Yazımızın konusu olan İstiklal Caddesi’nin 172 numaralı ev sahibi, öyle bir mekândır ki, Beyoğlu’nun tam kalbinde Petersbourg, Lebon ve Markiz Pastaneleri’ne ev sahipliği yapmış ve İstanbul’un belleğinde unutulmayacak bir iz bırakmıştır. Bu tür mekânlar, insanların bir araya geldikleri; bu birlikteliklerden ortak üretimlerin, anıların ve hatıraların ortaya çıktığı yerlerdir. Fiziksel varlıklarının ötesinde imgeler yaratır; geçmişin izlerini geleceğe taşımada önemli bir rol üstlenirler. İşte bu bakış açısıyla Markiz, yalnızca bir pastane değil; Lebon’un, Petersbourg’un ve kendi geçmişinin izlerini birlikte barındıran çok katmanlı bir hafıza mekânıdır. Orada, zamanın içinde havada asılı kalmış cümleler, anılar ve izler bugün hâlâ yaşamaya devam eder.
Saint Petersbourg’dan, Lebon’a, Lebon’dan Markiz’e

İstanbul’un kalbinde, İstiklal Caddesi’nin zarif duraklarından biri olan Oryantal Pasajı’nda başlayan bu hikâye; üç ayrı döneme damgasını vuran ve kısa sürede müdavimlerinin gönlünde taht kuran ünlü pastanelerin hikayelerine ev sahipliği yapar. Bugün hayatımızdaki yerlerini üçüncü nesil kahveciler almış olsa da, İstanbul’un ve özellikle Beyoğlu’nun geçmişinde pastane kültürü bambaşka bir yere sahiptir.
Grand Rue de Péra; zengin ve çoğunlukla gayrimüslim kesimin yaşadığı, Osmanlı halkının likör, çikolata ve pastane kültürüyle tanıştığı bölge bir zamanlar şehrin en renkli sosyal buluşma noktalarındandı. Göz kamaştırıcı mimarileri ve nefis tatlılarıyla bu pastaneler; yazarların, şairlerin, siyasetçilerin, dostların ve ailelerin bir araya gelip sohbet ettikleri, saatlerce vakit geçirdikleri mekânlardı. Şimdi gelin, Beyoğlu’nda Saint Petersbourg’dan Lebon’a, oradan Markiz’e ve ardından Markiz’in 85 yıllık serüvenine uzanan detaylı bir yolculuğa çıkalım.

Fransız asıllı Charles Bourdon tarafından Beyoğlu’nda kurulan Saint Petersbourg Pastanesi, Pera halkının ve dönemin ünlü edebiyatçılarının uğrak yeri haline gelmiştir. Pastane yalnızca pasta ve şekerlemeleriyle değil; lokantası, toplantı ve balo salonlarıyla da ün kazanmış, kentin önemli buluşma noktalarından biri olmuştur. Hatta Saint Petersbourg’dan Yıldız ve Çırağan Sarayları’na günlük servisler yapılmış, bu nedenle 1880’li yıllarda II. Abdülhamit tarafından Charles Bourdon’a Mecidiye Nişanı verilmiştir.
Henüz Saint Petersbourg yıllarında, Lebon Pastanesi’nin temelleri 19. yüzyılda Edouard Lebon tarafından atılmıştır. Pastaneyi 36 yıldır işleten Abdurrahman Cengiz’in araştırmalarına göre kuruluş yılı 1886’dır. Ancak bir müşterinin getirdiği, üzerinde 1810 tarihi yazılı kutu, Lebon’un geçmişinin bu tarihe kadar uzandığı ile ilgili iddialar ortaya koymuştur. Edouard Lebon, ustasının damadı olarak mesleğe adım atmıştır. 18. yüzyılın başlarında Fransız Büyükelçisi ile İstanbul’a gelen Lebon, daha sonra elçilikteki görevini bırakıp Osmanlı Sarayı’nın pastane şefi Valorie’nin dükkânında çıraklığa başlamıştır. Burada, ünlü Levanten mimar Alexandre Vallaury’nin pasta şefi olan Vallaury’den eğitim almış ve kısa sürede ustalaşmıştır. Ustasının kızıyla evlenerek aileye dahil olan Lebon’un , Bourdon’a ortak olmasıyla Saint Petersbourg pastanesinin yükselişi hız kazanmıştır. İşleri gittikçe büyüyen ortaklar, mekânı dönemin en ünlü Fransız pastanelerinden biri haline getirmiştir. Ardından pastane Şark Pasajı’na taşınmış, vefatından birkaç yıl önce ise Bourdon, hisselerini tamamen Lebon’a devretmiştir. Lebon, burayı bir süre eski adıyla işletmiş, ardından kendi soyadını vererek “Lebon Pastanesi” yapmıştır. Takvimler 1905 yılını gösterdiğinde ise Lebon için büyük değişimin vakti gelmiştir.
Lebon, pastanesi için özel bir fırın tasarlamış ve ünlü Fransız firması Lemeunier’e yaptırmıştır. Ayrıca Paris’teki Ch. Boulanger Choisy Le Roi fabrikasından, ressam Joseph François Léon Arnoux tarafından Art Nouveau üslubunda tasarlanmış seramik panolar sipariş etmiştir. Dört mevsimi simgeleyen bu panolardan yalnızca “Sonbahar” (L’Automne) ve “İlkbahar” (Le Printemps) pastane içinde sergilenebilmiştir. “Kış” (L’Hiver) panosu İstanbul’a getirilirken Orient Express yolculuğunda kaybolmuş ya da zarar görmüş, “Yaz” (L’Été) panosunun ise zamanla tahrip olduğu düşünülmektedir. Bu değişim sürecinde Francesco Vallaury‘nin oğlu mimar Alexandre Vallaury de görev almıştır. Aynı zamanda panoları üreten Boulanger fabrikası Birinci Dünya Savaşı sırasında yıkıldığı için, bugün bu panolar yüksek değerli birer antika parça niteliğindedirler. Art Nouveau’nun renk zenginliği ve sembolizmini yansıtan panolar, boyut ve nitelikleri bakımından İstanbul’da bulunan eşsiz parçalardır.

1937’de Lebon Pastanesi’nin Şark Pasajı’ndan ayrılıp Kumbaracı Yokuşu’na taşınmasıyla dükkân boşalmıştır. Çelik Gülersoy’un 1942’deki bir ifadesiyle “şöyle Paris işi enfes bir maison” arzusuyla yanıp tutuşan, Merzifonlu muhasebeci Avedis Ohanyan Çakıroğlu bu mekânı 1940 yılında devralmış ve pastaneyi “Markiz” adıyla yeniden açmıştır. Şimdi asıl konumuz olan Markiz’in şahane mimarisi, müdavimleri ve hüzünlü öyküsüne yakından bakalım.
Markiz Pastanesi’nin öyküsü, Fransız soylusu Marquise de Sévigné’den alınan ilhamla başlar. Sévigné, 17. yüzyılda kızıyla yazıştığı 1500’den fazla mektubuyla edebiyat tarihine geçmiş bir yazardır. Mektuplarında gündelik yaşamı, sosyete haberlerini, dedikoduları ve edebiyatı işler; ayrıca çikolatanın faydalarına sıkça değinir. Bu nedenle 1898’de Rouzaud çifti, satın aldıkları çikolata markasına onun anısına Marquise de Sévigné adını verir. Avedis Ohanyan Çakır, Paris’e yaptığı sık seyahatlerde hayran kaldığı bu çikolatalardan ilham alarak aynı kaliteyi İstanbul’da üretmek ister. “Markiz” ismini hem bu hayranlığın bir simgesi hem de Fransız soylularına estetik bir gönderme olarak seçer. Logodaki taç da bu soyluluk vurgusunu destekler. “Marquise” kelimesinin soyluluk unvanı olarak kullanılması ile logodaki taç birbiriyle doğrudan ilişkilidir. Çakır, Lebon Pastanesi’nden boşalan dükkânı devralır ve yedi ay süren büyük bir tadilat sonrası Markiz Pastanesi’ni açarak kısa sürede bir marka haline getirir.

Pastane, İstiklal Caddesi’ne bakan yaklaşık 7 metrelik dikdörtgen cepheli, yüksek tavanlı bir mekândır. Girişinde küçük bir antre, arka bölümde servis alanları ve yan tarafta farklı işlevlerle kullanılmış üst kata çıkan merdivenler bulunur. İçeri girildiğinde hemen solda kalan duvarda üç büyük kemerde, artık Lebon ve Markiz’le özdeşleşmiş fayans panolar bulunur. Markiz’in bu tadilatında Çakır’ın yaptırdığı en önemli tasarımlardan biri de Mazhar Nazım Resmol imzalı Art Deco vitraylardır. Ünlü mimar Prof. Dr. Afife Batur bu eser için; “İstanbul’da Art Deco yapıların mimari niteliklerinin ve düzeyinin Avrupa’daki örneklerle paralel olduğu söylenebilir. Ama İstanbul’daki en önemli Art Deco tasarımı, Markiz Pastanesi için tanınmış sanatçı Mazhar Resmol’ün yaptığı vitray çalışmasıdır. Bir peyzaj stilizasyonu olan bu vitray çifti, İstanbul Art Deco literatürü için özgün bir örnek sayılmalıdır.” demiştir

Mekânda, Art Nouveau’nun seramikte hayat bulan bitkisel motifleriyle Art Deco’nun vitraylardaki geometrik – soyut motifleri farklı tarzlara sahip olsa da sembolizm çizgisinde birleşir. Ayrıca arka kısımdaki servis alanının üstünde, yarım daire kemerlerin içinde yer alan İbrahim Safi tasarımlı peyzaj çalışmaları, pano ve vitraylardan bağımsız olarak mekâna duygulu bir atmosfer katmaktadır.
Bunun yanında, pastanenin tavanındaki süslü kartonpiyerler 1945 yılında Kayserili Ermeni usta Garabet Parsek Cezayirliyan tarafından yapılmıştır. Aynı zamanda Emek Sineması, Yıldız Sarayı, Mısır Apartmanı ve Sait Halim Paşa Yalısı gibi önemli yapılarda da imzası bulunan bu usta, Markiz’e benzersiz bir hava katmıştır. Pastanenin camlı pasta vitrinleri ve ahşap lambirileri ise dekoratör İbrahim Sarfiyef tarafından tasarlanmıştır.

Markiz, iç mekân özellikleri günümüze kadar korunmuş nadir örneklerden biridir. Benzersiz tasarımı, yüksek hizmet anlayışı, seçkin tatlıları, yemekleri ve çikolatalarıyla yıllarca şehrin üst ve orta sınıfını, siyasetçilerini, edebiyatçılarını ve tanınmış simalarını ağırlamıştır. Haydi şimdi konumuzun asıl detaylarına, Markiz Pastanesi’nin müdavimlerine doğru bir göz atalım.
Buluşma Noktası: Lebon ve Markiz’in Kültürel Bellekteki Yeri

Lebon ve Markiz Pastaneleri, yalnızca tatlıları, kahveleri ve zarif tasarımlarıyla değil, aynı zamanda 19. yüzyıl İstanbul’unun değişen kültürel hayatını yansıtmalarıyla da öne çıkmıştır. Tanzimat sonrası hızlanan Batılılaşma süreci özellikle Beyoğlu ve çevresine yeni yaşam tarzlarını getirmiştir. Fransız ve İtalyan pastane kültürü Osmanlı aydınları tarafından kısa sürede benimsenmiş, bu mekânlar yalnızca yeme-içme yerleri olmaktan çıkarak sosyalleşmenin, tartışmanın, sanat ve edebiyatın buluşma noktalarına dönüşmüştür.
Şairler, yazarlar, siyasiler, gazeteciler, büyükelçiler ve aydınlar burada yeni eserleri tartışır, Batı’daki gelişmeleri konuşur, dönemin siyasi atmosferini yakından takip ederlerdi. Beyoğlu’nun kozmopolit yapısı sayesinde farklı kültürlerin bir araya gelmesi, Lebon ve Markiz’i yalnızca pastane değil, aynı zamanda birer kültür durağı haline getirmiştir.
Bu mekânların müdavimleri arasında; Namık Kemal, Ziya Paşa, Mehmet Rauf, Tevfik Fikret, Yahya Kemal, Abdülhak Hamit, Şinasi Efendi, Ahmet Haşim, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Fecri Aticiler, Hamdullah Suphi, Abdülhak Şinasi, İzzet Melih, Yusuf Ziya, Mithat Cemal, Salah Birsel, Haldun Taner, Gülriz Sururi, Halit Ziya Uşaklıgil, Cenab Şahabettin, Peyami Safa, Abidin Dino, Aysel Gürel, Pierre Lotti; Bankacı Mavrocordato, Gazeteci Louis Mizzi, Hariciye Nazırı Tevfik Paşa’nın oğulları İsmail Hakkı ve Ali Nuri Beyler, Anadolu Demiryolları Şirketi Umum Müdürü Huguenin, Başmabeyinci Eğribozlu Sarıca Ragıp Paşa, Pera Palas Oteli sahibi Misbah Mukayyeş, Stamboul Gazetesi sahibi ve baş yazarı Regis Delbeuf, Bab-ı Ali Hukuk Danışmanı ve Devletler Hukuku Müderrisi İbrahim Hakkı Bey, Türkuaz ve Rejans Lokantalarının sahibi Mikhail Mikhailovich, Barones Valentine, Don Kazakları Çarı General Bogayevsky, Kont Abraham de Kamondo, Sultan Abdülhamit’in mücevhercibaşı Jak Bey de Leon, Banker Hristaki, Harbiye Nazırı Rıza Paşa’nın oğlu Şükrü Paşa, Sarah Bernhardt, Fransız aktör Mounet Sully, Sadrazam Hakkı Paşa, Reşad Nuri Drago’nun babası Nuri Bey, İsmet Paşa, Celal Bayar, Şükrü Kaya, Tevfik Rüştü, Fethi Okyar, Şükrü Saraçoğlu, Feridun Cemal, Sadi Irmak, Necmeddin Molla, Necmeddin Sahir, Muhittin Üstündağ gibi devlet adamları, Hüseyin Cahit, Yunus Nadi, Burhan Felek, Nizamettin Nazif gibi isimler yer almıştır. Bu çeşitlilik, dönemin bahsettiğimiz kozmopolit müşteri profilini de göstermektedir.

Şair ve edebiyatçıların Markiz’de buluşmaları, eserlerine de yansımış; mekân onlar için bir edebiyat mahfili, adeta bir çalışma odası olmuştur. Zaten Markiz ve tam karşısındaki Lebon’un müdavimleri çoğunlukla aynı kişilerdi. Mekân değiştirmelerinin ana sebeplerinden biri de, aralarında geçen sert edebiyat tartışmaları yüzünden birbirlerine küsmeleriydi. Birbirleriyle barışana kadar, küs edebiyatçılardan biri Markiz’de diğeri ise karşısındaki Lebon’da oturur, barıştıktan sonra tekrar aynı mekânda buluşurlardı. Böylece Lebon ve Markiz uzun yıllar karşı karşıya centilmence ve ciddi bir rekabet içerisinde İstanbullulara hizmet etmişlerdi.
Markiz’deki sık buluşmalar, eserlerine de yansımıştır: Ümit Yaşar Oğuzcan, Ayten’in Sonu şiirinde “Ayten’i Markiz pastanesinde vurdular” diyerek; Edip Cansever, Ben Ruhi Bey, Nasılım şiirinde büyük panolara işaret ederek “Markiz’e uğradım, dört mevsimden süzülmüş bir konyak içtim” şeklinde ifade ederek; İlhan Berk ise şiirlerinde Markiz’i güneşle tasvir ederek; Peyami Safa ise Fatih Harbiye romanında Markiz’e değinerek, mekânın edebi yansımalarına birer örnek olmuşlardır. Hilmi Yavuz, 1999’da yayımlanan “İnsanlar, Mekanlar, Yolculuklar“ adlı eserinde 1950’lerin Beyoğlu’nu anlatırken özellikle Markiz, Lebon ve Tokatlıyan’ı kimlik taşıyan semboller olarak tanımlamıştır. Halit Ziya Uşaklıgil ise romanlarında Lebon’a yer vererek dönemin toplumsal yaşamını yansıtır. Aşk-ı Memnu’da mürebbiye Matmazel’in Nihal ve Bülent’i Beyoğlu’na götürmesi, mağazaları gezdirmesi ve sonunda “şekerlemeci Lebon” olarak bilinen pastaneye uğramaları bunun örneğidir.
Attila İlhan, Paris’ten döndükten sonra Beyoğlu pastanelerini mesken edinmiş ve kendine “kaptan” takma adını seçmiştir. İlhan, daha çok Baylan’ı severken Markiz ve Lebon’u eleştiren bir üslup kullanmış, dönemin sosyal atmosferini edebi bir gözle yansıtmıştır. Can Yücel, onun bu gezgin ruhunu esprili bir dille hicvetmiş ve İlhan için şu sözleri söylemiştir: “Büyük seyyah tabii; üç kıtayı karış karış gezmiş. Baylan, Markiz, Lebon kıtalarını…”
1950 yılına gelindiğinde ekonomik hayatın canlanmasıyla birlikte Avedis Bey, Markiz’in üst katını lokanta olarak açmış, alt katını ise pastane olarak işletmeye devam etmiştir. Ancak iki kısmın birlikte idaresinde çıkan servis sorunları nedeniyle lokanta alt kata taşınmış, üst kat ise dönemin ruhuna uygun biçimde “Night Club” adıyla bir gece kulübüne dönüştürülmüştür. 1950’lerin “Amerikanlaşan” dünyasında Markiz de bu yeni dönemin dilini benimsemiş, gece kulübü tam 15 yıl boyunca Beyoğlu gecelerine renk katmıştır. İlk olarak Piyanist-şantör Perez, ardından ünlü caz sanatçısı İlham Gencer ve o dönemde eşi olan Ayten Alpman sahne almış; böylece Markiz, gündüzleri edebiyat ve sanat dünyasının uğrak yeri olmanın yanında, geceleri de müzik ve eğlencenin merkezi hâline gelmiştir. Özetle, Markiz Pastanesi, yüksek kalitesi ve kusursuz servisiyle kısa sürede edebiyat, sanat ve siyaset dünyasının önemli bir buluşma noktası hâline gelmiştir.
Alıntılarla, Anılarla, Bir Kitap Sayfasından, Bir Gazete Kupüründen; Markiz ve Lebon

1988 ve 1994 yılı gazete sayfalarında Beyoğlu’nun tanınmış mekânları ile burada çekilen dizi ve filmler hakkında bilgiler yer almıştır. “Bir Aşk Uğruna” dizisinin çekimlerinden biri, uzun süredir kapalı olan Markiz Pastanesi’nde yapılmış ve bu durum çevredekilerin ilgisini çekmiştir. Haberde, Türkan Şoray’ın sözleri aktarılmıştır: “Bu pastane aşklarıyla ünlü bir yer. Küskünler burada buluşur, barışır. Yazık ki kapalı, diye yakındı.” Bu ifadeler, Markiz’in yalnızca bir yapı değil, duygusal karşılaşmaların, nostaljik hatıraların ve toplumsal hafızanın taşıyıcısı olan bir “kimlik mekânı” olduğunu vurgular. Haberlere ve anılara yansıyan bu duygusal övgüler, Markiz’in geçmişten bugüne sanat, hayat ve hafızalarımızla iç içe duran varlığını görünür kılar.
Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Ayla Algan (Kasman), lise yıllarında ailesiyle Lebon’un üstünde oturmuş, annesi Nevzat Kasman’ın atölyesinde dönemin şair ve yazarlarının toplandığını anlatmıştır. 2014 tarihli “Batı tükendi, ben ne yapayım ki!..” başlıklı röportajında şunları dile getirmiştir: “Şairler geliyordu her hafta annemde toplanıyorlardı. Kimler vardı, şairlerden? O devredeki şairlerin hepsi vardı, Orhan Veli vardı. Bir tane kekeme şair vardı, ‘gügüneşibibile kendi pepencerelerini’ diyordu, çok komikti o… Sonra karanfilli bir yazar vardı, gazeteci, şişman…. Beyoğlu’nda bunlar gezerlerdi, ya Lebon’da ya Markiz’de otururlardı… Şimdi annemin de Lebon Pastanesi’nin üstünde resim atölyesi vardı. Aşağıda buluşurlar, pastalar yenir. Çoğu zaman yer giderlerdi, hesabı ödemeden… Çoğu beş kuruşsuz şair… Bir gün annem telefon numarası sanmış hesabı, düşün…“
Markiz denilince Haldun Taner’den bahsetmeden geçilemez. Taner, bu mekânlara sosyalleşmek için değil, kendi başına verimli vakit geçirmek için uğrarmış. 20 Şubat 1983’te Milliyet’teki “Devekuşu’na Mektuplar” köşesinde şöyle yazmıştır: “Saat başlarını saygılı saygılı vuran duvar saatinin sesini nasıl özlemle arıyorum. Burada her masa birer küçük ada gibiydi. Kalabalık içinde yalnız olabilmek imtiyazına yalnız burada sahiptiniz. Huzur doluydu bu salon. Temizlik, seviye ve güler yüz. İstanbul’dan uzaklaşınca en çok özlediğim imajlardan biri Markiz’di.“
Tüm bu geniş çevreden önemli kişilerin müdavimi olduğu Markiz, Lebon ve benzeri Fransız tarzı kafe ve pastaneler, Osmanlı kahvehanelerinin sunduğu geleneksel sınırlamaların ötesinde, farklı toplumsal kesimlerin bir araya gelebileceği modern ve kozmopolit kitlesel alanlar olarak öne çıkmıştır.
Markiz’in Sessiz Vedası: Kapanan Kapılar

Takvimler 1965 yılını gösterdiğinde ise Aynalı Şark Pasajı’nın tamamı bir otomotiv yedek parçacısına satılmıştı. 1970’lerde ise pastanenin kendisi, yine bir oto yedek parçacısı tarafından satın alınmıştı. Ancak bu olaya kamuoyunun ve aydın çevrelerin tepkisi yüksek olmuştu. Haldun Taner ve bir grup aydının ısrarlı çabaları sonucunda, 1977’de Anıtlar Yüksek Kurulu pastanenin dekorasyonunun korunmasına karar verdi. 1979’da ise mahkeme, esas işlevin bağlayıcılığı gerekçesiyle Markiz’in oto yedek parçacısı olamayacağına hükmetti. Bu süreçte, tapu sahibi Şükrü Kurtoğlu’nun bağımsız olarak açtığı tahliye davası beş yıl sürdü. Sonunda kiracı Avedis Ohanyan Çakır’a karşı açtığı davayı kazandı. 27 Ocak 1980’de Çakır tahliye edildi ve Markiz’in kapısına kilit vuruldu. O gün, pastanenin önünde toplanan eski müşterilerden 56 yaşındaki Meliha Başkurt, gözyaşları içinde şöyle haykırıyordu: “Burası bir tarihtir, kapatılamaz. Bütün müşterilerle birlikte Valiye gideceğiz. Vali dinlemez ise Cumhurbaşkanına çıkacağız.”
Haldun Taner de 20 Ocak 1980 tarihli Milliyet Gazetesi‘nde “Ar Yılı Değil, Kar Yılı” başlıklı yazısında “Eski eserlere saygı yaşla edinilen bir aşama mıdır? Hiç sanmıyorum. Bu bir görgü ve eğitim işidir. Yaş olsa olsa dünyayı daha bir topluca, daha bir geniş açıdan görmeye yarayabilir ve bu niteliği ile gidenin yanında asıl kalanın, dünyayı dünya uygarlığı uygarlık, tarihi tarih yapanın biraz da tarihi yapıtlar ve anıtlar olduğunu anlamaya yaklaştırabilir. Geçenlerde benim yaşımda, hem de aydın, hem de sayıp sevdiğim, sağduyu bir dostum, bana takaza etti, diyor ve ekliyor; -Ne oluyor yahu, dedi. Bir Markiz’dir tutturmuşsunuz. Orada İbrahim Şinasi Efendi, Namık Kemal, Abdülhak Hamid ya da ne bileyim ben, falan sadrazam, falan Bakan kahve içti, onların değerleri kaba etleri o başka bir deyim kullanıyordu bu iskemlelere onur verdi diye şimdi orası tarihi mi oldu yani? Dün Lebon, bugün Markiz adını taşıyan bu lokal Osmanlı İmparatorluğu’nun yozlaşmış Beyoğlu’sunun son kalıntısı olarak yıkılmış ya da parçacı dükkânı yapılmış kıyamet mi kopar? Varsın olsun. Tasınız mı yok sizin be?” şeklindeki sözleri aktaran Taner kendinden yaşça büyük dostunun düşüncesini keskin bir dille eleştirir.
Mekânın korunması için gösterdiği çabanın kültürel mirasa verdiği yoğun değerden ötürü olduğu açıkça görülmektedir. Taner’e göre Markiz gibi mekânlar bireysel anıların ötesinde kolektif belleğin taşıyıcıları, İstanbul’un ve Türkiye’nin modernleşme serüveninin tanıklarıdır. Aslında Taner’in bu konuya tepkisi bir eleştiriden ibaret olmanın ötesinde aynı zamanda bir uyarı ve kültürel çağrıdır. Haldun Taner’in “Bir Markiz’dir tutturmuşsunuz” tepkisine verdiği yanıt, hafıza mekânlarının korunmasının önemini açıkça gösterir. Markiz’in gitmesi, yalnızca bir işletmenin kapanması değil, aynı zamanda bir dönemin yok olması anlamına gelmektedir. Taner’in gayretleri, günümüzde Markiz’in korunması ve yeniden canlandırılması çabalarının temelinde yatan kültürel duyarlılığın erken örneklerinden biridir. Onun “keşke hayatta olsaydı da bugünü görebilseydi” demeye yol açan tavrı, İstanbul’un kaybolmuş değerlerine duyulan bir yas ve geleceğe yol alması gereken bir kültürel sorumluluk çağrısıdır.
Yine kendisine ait, 1 Haziran 1984 tarihinde Milliyet Sanat Dergisi’nde yayımlanan “Dünkü Beyoğlu, bugünkü Beyoğlu” başlıklı yazısında şöyle bahseder: “… Şehrin manevi haritasında özenle korunması gereken koca Markiz’i, parçacı dükkânına çevirmek uğruna yok etmeye kalkışılmasını engellemek için başlattığım kampanyayı hatırlayanlar olacaktır. Kalem elimizde, kültür ve birikimden söz etmekten başka (sermayesi) olmayan bizleri, kültürle ve birikimle hiçbir ilişkisi bulunmayan bazı (sermaye) sahipleri ve onların emrindeki ticaret hukuku ne kolayca alt etmişti. Derin bir iç çekip yolumuza devam edelim.” Eşi Demet Taner de bir röportajında Markiz’i şu sözlerle anlatır; “Haldun da ben de işlerimizden çıkar pastanede buluşurduk. Haldun çok sık gelir, Markiz’e uğrardı. Cumartesi günleri Milliyet gazetesine gider, çıkışta mutlaka Markiz’e uğrar, gazete ve kitaplarını burada okurdu. Pastanede kimse kimseyi rahatsız etmezdi. Sık sık tanıdıklarla karşılaşır, yanlarına gidip hatırlarını sorar, sonra kendi masamıza dönerdik. Haldun, Markiz’in kapanmaması için çok çaba sarf etti. Avedis Efendi’yle birlikte 1980 yılında başlattığı mücadeleyi sürdürdü. Verilen gayretlerle Markiz’i satın alan Şükrü Kurdoğlu, pastaneyi oto yedek parçacısına çeviremedi. Muhtemelen aldığına çok da pişman oldu.”
Basının baskısı ve tabi Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun “Markiz’in hiçbir bölümü değiştirilemez” kararı sonrası, pastanenin oto yedek parçacısı olmasına izin verilmedi. Ancak mekân uzun süre camında “Satılık” levhasıyla kaderini bekledi. 1990’da, karşı kaldırımdaki Richmond Oteli ve eski Lebon Pastanesi’nin de sahibi olan Tursoy Turizm’in sahibi Mustafa Aksoy tarafından satın alındı. Aksoy, Markiz’in ve Şark Pasajı’nın aslına uygun olarak onarılacağını, 1994 sonunda yeniden İstanbul’un yaşamına katılacağını açıklasa da bu hayal ertelendi.

Markiz ancak 23 yıl sonra, 23 Aralık 2003’te restore edilerek yeniden kapılarını açabildi. Aynı yıl, Şark Pasajı’nın adı “Markiz Pasajı” olarak değiştirildi. Fakat bu dönüş kalıcı olmadı. Geçmişin sessiz ihtişamı, modern ticaretin hızlı akışıyla kısa sürede silindi. Robert’s Coffee, Yemek Kulübü ve ucuz çorba servisleri, Markiz’in vitrinlerini doldurdu; tarihi mekânın zarif kimliği, promosyon afişleri ve hamburger posterleri arasında kayboldu. Bu hızlı ticarileşme, Markiz’in tarihî ruhunu ve kullanıcı profilini kökten değiştirerek, kültürel değerinin aşınmasına yol açtı. Ne yazık ki bu gelişmelerin ardından 2016 yılına gelindiğinde mekân bir kez daha kapandı ve uzun süre boş kaldı.

Ne yazık ki her zaman Markiz’le birlikte anılan, yıllarca dostça karşı karşıya varlığını sürdüren Lebon Pastanesi’nin sonu, Markiz’inkinden daha hüzünlü olmuştur. Artan fahiş kiralar nedeniyle, 2023 yılına gelindiğinde 212 yıllık görkemli tarih; 1927’de Kurucu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de ziyaret ettiği, Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinin ilk pastanesi Lebon’un kepenklerini son kez kapatarak tarihe veda etmesiyle noktalanmıştır.

2021’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi Miras ekibinin dış cephede gerçekleştirdiği bakım çalışmaları, “Markiz yeniden açılacak mı?” sorusunu gündeme taşısa da beklentiler karşılıksız kaldı. 2020’li yılların başında iki özel şirket tarafından satın alınan Markiz’in alım süreci, uzun ve titiz pazarlıklarla şekillendi. Bu şirketlerden birinin yönetim kurulu üyesi Mimar Ömer Esen, geçmişten gelen bir bağa dikkat çekerek şunları söyledi: “Markiz’le bizim buluşmamız aslında seneler önce gerçekleşti. Esen ve Erkul aileleri olarak, Markiz’in son mal sahipleri, İngiltere merkezli Doğu Avrupa Gayrimenkul Fonu yöneticileri ile olan sıcak ilişkimiz, seneler boyunca ticari ve sosyal etkileşimler doğurdu. Eskiden ziyaretçisi olduğumuz Markiz için geçen 5 sene boyunca sıkı pazarlıklarda bulunduk ve sonunda alımı sonuçlandırdık.” Markiz’in yeniden açılış vizyonunu anlatan Esen, mekânın tarihî ve edebî ruhuna saygılı bir işletmecilik anlayışlarını şöyle ifade etti: “Araştırmalarımız ve destek veren değerli kişiler sayesinde oluşturduğumuz arşivlerden elde ettiğimiz çıkarımlar sayesinde orijinal menüsüne sadık kalarak, orijinal düzeni ve tasarımı ile birlikte, oluşturduğu servis kültürü ve kalitesini de koruyarak açacağız pastaneyi. Burada kullanılan malzemelerden sunum takımlarına, vitrin tasarımlarından çalışanlarımızın üniformalarına kadar her şey çok özenli olacak. Günümüzde alışılagelmiş düzenin aksine Haldun Taner’in deyişiyle ‘Burada her masa kendi başına bir adadır’ ruhunu tekrar kazandırmayı amaçlayacağız. Ayrıca Markiz web sitesini aktif hale getirerek, burada vakit geçirmiş insanların hatıralarını paylaşabilmelerini ve ileride bunların bir anı defterine dönüşmesini sağlayacağız.”
2025 yılı, Markiz Pastanesi’nin tarihsel kimliğini yeniden kazanarak sanat ve kültür sahnesine dönüş yılı oldu. Uzun süren restorasyon çalışmalarının ardından Tekin Esen ve Mehmet Erkul’un girişimiyle kapılarını yeniden açan pastane, özgün dekoratif unsurlarına sadık kalınarak hayata döndürüldü. Art nouveau tarzındaki vitrayları, ünlü fayans panoları ve yüksek tavanlı iç yapısıyla mekân sadece nostaljik bir durak değil, aynı zamanda çağdaş sanat ve etkinliklerin merkezi haline geldi. Açılışı izleyen aylarda, Markiz önemli bir sanat etkinliğine ev sahipliği yaptı. Pilevneli’nin katkılarıyla gerçekleşen “Dehşetli Güzel” adlı çağdaş sanat performansı, :mentalKLINIK’in imzasını taşıdı. 28 Şubat–16 Mart 2025 tarihleri arasında sunulan bu etkinlikte kara mizah ve hafıza temaları ses enstalasyonu ile harmanlandı. Performans, Markiz’in tarihî dokusuyla bütünleşerek geçmişle günümüz arasında duyusal bir köprü kurdu. Katılımcılar, belirli saatlerde ücretsiz olarak ziyaret edebildi veya biletli olarak mekânın tarihine uygun şekilde çay, kahve ve pasta eşliğinde bu deneyimi yaşayabildi.
2025 yılı, Markiz’in yalnızca restore edilip açıldığı değil, aynı zamanda çağdaş sanatla buluştuğu bir dönem olarak İstanbul’un kültürel belleğinde yerini sağlamlaştırdı. Bugün Markiz, yalnızca bir pastane değil; Beyoğlu’nun ve modernleşen Türkiye’nin ruhunu taşıyan, zamanın katmanlarını barındıran bir kültür, sanat ve sosyallik mekânı olarak varlığını sürdürüyor. Haldun Taner’in, Markiz’i kurtarmak için verdiği çabalar hatırlanıyor; keşke yaşasaydı da bu günleri görebilseydi, diye hüzünlenmemek elde değil.
Markiz’in geleceğe taşınacağına dair inanç, verilen mücadelenin mirasının ve umutların temelini oluşturuyor. Markiz’in yalnızca geçmişin izlerini taşımakla kalmayıp, yeni kuşaklara da ilham verecek bir kültür ve sanat mekânı olarak varlığını sürdürmesini diliyor. Her bir detayını ziyaretimiz esnasında izleyebileceğimiz, her adımda geçmişin hikâyelerini hissedebileceğimiz, her masasında bir adanın ruhunu hissedebileceğimiz bu mekânın, yeni enerjisiyle yıllar boyunca ışığını ve hikâyelerini kaybetmeden İstanbul’un kültürel yaşamında varlığını sürdürmesi temenni ediyoruz.
Kaynakça:
- “Tarihi Markiz Pastanesi’ni Mehmet Erkul ile satın alan Tekin Esen, satış sürecini anlattı”. patronlardunyası.com. WEB. 22.08.2025
- “Beyoğlu’nun simge mekânlarından Markiz Pastanesi tekrar açılıyor”. ekonomim.com. WEB. 22.08.2025
- “Markiz : Beyoğlu’nun Mekân-Kültür Artikülasyonu Üzerine”. academia.edu. WEB. 01.08.2025
- “Beyoğlu Pastane Kültürü: Lebon ve Markiz’in Hikayesi”. TheMagger.com. WEB. 02.08.2025
- “Markiz Pastanesi”. turkiyeturizmansiklopedisi.com. WEB. 07.08.2025
- “Eğlence Kavramının İstanbul’da Geçirdiği Değişim Süreci Ve Mekâna Etkisi”. academia.edu. WEB. 31.07.2025
- Hasan Pulur, “Markiz Pastanesi ve Haldun Taner”, Milliyet Gazetesi, 20 Ocak 1980.
- Öne çıkan görsel
Burasının sadece bir pastaneden ibaret olmadığını altında yatan anlamları, kimlerin gelip geçtiğini öğrendiğim çok bilgilendirici bir yazıydı gerçekten herkesin emeğine sağlık
Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim Azize Hanım… 🙂
Çok güzel olmuş,emeğine sağlık🌸
Teşekkür ederim Sümeyye hanım 🤩🍀
Eline emeğinize sağlık eylül hanım💐💐
Çok teşekkür ederim Kübra🥳
Kaleminize sağlık, her detayı ayrı bir güzel.
Çok teşekkür ederim Burak Bey🙏🏻
çok iyi bir yazı emeğinize sağlık✨
Çok teşekkür ederim Esma Hanım🍀
Her detayı ayrı güzel✨🤩
Teşekkür ederim Berfin Hanım🤩🍀
Verdiği bilgileriyle, betimlemeleriyle bizleri o dönemlere götüren oldukça sürükleyici ve keyifli bir yazı olmuş. Yazılarınızın devamını bekliyorum Eylül Hanım, emeğinize sağlık.
Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim Yusuf Bey sonraki yazılarda görüşmek dileğiyle..🍀👋🏻
“Markiz i Yeniden Yaşamak”
İsmini koyuyorum bu yazıya…
Tebrikler Eylül orada ve o an da Markiz de oldum ve bulundum…
Kalemine Sağlık 🌿🤌🏼
Şahane oldu bu isim🤩böyle hissettirebildeyse ne mutlu bana, çok teşekkür ediyorum🍀🙏🏻
Kalemine sağlık:)
Çok teşekkür ediyorum🙏🏻