İnsanlar, toplumu ve yaşadıkları anıları, hayatlarına giren insanları, eğitimlerini, kayıplarını ve hayatın içini dolduran daha nice şeyi kendilerine katarlar. Yaşanılan her şey buza saplanmış bir balta misali ya buzda derin yarıklar oluşturur ya da buz parçalanır altından akan sular görünür hale gelir. Bunlardan başka ihtimallerde vardır tabii ki ama bu iki ihtimali bahsedeceğim konuyu resmetmek için kullanmakla yetineceğim. İlk ihtimal yaşananların bizim üzerimizde bıraktığı izi ve aktaramadığımız şeyleri betimliyor. İkincisi ise yaşadıklarımızın suya karıştığını ve suyun akışıyla yaşadıklarımızın ve sonuçta oluşan hislerimizin topluma karıştığını ifade eder nitelikte bir betimlemeyi veriyor. İkincisi söz konusu olduğunda insanlar kendi ifade yollarını var ediyorlar. Su nereye akarsa aksın tüm insanların yüreğine, gözüne, kulağına varıyor anlatılacak ne varsa.
İşte toplumda kendine yeni ifade yolları yaratanlar: Sanatçılar doğuyor, yeşeriyor böylece. Toplum ve sanatçı birbirine öylesine bağlıdır ki sanatçı bir birey olarak atölyesinde yalnız kaldığında bile toplumu yanında -yani zihninde- taşır. Toplum ve sanatçı arasındaki bağ dönüşümlüdür, bir su döngüsüne benzetilmesi bile oldukça uygun olacaktır kanımca . Su buharlaşır ve yağmur olarak geri dönmek üzere bir yolculuk geçirir. Sanatçı hayatındaki döngülerin üzerinde bıraktığı izleri bir nesneye dönüştürebilecek yaratıcılıktadır. Birey ve toplumun bir araya gelerek entegre olduğu yerde ise bir birey olarak sanatçı buz kalıplarını özgür yaratısını kullanarak kıracaktır. İşte sanatçının ürettikleri yeniden suya karıştığında, doğduğu yer yani topluma bir tüketim ürünü olarak geri dönecektir. Topluma karışan sanat ürünleri geçirdikleri yolculuklarla beraber tüketilecek ve başka şeylere; umuda, düşünceye, mutluluğa, hüzne, tutkuya vb. dönüşecektir.
“Picasso: Gösteri Sanatı” adlı sergi –18 Eylül 2019-05 Ocak 2020 tarihleri arasında Arkas Sanat Merkezi’nde -Picasso’nun hayatıyla eserlerini birleştirip farklı bir perspektiften bakmayı sağlıyor. Bu perspektif sanatı tüketmeden önce yutkunmayı ,algılarımızı boğazımızda düğümlemeyi ve bunun gereğini fark ettiriyor. Biz sanatı tüketmeye ve ondan doyum sağlamaya devam ederken algılarımızın topladığı bilgileri masaya yatırdığımızda tükettiğimiz sanat ürünü sanatçıya ait pek çok şeyi de beraberinde getirir. Picasso fırça darbelerinin ve renklerin dünyasının ötesinde, onları bir araya getirerek hayatının her anına ve etkilendiği birçok şeye eserlerinde yer verir. Sanatçının hayatıyla ilgili bilgi sahibi olmak, onun çevresini, etkilendiği kişileri, özel hayatını, doğduğu yeri bilmekle birlikte olanaklı olur. Serginin en özel parçalarından olan “Mavi Şapkalı Kadın” portresi, işte tam da bu noktada onun eserlerine bakarken tablolarının arkasındaki pencerelerin açılabildiğini keşfetmenin mümkün olduğunu bize gösteren eserlerinden sadece biridir. Sanatçıyı sürrealizme teşvik eden, daha sonra ilham perisi, sevgilisi ve modeli olan Dora Maar ve Picasso saplantılı bir tutku yaşamıştır. Dora Maar, Picasso’nun eserlerinde birçok kez yer almıştır ve sanatçı –fotoğrafçı, ressam, şair-kimliğinden ziyade Picasso’nun sevgilisi olarak tanınmıştır. Picasso’nun yaratıcılığının bile kültürel yansımalar taşıdığını gösteren bir parça olarak 1942 tarihli “Bull’s Head” (Boğa Kafası) eseri gösterilebilir.
Pablo Picasso, doğduğu yeri -Malaga/İspanya- ve onun kültürünü resimlerinde fırça ve boya gibi bir malzemeye evrimleştirmiştir. Özellikle corrida (boğa güreşi) bahsettiğim sergide Picasso’nun işlediği bir tema olarak sıkça karşımıza çıkıyor. Bu temanın işlenişi ve seyircide uyandırdığı his, onun gittiği boğa güreşlerinde ne kadar iyi bir gözlemci olduğu; güreşteki hayvanların hareketlerini ve tepkilerini, matadorun şovunu eserlerinde adeta yeniden canlandırmasıyla açığa çıkarıyor. Sergi dans, sirk, tiyatro ve bizzat kendisini konu alan mizansenler ile onun hayatının eserlerine nasıl yansıdığını yorumlamak konusunda köprü kuracak nitelikte. Bu köprü sanatçı ve hayatının beraberinde getirdiklerinin el ele tutuşarak yürüdüğü bir sanat yolu, özgür bir ifade şeklidir.
“Sergi, sanatçının bütün yaşamına nüfuz eden gösteri sanatına olan tutkusu çevresinde kurgulanmıştır. Sergide yer alan tablolar, incelemeler, maketler, eskizler, heykeller, fotoğraflar, filmler, kostümler, videolar ve daha pek çok belge; klasik geleneği “dinamitleyerek” modern sanata pek çok farklı yol açan bu dehanın farklı yaratım alanlarının art arda mekanlarda keşfedilebileceği şekilde derlenmiştir. Arka planda ise, Pierre Cabanne’a göre “sanat tarihinin bilinen en olağanüstü devinim ve dönüşümlerinin görüldüğü dönemlerinden birinin tanığı ve baş aktörü” olan Picasso’nun, sanatçılar, yazarlar, şairler, müzisyenler, tiyatrocular gibi dönemin diğer yaratıcı figürlerinden oluşan “Picasso’nun Galaksisi” diyebileceğimiz bir dünya ile kurduğu yakın ilişkiler sunulmaktadır.”
İşte sanat daha nice galaksilerin ve o galaksilerde yaşayan sanatçıların yaratım süreçlerin ardından bize sunduğu, tükettikçe ruhumuzu, düşüncelerimizi, kültürümüzü, hayallerimizi, umutlarımızı ve varlığımızı onun sayesinde doyurduğumuz en temel ihtiyaçlarımızdandır.
harika bir yazı , özellikle ilk paragraftaki psikolojik ve sosyolojik saptamalar aydınlatıcı tebrikler