Canımın içi, böyle şeyler yalnızca romanlarda olur.
Cüneyt Arkın (Sıkı Dur Geliyorum, 1964)
Dövüş Kulübü 1996 yılında Chuck Palahniuk tarafından yazılmış ve 1999 yılında David Fincher tarafından beyaz perdeye aktarılmış bir başyapıt.
Şizofreni hastalığının etrafına hem bir varoluş savaşını hem aşkı hem arkadaşlığı hem anarşiyi Palahniuk başarıyla yerleştirirken; Fincher ise bunu görselleştirerek izleyicilere her zaman adından söz ettirecek bir başyapıt bıraktı.
Üzerine binlerce inceleme, binlerce makale yazılarak, binlerce insanı kendine hayran bıraktı. İnsanlar, Dövüş Kulübü’nün birinci kuralını hiçe sayarak durmadan ondan bahsetti.
Kaybetmeden Zenginleşemeyiz
Dövüş Kulübü’nü bu kadar değerli yapan şeylerden biri merkezine yerleştirdiği o başkaldırı, daha en başlarında okuyanın ve izleyenin kazıdığı her şeyi kaybetmeden asla tam olarak özgür olunmayacağı düşüncesi. Bu yüzden anlatıcı (Edward Norton) evi tamamen küle dönmeden önce kendisinde aradığı o metaforik uçurumdan atlama cesaretini hiçbir zaman gösteremedi. Mutlu olmadığı bir iş, mutlu olmadığı bir hayat ile konfor alanının içinde durarak aslında sadece dünyadaki günlerini sayarken tanıştığı bir adam hayatını baştan aşağı değiştirecekti.
Bu Dava Uğruna Ölenlerin İsimleri Olur
Anlatıcının ilk dakikadan itibaren herhangi bir isme sahip olmaması ve ilerleyen sahnelerde sergilenen acıklı cenaze sahnesinde vurgulanan ”Ölünce bir isme sahip oluruz” göndermesi bir araya geldiğinde bunun bir rastlantı olma ihtimalini çok düşürüyor.
Herhangi bir isim vermek çok zor olmasa da hem herkes hem de hiç kimse olmanın eşiğinde duran bir adamın isme sahip olmaması garipsenecek bir durum olmaktan çıkıp aslında çok normal bir hâl alıyor.
Sonuçta anlatıcı kendi iç mağarasına girip ruh hayvanıyla karşılaştığında da karşısında bir penguen (uçamayan bir kuş) buluyor. Tüm bunlar bir araya geldiğinde bunun düşünülmeden kurgulanmış bir detay olma olasılığı ortadan kalkıyor.
Ben Ben Gibi Değilim
Anlatıcı olmak istediği her şeyi Tyler’da görüyor. Yapmak istediği her şeyi korkmadan yapan, tam olarak onun davranmak istediği gibi davranan doğal bir liderle karşılaşıyor ve kendini aslında hiçbir mantıklı sebebi olmadan bu maceranın içinde buluyor. Bu lider öylesine kendisinden bağımsız ve öylesine başına buyruk biri ki söylediği her şey kanun niteliğinde ve asla geri adım atmıyor. Fakat bir noktada işler çığırından çıktığında bu lidere karşı durabilecek tek kişi ona her şeyiyle hayran olan anlatıcıdan başkası değil. Aslında bir iç çatışmanın dışavurumu Dövüş Kulübü.
Beni Hayatımın Çok Farklı Bir Bölümünde Tanıdın
Anlatıcı, hayatının belki de en farklı bölümüne tanıklık eden insan Marla olmadan bunları atlatmasının imkanı olmadığının bilinciyle hareket ediyor. O korkunun ortasında tutunacak bir dal olarak Marla’yı buluyor ve sıkı sıkıya tutunuyor ona. Öyle ki Pixies’in ikonik şarkısı ”Where is My Mind” ile perde kapanırken de bu manevi tutunmayı gözler önüne serer şekilde Marla ile anlatıcıyı el ele göstererek veda ediyor Fincher izleyiciye.
İlk Gecenizse Dövüşmek Zorundasınız
Dövüş Kulübü’nü ilk defa izleyecek her seyirciyi bekleyen şey de aslında Dövüş Kulübü’nün kurallarından biri olarak ortaya konuluyor. Eğer bunu ilk defa yapıyorlarsa yorulmaya hazır olmalılar.