Ülkemizde son günlerin en önemli tartışma konularından biri; Ayasofya’nın cami olarak tekrar ibadete açılması. Atatürk döneminde bakanlar kurulu kararıyla müze statüsüne alınan Ayasofya, 24 Temmuz Cuma gününden itibaren artık tam anlamıyla bir ibadethane olarak kullanılacak.
Ayasofya’nın Tarihi
Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından 532-537 yılları arasında İstanbul’da inşa ettirilmiş bazilikal planlı bir patrik katedrali olup, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesiyle camiye dönüştürülmüştür. Adının nereden geldiğine dair farklı görüşler olsa da bunlardan en bilineni, kiliseyi Theia Sophia yani ‘Hıristiyan Üçlemesi’nin ikincisi olan Kutsal Hikmet’e adanmış olmasıdır. Ayasofya kelimesi de Aya (kutsal, azize) ve Sophos (bilgelik) kelimelerinden oluşup kutsal/ilahi bilgelik anlamına gelmektedir.
Mimarisi ve İnşaatı
İlk Yapı
Hıristiyanlık Roma’da bir inanç olarak kabul edildikten sonra, imparatorluğun farklı bölgelerinde kiliseler yapılmaya başlandı. Ayasofya’nın ilk hali, 4. yüzyılda ahşap bir bazilika olarak Sarayburnu’nda inşa edildi. Kilise asıl olarak I. Konstantin’e (324-337) atfedilmişse de yapımı oğlu II. Konstantius (337-361) zamanında tamamlanmış ve açılış töreni 15 Şubat 360’ta yapılmıştı.
Ayasofya Kilisesi 20 Haziran 404’te, patrik İoannes Khrysostomos’un sürgünü sonrası meydana gelen ayaklanmada çıkan yangın sonucu yandı. II. Theodosius (408-450) kiliseyi beş nefli olarak tekrar inşa ettirdi ve kilise 10 Ekim 415’te tekrar açıldı.
İkinci Yapı
İlk yangından sonra tekrar inşa edilen kilise, bazı tarihçiler tarafından son gerçek Romalı imparator olarak tanımlanan İustinianus (I. Jüstinyen, 527-565) ve karısı aleyhine, 13-14 Ocak gecesi 532’de çıkan Nika Ayaklanması sonucu çıkan yangında tekrardan yandı. Bunun üzerine imparator tekrarını inşa etmek yerine daha büyük ve görkemli bir şekilde inşa etmeleri için 6. yüzyılın ünlü bilim adamları Trallesli Anthemios ve Miletoslu İsidoros’u görevlendirdi. Prokopios (500-562?), kilisenin inşa çalışmalarına 23 Şubat günü tekrar başlandığını yazdı. Günümüze ulaşan Ayasofya ise işte bu tarihte yenilenmiş olan o yapıydı. Yapının inşası 537’ye kadar sürdü ve Ayasofya 27 Aralık 537’de büyük bir törenle açıldı.
Ayasofya’nın Mimarisi
Binanın en önemli özelliği yapımında kullanılan sütun, kapı ve taşların eski yapı ve tapınaklardan getirilmiş olmasıdır. Mısır’daki Heliopolis’ten sekiz büyük kırmızı porfir sütun, ayrıca Ephesos’ta Artemis Tapınağı ile Kyzikos ve Suriye’deki Ba‘lebek’ten de sütunlar getirildi. Yine farklı bölgelerden farklı cins ve renklerdeki mermerler buraya taşındı. Ayasofya’nın en önemli mimari yeniliği, ölçüleri alşılmış kiliselere göre daha büyük olmasıdır. Ana mekândaki kubbenin zeminden yüksekliği 55.60 metre, çapı ise Kuzey-Güney doğrultusunda 31,87 metre, Doğu-Batı doğrultusunda ise 30.86 metredir. Binanın yapımında mermer, taş ve tuğla kullanılmış, kubbenin depreme dayanıklı olması için Rodos toprağından özel olarak üretilen, hafif ve sağlam tuğlalar kullanılmıştır.
İmparator Kapısı olarak adlandırılan kapı, iç narteksten ana mekana geçişi sağlıyor. Ayasofya’nın en büyük kapısı olan bu kapı 7 metre yüksekliğindedir ve meşe ağacından yapılmıştır. Bronz çerçevesiyle dikkat çeken kapının kanatlarının üzeri tunç levhalarla kaplıdır. Doğu Roma kaynaklarında, Nuh’un Gemisi’nin tahtalarından yapılmış olduğu iddia edilmektedir. Üzerindeki mozaik, Ayasofya’nın ortaya çıkarılan ilk mozaiğidir.
Mozaik
Şu günlerde her ne kadar camiye çevrilmesiyle tartışmalara yol açmış olasa da, Ayasofya’da bulunan mozaikler islam kültüründe, camilerde ve namazgahlarda olmayan bir süsleme işidir. Her türlü tasvir ve resmin üzerinin, özellikle namaz kılarken kapatıldığını düşünürsek, Ayasofya’nın en önemli figürü olan bu mozaiklerin akıbeti ayrıca tartışılmaktadır. Peki nedir bu mozaikler?
Bizans İmparatorluğu’nda ikonaların tahrip edildiği ve ikonalarla ilişkili her türlü dinî pratiğin yasaklandığı İkonoklazm döneminde tüm figürlü mozaiklerin kaldırıldığı düşünülüyor. 843’te dönemin sona ermesinin ardından ise, Ayasofya’da ilk figürlü mozaik işi olan Apsis Mozaiği yapıldı. Mozaiğin ortasında Meryem, üzeri değerli taşlarla süslü bir tahtta oturuyor ve kucağında İsa’yı tutuyor.
Bir diğer mozaik olan Apsisin sağında Cebrail solunda ise Mikail tasviri yer alıyor. Cebrail tasvirinin tam halinin görülmesine rağmen, Mikail tasvirinde kanat ucu ve ayağın bir kısmı günümüze ulaşabilmiş. İki meleğin tasvirinin, 9. yüzyılın ikinci yarısında apsise eklendiği düşünülüyor.
Minareler
1453’te Fatih’in İstanbul’u fethinin ardından, Ayasofya Kilisesi camiiye çevrilir ve yarım kubbelerden birinin üzerine bir ahşap minare yapılır ancak bu minare günümüze ulaşmamıştır.
Güneydoğu’daki minare, Fatih Sultan Mehmet ya da II. Bayezıd dönemine ait ve Bab-ı Hümayun tarafındaki minarenin, Edirne Selimiye Camii minareleriyle olan benzerliğinden dolayı II. Selim döneminde, Mimar Sinan tarafından yapıldığı düşünülüyor. Güneybatı ve Kuzeybatı yönündeki minareler ise Sultan III. Murad döneminde Mimar Sinan’a yaptırıldı. Minarelere, 15-16 ve 19. yüzyıllarda yapılan onarımlarda dönemsel süslemeler eklendi.
Hatalı Kubbe Sorunu
Bizans ve Osmanlı dönemlerinde Ayasofya’nın duvarları, kubbenin hatalı olmasından dolayı dışarı doğru esneme yapınca bu durumu çözmek için bazı onarımlar gerçekleştirilmiş ancak bunlar yetersiz kalmıştır. Zira kubbesi duvarlara ağır gelmektedir. Bu nedenle hem Bizans hem de Osmanlı döneminde yapının dışına payandalar yapılmış ve payandaların, kubbenin baskısını önlemeye çalışacağı düşünülmüştür.
Mimar Sinan’ın çözümü ise kubbeyi taşıyan payeler ve yan duvarlar arasındaki boşlukları kemer eklemeleri ve ağır dayanak duvarlarıyla desteklemek olmuştur. Doğu’da 7, Güney’de 4, Kuzey’de 4, Batı’da 5 ve ağırlık kulelerinde 4 olmak üzere toplam 24 adet payanın bir kısmı Bizans bir kısmı ise Osmanlı döneminde yapılmıştır.
En eski ve en önemli şehir simgelerinden biri olup, yaklaşık 85 senedir müze olarak ziyarete açık olan Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesi ile ilgili tartışmalar ve fikir ayrılıkları halihazırda devam ederken, Ayasofya hakkında kısaca bilgi verelim istedik. Keyifli okumalar.






