Katherine Mansfield ruhsal çatışmalara olan odağı, gündelik hayatın derinliğini ortaya çıkaran eserleri, kadınların bakış açılarına verdiği önem ve şiirsel diliyle kısa öykünün edebî bir tür olmasında yeri çok büyük olan yazarlardandır. Kısa hikâyelerinden “Bayan Brill” adlı öyküde de hiç evlenmemiş ve bu sebeple toplumdan dışlanmış olan Bayan Brill üzerinden kullandığı modernist teknikler ile yabancılaşma ve yalnızlık temalarını işler.
Katherine Mansfield Kimdir?

14 Ekim 1888’de Yeni Zelanda’da doğan Katherine Mansfield yazar olma gayesiyle 19 yaşında İngiltere’ye yerleşti. Burada D. H. Lawrence, Virginia Woolf, Lady Ottoline Morrell gibi isimlerle tanıştı. Yazarın toplumsal eleştiri niteliğinde yazdığı “Alman Pansiyonu” 1911’de, şöhretini arttıran “Katıksız Mutluluk” 1920’de, edebiyattaki yerini sağlaştıran “Bahçede Eğlence” ise 1922’de yayımlanmıştır. Vefatından sonra yayımlanmış öyküleri “Kumru Yuvası”, “Çocuksu Bir Şey” adlı kitaplarda toplanmıştır. Modernist akıma katkılarıyla bilinen Mansfield; işlediği cinsellik, varoluşçuluk, karamsarlık gibi temalarla edebiyat dünyasında önemli bir isim hâline gelmiştir. Mansfield 1971 yılında verem yüzünden 34 yaşında Fransa’da hayata gözlerini yumdu.
Bayan Brill

Bu kısa hikâyede Mansfield evlenmemiş, yalnız yaşayan İngilizce öğretmeni Bayan Brill‘in gözünden yalnızlık, yaşlılık ve yabancılaşma gibi temaları işler. Gerçek dünya ve fantezi arasındaki ayrımın bulanıklaştığı bu hikâyede toplumun yaşlılığa bakış açısı ve zamanın acımasızlığı gözler önüne serilir.
Gerçeklik ve Fantezi

Hikâyede en hızlı göze çarpan şey Bayan Brill’in etrafındaki dünyaya karşı sahip olduğu gerçek dışı bakış açısıdır. Bunu, kürküne davranış şeklinden ve gittiği parkta çevresiyle insanları betimleyiş şeklinden anlayabiliyoruz. Bayan Brill ne kadar yalnız olduğunu ve yaşlanmış olduğunu kabullenmek istemiyor, bunun yüzünden de kendine farklı bir gerçeklik yaratıyor.
Yaşlılık ve Yalnızlık

“Dinlemiyormuş gibi yapıp dinlemekte, kendini bir an için de olsa yanı başında sohbet eden insanların yerine geçirmekte eline kimsenin su dökemeyeceğine inanırdı.”
Hikâyede en çok hissedilen tema yalnızlık ve yabancılaşma duygusudur. Hikâyenin isminden Bayan Brill’in evli olmadığı ve öykünün başlangıcından yalnız yaşadığını anlıyoruz. Yaşı tam olarak verilmese de hikâyede geçen birkaç cümleden yaşının çok küçük olmadığını ve bunu görmezden gelmeye çalıştığını görebiliriz.
“Ellerinde, kollarında bir karıncalanma hissettiyse de, yürümekten olmalı diye düşündü.”
Bu alıntıda Bayan Brill bedeninde bir rahatsızlık hissediyor fakat bunun yaşlılıkla gelen bir sorun olduğunu hiç aklından bile geçirmeden yürümekten olduğunu düşünüyor. Bu, Bayan Brill’in yaşlılığını kabul etmek istememesine dair imalardan bir örnek.
Hikâyenin ileriki kısımlarında her pazar gittiğini anladığımız parktaki insanları anlatış şeklinde de bu inanışı görüyoruz. Parka gittiğinde özel yeri olduğunu belirttiği bankında bir çift görüyor ve onları betimleyiş şekli küçümseyici bir tona sahip. Yaşlı çifti kötü giyinimli ve rahatsız edici davranan insanlar olarak anlatıyor.
“Tuhaf, sessiz, hemen hepsi de yaşlı insanlardı; etraflarına sanki karanlık küçük odalarından –hatta dolaplarından!– az önce çıkıp gelmişler gibi bakınıyorlardı.”
Bu alıntı, yaşlı insanları küçümsediğini ve kendini onlarla aynı kefeye koymadığını gösterenlerden bir tanesi. Onların dolap gibi olan küçük odalarından gelmiş ne yaptığını bilmeyen insanlar olduğunu düşünüyor ve onlardan rahatsızlık duyuyor. Bunun yanı sıra çocukları ve gençleri cıvıl cıvıl ve pozitif bir tonla betimliyor.
Kendini etrafındaki insanları izlemeye ve onların hayatlarının içinde olmaya öyle kaptırıyor ki kendinin bir tiyatro oyununda olduğunu düşünmeye başlıyor.
“Ah, o kadar büyüleyiciydi ki! O kadar eğleniyordu ki! Burada oturup olan biteni seyretmeye bayılıyordu! Bir oyun gibiydi. Tıpatıp bir oyun gibiydi. Arkadaki göğün boyalı bir dekor olmadığına kim inanabilirdi ki?”
Bu kısım hikâyedeki gerçeklik ile hayalin birbirinin içine iyice girmeye başladığı yerdir. Bayan Brill birden kendini bir oyunda oyuncu olduğuna inandırıyor ve aynı zamanda buna okuyucuyu da ikna etmeye çalışıyor.
“Buradaki herkes sahnedeydi. Yalnızca seyirci değildiler, yalnızca seyretmiyorlardı; oynuyorlardı da. Onun bile bir rolü vardı ve her pazar buraya geliyordu. Bir pazar gelmese mutlaka farkına varırdı biri; ne de olsa gösterinin bir parçasıydı. Ne tuhaf, daha önce hiç böyle düşünmemişti! Hem, her hafta evden aynı saatte çıkmak için titizlenmesinin de –gösteriye geç kalmamak için– İngilizce öğrencilerine pazar öğleden sonraları ne yaptığını anlatırken kendini bir tuhaf hissetmesinin, utangaçlığa kapılmasının da nedeni bu olsa gerekti.”
Bu alıntıda Bayan Brill’in kendini, kendi dahil herkesin bir rolü olduğuna inandırması ve bir oyunda berabermişlermiş gibi davranmasını görüyoruz. Onun ne kadar yalnız biri olduğunu iyice anlıyoruz. Gerçekliğinde o kadar yalnız kalmış ki hayal dünyasında önemli bir yeri olan, gelmese insanların fark edeceği biri olduğuna kendini ikna etmeye çalışıyor.
Buna dinlediği bandonun sesiyle iyice inanmasına karşın yanına oturan genç çiftin onun da ihtiyar olduğunu söylemesiyle bu fanteziden çıkmak zorunda kalıyor. Hikâyenin sonlarına doğru eve dönüşünü “doğruca küçük karanlık odasına –dolaptan farksız odasına– girdi,” şeklinde anlatıyor. Yani o da aslında küçümsediği dolaptan farksız odalarından çıkıp gelen ihtiyar insanlardan biri ve bunun farkındalığı onu üzüyor.
Bir Sembol Olarak Kürk

Kürkü, Bayan Brill’in hayal dünyasındaki en önemli eşya. Bu ilk olarak hikâyede kürkünü kutusundan çıkardığında onu anlatış şeklinden belli oluyor. Örnek vermek gerekirse kürkünü ilk kutusundan çıkardığını anlatan alıntıya bakalım:
“Bayan Brill elini kaldırıp kürküne dokundu. Ne kadar cici! Ona yeniden dokunmak çok hoştu. Onu o gün öğleden sonra kutusundan çıkarmış, naftalinlerini silkelemiş, bir güzel fırçaladıktan sonra, ovalayarak o minicik donuk gözlere yeniden hayat vermişti. ‘Bana neler oluyor?’ diyordu hüzünlü minik gözler.”
Bu alıntıdan da açıkça anlaşılacağı gibi Bayan Brill sanki kürkü canlı bir varlıkmış da ona bakan ve onunla konuşabilecek gözleri varmış gibi davranıyor. Kürkünü giydiğinde önemli hissediyor, ihtiyar olduğunu unutuyor. Kürk, Bayan Brill’in gerçekliğinden uzaklaşmak için kullandığı bir araç hâline gelmiş. Kürkünü dikkatle kutusunda koruyor ve özenle bakıyor.
Kürkün onun gerçeklik ve hayal dünyasının arasındaki en önemli araç olduğunu hikâyenin sonlarına doğru olan şu alıntıdan da anlayabiliyoruz:
“‘Sen asıl şu kürküne bak, amma komik,’ diye kıkırdadı kız. ‘Aynı kızarmış mezgit gibi.'”
Genç çiftin onunla dalga geçmesi ve genç kızın özellikle kürkünü küçümsemesi onun zihninde kurmuş olduğu hayal dünyasını yıkıyor.
Son olarak kürküne verdiği önemi hikâyenin son cümlesinden görüyoruz:
“Kürkün kopçasını çabucak açtı; bakmadı bile, çabucak kutuya koydu kürkü. Ama tam kutunun kapağını kapatıyordu ki, bir şeyin ağladığını duyar gibi oldu.”
Bayan Brill hikâyenin sonunda gerçekliğe dönüyor ve kürkünü çıkardığı kutuya geri koyuyor. Tam kapatacakken kürkün ağladığını duyması onun hissettiği yalnızlık duygusunun ve gençliğe olan özleminin bir dışa vurumu olabilir. Kürkü onun için bir arkadaş veya gençliği sembol eden bir araç olabilir. Kürküne onun ağladığını duyacak kadar bağlı olması bir kere daha Bayan Brill’in yalnızlığını ve gerçeklikten uzaklaşma isteğini gözler önüne seriyor.
Kaynakça:
“Hikâye Oku: Bayan Brill”. SecmeHikâyeler.com. Web. Erişim tarihi: 20 Temmuz 2025.
“Katherine Mansfield”. Encyclopedia Britannica. Web. Erişim tarihi: 20 Temmuz 2025.
“Katherine Mansfield”. İş Kültür Yayınları. Web. Erişim tarihi: 20 Temmuz 2025.


