Sanayi devriminin tarihin akışını değiştirmesiyle beraber ortaya çıkan ve her gün büyüyen bir sorunumuz var: iklim değişikliği. 18. yüzyıldan itibaren yaşanan gelişmeler hayatlarımızı hiç beklenmedik şekillerde kolaylaştırırken beraberinde getirdiği sonuçlar aslında birçok açıdan yaşadığımız zorlukların da sebeplerini oluşturuyor. Bunlara bağlı olarak ihtiyaçlarımızın her gün değişmesiyle gelişen teknoloji, sınırlı kaynakların tüketimi, doğal yaşamın onarılamaz bir biçimde kirletilmesi gibi sonuçlar ortaya çıkmakta. Bir yandan hayatlarımızın kolaylaşması için çabalarken diğer yandan da bu “kolaylaşma” çabamız bizleri geri dönülemeyecek şekilde günlük hayatımızın her anında etkilemekte. Bunlar aslında iklim krizi ve çevre sorunlarının ta kendisi.
Yıllardır artan her kirlilik, bugün gerçek evimiz olan dünyamızı geri dönülemeyecek bir noktaya getirmiştir. Bizlerin de bu kriz karşısında yaptıklarımızı ve yapabileceklerimi kabul etmemiz, yaşamımızın sorumluluğunu almamız gerekirken bir teori ile cevap veriyoruz: Bilişsel Uyumsuzluk.
Yeterince Farkında mıyız?
21. yüzyılın en büyük tehdidi olan iklim değişikliği birkaç onyıl önce konuşulduğunda bir ütopyadan, bilim kurgu romanından kavram gibi geliyordu. Fakat artık dünyanın dört bir yanından gelen haberler veya kendi tecrübelerimizle de görüyoruz ki iklim krizi sandığımızdan daha yakın ve hayatımızın içinde. Beklenmedik aşırı hava olayları, aşırı sıcaklıklar veya yağışlar, çıkan şiddetli fırtınalar aslında bir kelebeğin kanat çırpmasından başlıyor. Kelebek etkisi teorisi, küçük bir davranışın bile dünyada devasa sonuçlara yol açabileceğini savunur.
İklim değişikliğini önlemek, çevre sorunlarına çözüm üretmek açısından ne kadar dürüst olduğumuzu düşünelim. Sizce yeterince farkında mıyız? Yeterince düşünüyor muyuz çözüm üzerine? Ya da davranışlarımızda ne kadar bilinçliyiz? 2023 yılında yapılan bir araştırmaya göre, katılımcıların %78’i çevre sorunlarından endişe duyuyor; ancak yalnızca %12’si aktif önlem alıyor.
Endişe oranları artan sorunlara paralel büyüse de aktif olarak davranış haline getiren oran daha az durumda kalıyor. Burada karşımıza bilişsel uyumsuzluk diye adlandırılan psikolojik teori çıkıyor.
Bilişsel Uyumsuzluk Nedir?
Leon Festinger tarafından 1957 yılında ortaya atılan Bilişsel uyumsuzluk kuramı, insanın tutum ve davranış arasındaki tutarsızlığı ifade eder. Bireyin kendisi, davranışları, çevresi ve dünya hakkında sahip olduğu inançlar ve bu inançlarla uyuşmayan davranışları sonucu yaşadığı tutarsızlığın psikolojik açıklamasıdır.

“Bilişsel uyumsuzluk karar verme eylemi sonrasında yaşanabilen, psikolojik olarak rahatsız edici bir durumdur. Bireylerin tüm eylem ve davranışları, bilinçli ya da bilinçsiz olarak bir karar verme işlemidir. Karar verme davranışı, yaşamın her aşamasında kendini gösterir ve
karar vermenin söz konusu olduğu her durumda bilişsel uyumsuzluk yaşama olasılığı vardır. Leon Festinger, 1957 yılında bireyin inandığı şey ile bu inanca karşı çıkan bilginin tutarsızlığı nedeniyle ortaya çıkan ve psikolojik olarak rahatsız edici bir durum olan “Bilişsel Uyumsuzluk” teorisini tanımlamıştır. Sosyal psikolog Leon Festinger’in bilişsel uyumsuzluk teorisi, sosyal psikoloji tarihinde en önemli ve etkili teorilerden biri olarak görülmektedir. “
Bilişsel uyumsuzluk teorisini günlük hayatımıza baktığımızda neredeyse her yerde ve her bireyde görebilmemiz mümkün. Zayıflamak isteyip egzersiz yapmamak, sigaranın zararlarını bilerek yine de içmeye devam etmek, başarılı olma arzusuyla yeterli çaba göstermeden çevre yada yaşadığımız toplumu suçlamak gibi birçok davranışı sıralayabiliriz.

Toplum, iklim değişikliği ve çevre sorunlarına üç farklı tepki veriyor: krizin gerçekliğini reddeden sorgulayanlar, aşırı tedbirlerle takıntılı hale gelen aşırıcılar ve çözüm arayışında somut adımlar atan çabalayanlar.
Sorgulayanlar iklim ve çevre sorunlarının “yalan” ve hurafe olduğunu savunan kişilerdir. Bu gruba göre bu değişimler, doğanın doğal döngüsünün bir parçasıdır. Onlara göre doğa da tıpkı canlılar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölür; bu, doğal döngünün zorunlu bir parçasıdır.
Aşırıcılar (ya da aşırı bilinçli, takıntılı kişiler) ise insanlığı her durumda suçlu görür; varoluşlarını tüm sorunların kaynağı olarak değerlendirir. TLC’deki bazı programlarda rastlamış olabilirsiniz: Bu kişiler ne duş alır, ne peçete kullanır; hatta yemek artıklarını defalarca tüketir. Bu kişilerin davranışları zamanla takıntıya dönüşebiliyor ve birçok kişi psikiyatrik destek gerektiren bir tedavi sürecine girebiliyor.
Çabalayanlar, farkındalıkları ve eylemleriyle en gerçekçi grup olarak öne çıkar. Bu kişiler, hem bireysel hem de toplumsal ve gelecek odaklı sorumluluk bilinciyle hareket eder. Bu sayede yaptıkları seçimler anlamlı nedenlere dayanır ve sürdürülebilir davranışlar sergilerler.
İnsanların riskli durumlara (deprem, iklim değişikliği gibi) ilişkin sosyal temsilleri insanın sosyal ve kültürel bağlamına gömülü, gündelik iletişimlerinde şekillenmektedir. Bu durum insanı sadece bilişsel olarak bilgi işleyen bir canlı olmasının ötesine geçirerek, insanı sembolik ve duygusal yanları olan, anlam inşa eden bir pozisyonda değerlendirmeye almaktır. Hem iklim değişikliğini kabul edip hem de sorunların bir parçası olduğumuzu kabul etmek bize bir suçlu aramaktansa sorumluluk alıp günlük hayatımızda küçük adımlar atmamıza kapı aralayabilir. Alışverişlerde bez çanta kullanmak, matara ve termos taşımak, ihtiyaç fazlası tüketim yapmamak gibi onlarca küçük adım sayabiliriz.

Bu davranışlara örneklerimizi çeşitlendirebiliriz tabi ki. Öte yandan da toplumun bu küçük seçimleri dahi zor bulmasını seyrederiz. Aslında bir bakıma da bu düzene mecbur bırakılırız. Çevreci alternatiflerin kısıtlı oluşu ve olanların da dürüstlüğünün şüpheli oluşu, etiketler ardına saklanışı toplumu bir tüketim yalanı içine sürüklüyor. Sürdürülebilir, çevreci, organik gibi kelimeler tüketim çılgınlığımızı, satın alma kararlarımızı masum bir kılıf oluşturan birkaç yalandan biri. Tüketim alışkanlıklarını bu şekilde sergileyen insanlar iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin nispeten farkında olabilirler, bu değişimin olumsuz etkilerini azaltmak için çevre dostu davranışlar sergilediklerini “ifade edebilirler.” Ancak gerçek hayattaki bu konuyla ilgili davranışları, ürün ve hizmet tercihleri insanların “sundukları” tutumlarıyla uyumsuz olabilir.
Çevre sorunlarına karşı sergilediğimiz bilişsel uyumsuzluk sebeplerine baktığımızda şöyle sıralayabiliriz;
Anksiyete ve kaçınma: İklim ve çevre sorunlarına karşı hissedilen çaresizlikten kaynaklanıyor. Olumsuz duygular herhangi bir tehlike ya da riske karşı insanları hazırlama,
harekete geçirme gibi konularda yardımcı olsa da (Roberto vd., 2020), iklim değişikliği gibi uzun soluklu mücadele gerektiren bir tehlikede sürdürülebilir bir faktör olmayabilir. Uzun vadeli olumsuz duygular, öz-yeterlik algısını yani bir durumu elde edebilme kapasitesine ilişkin algıyı zayıflatabileceğinden (Mesurado vd., 2018), insanların esenlik ve mücadele etme duygularını baskılayabilir. Bu durum iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini zihinsel düzeyde azaltmasına yol açarak, iklim değişikliği inkârını pekiştirebilir.
Soyut tehdit algısı: Öncesinde bahsettiğimiz gibi iklim krizi veya çevre sorunları hep uzak gelecekte olacak, bizim nesillerin değil de çok ileridekilerin sorunu olacakmış düşüncesi. Yapılan bir çalışmada katılımcılarının %61’inin iklim değişikliğinin coğrafi ve psikolojik olarak uzak etkilerini çağrıştırdığı ve iklim değişikliğine ilişkin canlı, somut ve kişisel olarak ilgili, duygu yüklü imgelerden yoksun olduğu sonucuna varmıştır.
Toplumsal alışkanlıklar: Toplumda sürdürülebilir alışkanlıkların olmaması, bu etiket ile sunulanlarında dürüstlükten uzak olmasıdır. Sadece tüketim üzerine kurulu olması bir yana ürünlerin tek kullanımlık, plastik ve ucuz iş gücü gibi sebeplerle sunulan her şeyin doğayı günden güne yok etmesi diyebiliriz.
Sorumluluğun tek başınalığı: “Ben mi kurtaracağım, bir tek ben mi yapıyorum/yapmıyorum?” düşüncesidir. Kelebek etkisiyle derinleşmesi gereken bir konu. Bireylerin iklim değişikliğiyle ilgili çözüm yollarını genellikle insan kaynaklı nedenlerden sorumlu tuttukları kurumsal aktörlere (örn., devletler ve büyük şirketler) atfetme eğiliminde olmalarıyla ilişkili olabilir (Cheng vd., 2017).
Tüketim kültürü: Modern yaşamın tüketim alışkanlıklarının çevreye zarar vermesine rağmen terk edilmemesi ve edilmesinin de gittikçe zorlaşmasıdır. Bireylerin tüketim davranışları, doğrudan veya dolaylı olarak zararlı gazların salınımı, biyolojik çeşitliliğin azalması, küresel ısınmaya neden olma ve doğal kaynakları tüketme gibi çok sayıda
çevresel etkiler meydana getirmektedir. Kullan-at ürünler, hızlı ve pratik sunulan çözümler tüketimi her geçen gün arttırmakta.

Peki Ne Yapabiliriz?
Çözümlerin en başında tabi ki bireysel ve toplumsal farkındalık söz konusu. Bu farkındalığı kazanmanın en iyi yolu ise elbette ki eğitimden geçiyor. Öğretimin her kademesine farklı müfredatlar halinde yerleştirilecek sürdürülebilirlik, sıfır atık, geri ve ileri dönüşüm atölyeleri her yaştan insana ulaşılabilecek ücretsiz önemli yol. Bununla beraber ailede başlayan bilinç hızla topluma hem hızlı hem de ücretsiz şekilde ulaşabilir, değişimin temellerini en sağlam şekilde atabilir.

Bu hareket içerisinde medya organları da en yaygın ve hızlı erişilebilir bilgiyi sunar. Neredeyse her üniversite veya enstitüde yüzlerce sıfır atık, geri ve ileri dönüşüm atölyeleri, çeşitli eğitimler bulabilmek mümkün. Eğitimler sertifikalar, belgeler sunsa da bilinç kazandırıp davranış kalıbı kurmak günlük yaşamımıza yayılması gereken bir durumdur. Bu bilinci en iyi yayacak kişiler ise günümüz influencerları. Günümüzde toplum, içlerinden biri samimiyetini hissederek takip ettikleri bu insanları her konuda desteklemeye hazır bulunuyor. Doğru ve güncel bilgi veren uzmanlarla birlikte içerikler oluşturmak, çalıştıkları markaları daha bilinçli seçmek ve günlük yaşamın sürdürülebilir yanlarını görünür kılmak onların kısa sürede başarabileceği bir etki alanı gibi duruyor.
Devlet politikalarının bu konuda önemi ise hem ulusal anlamda hem de ülke içinde oldukça güçlü bir konumda. Politikanın çevresel hareketleri sadece vatandaşı yönlendirmek değil aynı zamanda ülke kaynaklarını verimli kullanmak, yerli ve doğal tarımı desteklemek, tarım alanlarına ve şehirdeki yeşil alanları korumaya yönelik adımlar atma gibi davranışları sürdürülebilir ve yenilikçi olmayı sağlayacaktır. Devletin bu adımları vatandaşlarında çeşitli eğitimlerle desteklenmesi çevreci ve sürdürülebilir davranışlar kısa sürede bir kültür halini alarak toplumun bilincini yükseltecektir.
Sanayi ve teknoloji gelişmelerinin önünü alabilmemiz bundan sonra mümkün görünmüyor, hayatımızı bu kadar kolaylaştırırken vazgeçmemiz ancak kendimizi toplumdan, dünyadan tamamen soyutlamakla mümkün görünüyor. İmkansız görünen bu düşünceye sığınarak iklim krizine gözümüzü, kulağımızı kapatarak yok saymak da yaşamın gerçekliğinden kendimizi sıyırmak oluyor yine. Karar verme, seçim yapma sorumluluğumuzu alarak harekete geçmek ise yapacağımız en mantıklı davranıştır. Araştırmalara göre insanların iklim değişikliğine yönelik ilgisi artma eğilimindedir. (UNDP, 2024) Her ne kadar bilişsel uyumsuzluk teorisi altında düşünce ve davranışlarımızın çelişkilerine yer versek de küçük adımlarla bilinçli bir toplum yaratmak yine bizim elimizde. Seçimlerimizin ve sonuçlarının sorumluluğunu alarak iklim ve çevre sorunlarının etkilerini azaltabiliriz.
Belgesel Önerileri:
Eko Eko Eko. Directed by İlkay Nişancı, performance by Ceren Moray, Max (formerly BluTV Türkiye), 2023–.
Seaspiracy. Directed by Ali Tabrizi, performance by Ali Tabrizi, Disrupt Studios, 2021. Netflix.
My Octopus Teacher. Directed by Pippa Ehrlich and James Reed, performance by Craig Foster, Netflix, 2020.
Kaynakça:
Karasu, Mehmet, Kumsal Altürk, and Zeynep Polat. “Yeşil Zihinler, Gri Dünyalar: İklim Değişikliği Temsillerinin Sosyo-Bilişsel Analizi.” Afet ve Risk Dergisi [Journal of Disaster and Risk], vol. 8, no. 1, 2025, pp. 231–254. DOI: 10.35341/afet.1526083.
Yücel, E., and B. Çizel. “Bilişsel Uyumsuzluk Teorisi Üzerine Kavramsal Bir İnceleme: Satın Alma Perspektifi.” Journal of Yasar University, vol. 13, no. 50, 2018, pp. 150–163.
Çelik, Abdullah, and Ayşe Küçük. “Tüketim Toplumunun Çevre Sorunlarına Etkileri.” Econharran: Harran Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, vol. 4, no. 5, 2020, pp. 1–22.