Vesikalı Yarim 1968 yılında gösterime giren, başrollerini Türkan Şoray ve İzzet Günay‘ın paylaştığı romantik bir drama filmi. Filmin yönetmen koltuğunda Lütfi Akad otururken, senaryosu Safa Önal tarafından kaleme alınmıştı. 5. Altın Portakal Film Festivali’nde Türkan Şoray’a En İyi Kadın Oyuncu ve Lütfi Akad’a En İyi 2. Film ödülünü kazandıran film; evli ve iki çocuk babası olan Halil ile konsomatris Sabiha arasında geçen aşkı anlatır. Koca Mustafa Paşa’da bir manav dükkanına sahip olan Halil, bir gece arkadaşlarının ısrarıyla Beyoğlu’nda bulunan bir saza eğlenmeye gider. Burada Sabiha’yı ilk gördüğü an ona aşık olur.
Vesikalı Yarim, en önemli Yeşilçam yapımlarından biridir. Türkan Şoray’ın daha 23 yaşındayken sergilediği müthiş oyunculuk, filmin efsaneleşmesinde rol oynayan sebeplerden sadece bir tanesidir. Dönemin melodramlarından farklı bir havası olması, izleyicinin yüreğinde tatlı bir burukluk bırakır. Film, konusu itibariyle melodram olmaya elverişliyken, klişelerin dışına çıkmasındaki en büyük etken şüphesiz Akad’ın imzasıdır.
Nasıl Unuturum Seni Ben
“Alnımdaki bıçak yarası / Senin yüzünden / Tabakam senin yadigârın / ‘İki elin kanda olsa gel’ diyor / Telgrafın / Nasıl unuturum seni ben / Vesikalı yarim.”
Vesikalı Yarim filminin senaryo aşaması filmin kendisi gibi ilgi çekici detaylar barındırır. Öncelikle filmin ismi Orhan Veli’nin 1940 yılında yazdığı “Tahattur” adlı şiirde geçer. Orhan Veli’nin bu kısacık şiiri filmin sinopsisi gibidir. Filmin duygusunu ve temasını çok yalın bir şekilde yansıtır. Öte yandan filmin tretmanı diyebileceğimiz bir edebi eser daha vardır ki o da Sait Faik‘in Menekşeli Vadi adlı öyküsüdür. Farklı detaylar barındırmakla birlikte hikayeyi okuduğumuz zaman filmi tekrar izlemiş gibi hissederiz.
Filmin edebi kaynaklardan esinlenerek başarılı bir senaryo örneği ortaya koyması ise senarist Safa Önal sayesindedir. Safa Önal’ın anlattığına göre Lütfi Akad, Türkan Şoray ve İzzet Günay’ın başrollerini paylaşacağı bir film yapacağını söyleyerek kendisinden bir senaryo ister. Bu süreçte eline Sait Faik’in Menekşeli Vadi hikayesi eline geçen Safa Önal, hikayedeki bostancıdan esinlenerek bostanı olan bir manav karakteri oluşturduğunu anlatır. Tretmanı yazdıktan sonra Türkan Şoray’ın evinde okuma gerçekleştirilir. Bu esnada ağlamaya başlayan Türkan Şoray rolü kabul eder. Bunun ardından, bir ayı geçmeden senaryo tamamlanır.
Sabiha
“Gördüğün gibi, hep böyle olmak istemiştim. Kısmet seninleymiş, bugüneymiş.“
Sadece Türkiye’nin değil, dünya sinemasının da en çok film çeviren kadını; güzelliğinin yanı sıra eşsiz oyunculuğu ile arşa çıkan bir yetenek olan Türkan Şoray, kuşkusuz Sabiha karakterini canlandırabilecek en doğru isimdi. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi daha filmin ilk okumasında, senaryo bile henüz tam anlamıyla oluşmamışken çok etkilenmiş ve rolü kabul etmişti. Şoray, Sinemam ve Ben kitabında Vesikalı Yarim ile alakalı şunları söyler: “Senaryosundan çok etkilendiğim Vesikalı Yarim’de İzzet Günay’la oynadım. İzzet Günay bu filmde yarattığı Manav Halil karakteriyle öylesine bütünleşti ki, bunun filmin gerçekçilik duygusuna büyük katkısı oldu. Sevgiyle ve hiç unutmadığım Ayfer Feray da bu filmde çok başarılıydı. Vesikalı Yarim filmini her izlediğimde boğazıma bir şeyler düğümlenir, bu filmin duygusundan hiç kurtulamam. İmkansız aşkı insanın içine işleyecek şekilde anlatan bu filmin yeri benim sinema kariyerimde çok önemlidir. Eminim ki bu film 50 yıl sonra da izlense aynı etkiyi yaratacaktır.”
Filmde Türkan Şoray’ın oyunculuğu ile alakalı en dikkat çeken noktalardan ilki kariyerinde erken bir dönem olarak nitelendirebilecek bir zamanda ve henüz 23 yaşında Sabiha’yı canlandırabilmesi ve hayranlık uyandıran bir performans ortaya koymasıydı. Çoğu filminde gözleri ile oynadığı sahnelerle sinemaya damga vuran Türkan Şoray, Sabiha karakterini ve duygu geçişlerini çarpıcı kılarak seyirciyi derinden etkilemeyi başarmıştı.
Sabiha’nın filmde göründüğü ilk sahne çarpıcı bir mizansene sahiptir. Bu mizansende Lütfi Akad yönetmenliğini konuşturur. Halil sazda otururken birden karşısında duran Sabiha’yı fark eder. O anda mekandaki tüm sesler kesilir ve kamera Sabiha’yı göstermeye başlar. Sabiha gülümseyerek Halil’e bakmaktadır. Bu sessizliği Sabiha’nın “Bir sigara içebilir miyim? Yakar mısın?” sözü böler. Halil donakalmış bir şekilde Sabiha’ya bakmaktadır. Ağır hareketlerle sigarayı yakar. Sabiha masaya otururken yanlarına garson gelir. Garsonun konuşması ile birlikte mekandaki tüm sesleri yeniden duymaya başlarız.
Lütfi Akad burada o kadar başarılı bir mizansen inşa eder ki Sabiha ve Halil’in bakışlarıyla bize hikayenin temasını tek sahneyle anlatmış olur. Halil’in Sabiha’yı fark etmesi ile birlikte mekandaki tüm seslerin kesilmesi ve yukarıda izah ettiğimiz sahnenin sessizlik içinde akması, basit gibi görünen ama zekice ve ustalıkla ele alınmış bir sahne olduğunu düşündürür. Böylece seyirci de Sabiha’yı ilk olarak Halil ile birlikte ve onun gözünden fark etmiş olur. Seyirci de tıpkı Halil gibi, o an Sabiha’nın etkisinde kalır.
Film konusuyla da, konunun işleniş yönleriyle de melodram özellikleri taşırken, diğer yandan klişelerin kırıldığı, döneminin filmlerinden farklılaşan anlatımlar sunar. Bunu Sabiha’nın hikaye içindeki konumlandırılmasından da net bir şekilde anlarız. Sabiha filmde ilk göründüğü andan itibaren “kötü kadın” olarak lanse edilmez. Başlarda Halil’in evli olduğunu bilmemekle birlikte gönlünü ona kaptırdığı andan itibaren farklı bir hayatın hayali içinde kendini bulur. Sabiha’nın Halil’i elde etmek için çabaladığını görmeyiz. Sabiha’yı ilk seven kişi zaten Halil’dir. Fakat Sabiha’nın bu aşka naif bir şekilde karşılık vermesi, “fettan” bir kadın olmaması, yuva yıkmaması bu karakterin de, filmin üslubunun da klişelerin ötesinde olduğunu gösterir. Öyle ki Halil’in evli olduğunu öğrendiğinde vicdan azabının yanı sıra bocalama da yaşar. Bir yandan Halil’in itiraf etmesini isterken bir yandan da bu gerçek onu korkutur.
Sevgi de Yetmiyormuş
“Gözyaşların boşuna, düşmem artık peşine”
Filmin bir diğer önemli detayı da replikleridir. Halil ile Sabiha arasında geçen diyaloglar yalın fakat etkileyici ifadeler barındırır. Filmi izleyen, izlemeyen herkesin bildiği “Sevgi de yetmiyormuş, çok eskiden rastlaşacaktık” ifadesi filmin ana fikrini çok iyi yansıtır. Aslında bu replikten önce Sabiha “Her birimiz yolumuza gitsek” dediğinde Halil, “Yolumuz? Birleşti biliyorum” der. Bunun üzerine Sabiha “Yok… birleşecek gibi değil” dedikten sonra ise işte bu meşhur replik gelir. Aslında bu, aynı zamanda filmin bittiği sahnedir. Bu sahne ile birlikte, ikilinin aşklarının kavuşma ile neticelenmeyeceğini bilir, acıyı hissetmeye başlarız. Filmin finaline kadar bir nevi bu sonu beklemeye devam ederiz.
En az filmin replikleri kadar önemli bir diğer unsur ise Kalbimi Kıra Kıra şarkısıdır. Şükran Ay’ın seslendirdiği şarkı film boyunca bir kaç kez çalar fakat filmin son sahnesine damga vurur. Bu sahnede Halil hayatına geri dönmüş, Sabiha ona uzaktan bakmaktadır. Bunun bir son olduğunun, Sabiha gibi seyirci de artık farkındadır. Şarkının sözleri de Sabiha’nın ruh halini destekler. Sahnenin yüksek tondaki etkisi böylece daha da artar. Sabiha’nın gözlerindeki hayal kırıklığı gittikçe büyür, acı ve hüznü iliklerimize kadar hissederiz. Böylece film gibi aşk da, tıpkı şarkının dediği gibi sona erer:
“Kalbimi kıra kıra bıraktın bir hatıra…”
KAYNAKLAR
Saydam, Barış. “Menekşeli Vadiden Vesikalı Yarime Bir Klasiğin Hikayesi”. Arka Kapak, Sayı 20.
Abisel, N., Arslan, U.T., Behçetoğulları, P., Karadoğan, A., Öztürk, S.R. & Ulusay, N. (2005). Çok Tuhaf Çok Tanıdık. İstanbul: Metis.
Şoray, Türkan. Sinemam ve Ben. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017.