değiştirmek… Bu yüzden de bitki koymak, “mekânı canlandırmak”tan çok daha fazlasıdır. O, mekâna dair bir sahiplenme, bir karşılık verme biçimidir. “Buradayım” demektir. Aynı zamanda “Sen de burada kal” çağrısıdır. Bitkilerle birlikte yaşamak, o mekâna ses vermek, onu dönüştürmek ve ondan etkilenmeye açık olmak anlamına gelir. Tıpkı Emanuele Coccia’nın dediği gibi: “Bitki olmak, dünyaya açık olmaktır. Bu açıklık, kırılgan ama dirençli bir bağ oluşturur.”

Bitkilerin Felsefesi: Coccia’nın Karışım Metafiziği

Emanuele Coccia | Kaynak uniartsfi

Coccia, “Bitkilerin Yaşamı: Bir Karışım Metafiziği” adlı eserinde, bitkileri yalnızca biyolojik canlılar olarak değil, varoluşun temel aktörleri olarak düşünür. Ona göre bitkiler, dünyayla kurduğumuz ilişkiyi anlamak için eşsiz bir perspektif sunar. Kitap boyunca, bitkilerin sessiz ama köklü varlığı üzerinden hem doğa felsefesine hem de yaşamın ontolojik boyutlarına dair bir düşünce örgüsü geliştirir.

Coccia’ya göre bitkiler, varlıkla mekân arasındaki ilişkiyi kuran canlılardır. Onlar sabitlenmiş, kök salmış varlıklardır ama bu sabitlik içinde sürekli bir etkileşim halindedirler. Toprakla, havayla, güneşle ve diğer canlılarla bir tür karışım içinde yaşarlar. Bu nedenle Coccia, bitki yaşamını bir “karışım metafiziği” olarak tanımlar. Bitkiler sadece mekânı doldurmaz, o mekânı dönüştürür, ona anlam katar, onunla özdeşleşir. Evimize bir bitki yerleştirmek, sadece estetik bir karar değildir. Bu, mekânla kurduğumuz ilişkide bir dönüşüme işaret eder.

Bitkiye bakmak, onun gelişimini izlemek, onun ihtiyaçlarına göre hareket etmek… Tüm bunlar, o mekânla ve onun zamanıyla kurduğumuz ilişkinin dönüşmesidir. Bitkiler bizimle birlikte o mekâna kök salar. Bu da Coccia’nın deyimiyle, bitkilerin yalnızca bir şey değil, bir “dünya kurma biçimi” olduklarını gösterir. Bitkiler, hareket etmezler ama etkileşim içindedirler. Havanın kimyasını değiştirirler, suyu emerler, güneşe yönelirler. Onlar mekâna karışırlar ve onun parçası hâline gelirler. Bir insanın bir bitkiyle kurduğu ilişki, yalnızca bakım ilişkisi değil, karşılıklı bir ortaklaşmadır. Bu bağlamda, bir yere bitki koymak, oraya sadece “güzellik” değil, aynı zamanda bir aidiyet, bir süreklilik ve bir karşılıklılık katmaktır. Coccia, bu ilişkiyi etik bir düzlemde de ele alır. Bitkilerle birlikte yaşamak, onları tüketilecek nesneler değil, yaşanacak ortaklar olarak görmek, doğayla kurduğumuz ilişkiyi dönüştürmenin ilk adımıdır. Bu, mekânı güzelleştirmekten fazlasıdır; mekânla ve onun diğer sakinleriyle varoluşsal bir ilişki kurmaktır.

Ferman’ın Kökleriyle Coccia’nın Felsefesi Arasında

Filistin ve Zeytin Ağaçları | Kaynak Ekmek ve Gül

Hrant Dink’in anlattığı Ferman ve Coccia’nın kuramsallaştırdığı bitki felsefesi, ilk bakışta farklı alanlara ait gibi görünse de, aslında ortak bir kavrayış etrafında birleşir. Bitkilerle kurulan ilişki, yerle ve yaşamla kurulan ilişkiyi şekillendirir. Ferman’ın bir daha ağaç dikmeme kararı, Coccia’nın “karışım” dediği yaşam biçiminden geri çekilme kararıdır. Çünkü onun için artık hiçbir toprak güvenli, hiçbir bağlayıcılık kalıcı değildir. Ağaç dikmek, o bağa güvenmeyi gerektirir. Ama onun hayatı, her defasında o bağın kırıldığı örneklerle doludur. Ferman’ın hikâyesi, Coccia’nın felsefesiyle birlikte şunu düşündürür: Yerinden edilmenin, köksüzleştirmenin yarattığı boşluk önce dile tutunarak doldurulmaya çalışılır; ardından insan bitkiler yoluyla mekana tutunmanın yollarını arar. Böylece köklenme hem bir anlatı hem de yaşam pratiği haline gelir.

Coccia’nın düşüncesi Ferman’a bir yanıt niteliği de taşır. Her ne kadar geçmişteki bağlar kopmuş olsa da yeniden bağ kurmanın, karışmanın, bir yerle birlikte yaşamanın imkânı her zaman vardır. Bitki dikmek, geçmişe inat geleceğe uzanma cesaretidir. Tıpkı Hrant Dink’in Ferman’a “darılmış” olması gibi: Dink, onun vazgeçişine saygı duyar ama aynı zamanda onun vazgeçmesini kabul etmez. Çünkü vazgeçmemek, direnmek demektir. Kök salmaktan vazgeçmemek, bu dünyada hâlâ yerimiz olduğunu ilan etmektir.

İki yaklaşımın da kesiştiği yer bizi; bitkilerin mekânla, hafızayla ve gelecekle olan ilişkisini yeniden düşünmeye çağırır. Bitki koymak, sadece güzellik yaratmak değil, o mekânda kalmaya, onunla birlikte var olmaya dair bir niyettir. Bu, hem bireysel hem de kolektif bir karardır.


Kaynakça

Dink, Hrant. “Ferman’ın Dermanı.” BirGün, 18 Ekim. 2004, Web. Erişim: 10 Temmuz 2025.

Coccia, Emanuele. Bitkilerin Yaşamı: Bir Karışım Metafiziği. Çev. Nilay Kaya, Kolektif Kitap, 2021.

Öne Çıkan Görsel: Pixabay

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Kültürlerden Esintiler: Peru’nun Dokuma Mirası

And Dağları’nın etekleri Peru’da sürdürülen dokumacılık geleneği ve yıllar içinde gelişimi.

Wings of Desire: Tarihin Nabzının Attığı Yer Berlin

Wings of Desire filminde Berlin, sahnelerin yaşandığı bir ortam olmaktan ziyade hareket eden, neredeyse ekranlardan izleyiciye fısıldayan bir baş karakterdir.

Kültürlerden Esintiler: Hindistan’dan Sari Kültürü

Sari, geçmişten günümüze Hint kadınların kimliğini, zevkini ve zarafetini tek bir kumaşta buluşturan kültürün canlı bir temsilidir.

Sosyal Medyada Cinsiyetçi Stereotiplerin Yayılması: Paylaştıkça Büyüyen Kalıplar

Sosyal medya, cinsiyetçi kalıpları yaygınlaştırıyor; kullanıcılar bu normları sorgulamak yerine yeniden üretiyor.

Ostrogot Krallığı: Roma Kartalı’nın Küllerinden Doğan İtalya

Hunların gölgesinden çıkarak Roma tahtına oturdular… Ostrogotların yükseliş ve düşüş hikayesini birlikte keşfedelim.

The Notebook Hangi Albümle Eşleşir?

Romantik filmlerin kilometre taşlarından The Notebook ve Jeff Buckley'den Grace albümünü ortak noktada buluşturuyoruz.

Müzik Listenize Eklemeniz Gereken 5 Bağımsız Sanatçı

Bu yaz, ruhunuza dokunacak hafif melankolik ve nostaljik tınılarıyla sizlere eşlik edebilecek indie sanatçılarla tanışmaya ne dersiniz?

Osmanlı’da Kadın Figürü: Validelerin Osmanlı Saltanatına Müdahalesi

Valide sultanların saltanatı, 16.yüzyılın ikinci çeyreğinden başlayarak Osmanlı'nın son dönemlerine kadar süren bir dönemi kapsar.

Beyaz Geceler Festivali: Uyumayan Şehir Saint Petersburg

Beyaz Geceler süresince St. Petersburg; ziyaretçilerine etkinliklerle, doğasıyla, sanatıyla ve sürekli aydınlık havasıyla büyülü ve masalsı bir deneyim yaşatır.

Bir Haftada Bitirilebilecek 3 Edebiyat Klasiği

Hayatın yoğun temposuna biraz ara verip bir haftada rahatlıkla bitirebileceğiniz, uzun süre aklınızda yer edecek üç edebiyat klasiğini ele alacağız.

Editor Picks