“Bu kentin ne çatılarını ışıldatan ayları sayabilirsin,
Ne de duvarlarının gerisine gizlenen bin muhteşem güneşi.”
Kitapta geçen bu dizelerle başlamak istedim inceleme yazıma. Aynı zamanda kitaba ismini veren dizelerle. Bugün çok farklı bir kitabın incelemesiyle karşınızdayım. Aslında kitapla değil bir yerlerde hala devam etmekte olan yaşamın ta kendisiyle. Kitaba dair onca şey var ki boğazınıza düğümlenecek nereden başlasam bilemiyorum. Öncelikle kitap 4 ayrı bölümden oluşuyor. İlk bölümde ‘harami’ Meryem’in hikâyesi karşılıyor bizi. Babasıyla olan ilişkisi, hayal kırıklıkları ve babasına vedasıyla boğaza ilk düğümleri atıyor Meryem. Gözlerinizi dolduruyor. Tek suçu babasının başka bir ilişkisinden doğmuş olması. Bir kadının hayatının kendi ellerinde olmadan uğradığı değişimleri bir kadın kimliğiyle okumak sizi dünyaya dair derin bir sorgulamanın içine itiyor. Çünkü hala dünyanın bir yerlerinde -o coğrafyalarda- kadınlar istemediği insanlarla evlendiriliyor, buna mecbur bırakılıyor ve seçim şansını bırakın insan yerine konulmuyorlar.
İkinci bölümde Meryem’in komşusu Leyla’nın hikâyesini okuyoruz. Çocukluğu, aşkı, sevgiyi görüyoruz satırlarda, hangi coğrafyada olursa olsun bazı duygular hiç değişmiyor ama birden çıkan savaş ile her şeyin yıkılışı ve hayatlarının mahvolması boğaza atılan diğer düğüm oluyor. Büyük güçlerin kendi çıkarları için başlattığı savaşlardan en çok etkilenen yine masum duygular oluyor.
“Tıpkı kuzeyi gösteren bir pusula gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da her zaman bir kadını gösterir.”
Kitabın 3. bölümünde Meryem ve Leyla’nın hayatlarının kesişmesi, kader arkadaşı olmaları anlatılıyor ki bu kısımda kitapla kelimenin tam anlamıyla ‘savaşmaya’ başlıyorsunuz. Nasıl bir savaş derseniz sanki kitabı hızlıca okusanız o kadınların yaşadığı olayların ağırlığı azalacak, bunları yaşayan insanlar yaşamamış olacak. Ama olaylar kurgudan o kadar uzak ki gerçekler bir bir çarpıyor yüzünüze, o acılar coğrafyasını aşıp kalbinizin orta yerinde kanamaya başlıyor. Bazılarınız altı üstü bir kitap diyebilir ama keşke öyle olsaydı. Kitaptaki kurgunun sahte olmadığını, olaylar belki aynı şekilde yaşanmıyor olsa da oralarda bu acıların var olduğunu bilerek okuyorsunuz çünkü. Orası neresi derseniz Afganistan. Senelerdir savaşların bitmediği, bitemediği yer. Biz burada ufak şeylerden mutsuz olurken orada yitip giden binlerce hayat, ezilen kadınlar, babasız çocuklar ve nice hikâyeler var. Khaled Hosseini kalemini öyle bir konuşturmuş ki dünyayı sığdırmış satırlarına. Aşkı, tutkuyu, hırsı, hayal kırıklıklarını, savaşları, çıkarları, yalanları ve en acısı doğrusu bilinmeyen bir dini. Her okuduğunuz satır bambaşka bir yerden yaralar almanıza neden oluyor. Raşit’in kadınlara ettiği zulümler, Celil’in Meryem’e hissettirdiği o kimsesizlik ve onu sırf onuru için başından savması, Leyla’nın bir yalan yüzünden başlayan evliliği, 4.bölümde yaşanan olaylar, Meryem’in sonu, açlık ve daha nice şey. Yine de tüm kötülükler arasında aşkın biraz gecikmeli de olsa kazanması kitapta verilen güzel bir mesajdı.
”Biliyorsun.”
“Neyi biliyorum?”
“Gözlerimin sadece seni gördüğünü.”
Taliban’ın savaş sırasında yayınladığı emirlerin gerçek İslam’dan uzak oluşu ve sanki insanlara din buymuş gibi gösterilmesi çok acıydı gerçekten. Bir dinin yanlış bilinişi en büyük yıkım sebebi olabiliyor bazen. Annelerin yani bir kadının ayaklarının altına cenneti seren bir dini yaşadığını iddia eden erkeklerin kadınlara bu şekilde insan değillermiş gibi davranması kitabın bir başka üzücü kısmı. Özetleyecek olursam kitap aslında dünyada düzeltmemiz gereken ne kadar çok şey olduğunun bir kanıtı. Ve ayrıca bir güç savaşının hayatları ne denli mahvettiğini de geniş bir perspektiften okuyabildiğiniz bir kitap Bin Muhteşem Güneş. Eğitimin son derece önemli olduğuna, tüm kötülüklerin cahillik ve açgözlülükten doğduğuna ve söz sahibi olamayan kadınların nasıl sönüp gittiğine detaylı bir şekilde şahit oluyorsunuz okumanız boyunca. Kitabı okumadıysanız eğer mutlaka okuyacaklarınız listesine eklemeyi unutmayın olur mu? Ve hayatta ne zaman amaçsız hissederseniz kendinize bu yaşamların gerçekliğini hatırlatın! Umarım bir gün acı çekmek zorunda kalan bütün kadınlar gerçek güneş ışıklarıyla ve umutla tanışabilirler!
”Bir toplumun, kadınları eğitimsiz olduğu sürece başarıya ulaşma şansı yoktur, Leyla. Hiç yoktur.”