Belli senin şiir okuduğun falan yok,
eğer şiir okusaydın bilirdin ki aşık adam sınanmaz.
Onur Ünlü‘nün yazıp yönettiği Beş Şehir, 2009 yılında seyircilerle buluşmuş bir sinema filmidir. Ünlü’nün alışılagelmiş sayılabilecek ölüm takıntısı bu filmde de kendisini fazlasıyla hissettirmektedir. Öyle ki film boyunca beş karakterin bir noktada kesişecek olan hayatlarını izleyiciyle buluşturmayı deneyen Ünlü, bu karakterleri de aslında ölüm noktasında buluşturmuştur.
Ünlü diğer yapımlarında da tercih ettiği gibi bu filminde de hayatın doğal akışında çok normal görebileceğimiz ama aykırı yönleri çok fazla olan karakterlere odaklanıyor. İşlediği her karakter hayatın içerisinden gibi duran yönetmenin aslında her karakteri bir o kadar absürt davranışlar sergiliyor. Bu noktada aslında hayatın geneliyle ilgili insanlar üzerinde yaptığımız çıkarımların ne kadar yüzeysel kaldığını da görmüş oluyoruz.
Filmi Aydın ile açıyoruz. Aydın bir polis memuru, ev sahibinin deyimiyle “büyük şehre yeni yerleşen bir polis memuru”. Ekonomik sıkıntılar yaşadığını görebiliyoruz. Fakat öyle ki Aydın kendisi için önemli olan şeylerden ekonomik sebepler nedeniyle ödün vermiyor. Aydın’ın evinde neredeyse hiçbir mobilyası yokken dünyasını onun etrafına kurmuş olduğu bir plazma televizyon dikkatimizi çekiyor. Aydın beslenme alışkanlığını sürekli yumurta yemek üzerine kurmuş öyle ki bu yumurta sevdası bakkalını bile dikkatini çekmiş ki kendisini uyarma ihtiyacı hissediyor. İstiklal Caddesi’nde bir mağaza çalışanına gönlünü kaptırmış olan Aydın bu platonik aşkı kendi içerisinde halledemiyor. Bir kafeye kadar kadını takip eden Aydın ona gözükmeden uzakta bir masaya oturarak kendi kendisine onunla konuştuğunu hayal ederek sohbet ediyor. Kendi içine çekilen yalnızlığıyla boğuşan bir karakter olarak gözlemliyoruz Aydın’ı. Yaşadığı hayatın ona uyguladığı bu baskıyı mesleğinde bir polis memuru olarak eylemcilere ağır şiddet uygulayarak üzerinden atmaya çalışıyor. Öyle ki hızını alamayıp birinin katili dahi oluyor. Akıbetinin ne olacağını düşünürken polis arkadaşlarıyla beraber oturduğu bir çay bahçesinin bombalandığını görüyoruz Aydın’ın.
Trenimizin sıradaki istasyonu bir okul ve yolcumuz da Osman. Osman küçük bir okul çocuğu. Okulunun folklor grubunda dans bahanesiyle sevdiği kızın (Yasemin) elini tutan bir çocuğu baş düşmanı olarak gözüne kestirdiğini daha ilk andan anlayabiliyoruz. Osman ile ilgili öğrendiğimiz ilk detay hasta olduğu oluyor. Osman’ın kendini yormaya hakkı yok. Çok fazla hareket etmemesi gerekiyor ve herkes Osman’ın suratına bakarak ”hastasın sen” demeye devam ediyor. Osman’ın hayali ise o folklor grubuna girip sevdiği kız ile birlikte olmak. Zıplaya zıplaya, hastalığını düşünmek zorunda olmadan alabildiğine dans etmek. Fakat Osman hayatın aşk adına atacağı tokadı daha çok küçük yaşta yemiş oluyor. Osman sevdiği kızı uzaktan izleyip, defterine elini çizdiği için kızın defterini çalıp evde o kağıt parçasıyla el ele tutuşup dans ediyor. Osman’ın da aynı Aydın gibi içine kapandığını, kendini toplumdan soyutladığını ve bir kaçış yolu aradığını görüyoruz. Bu kaçış bu sefer okuldan koşarak kaçıp hastalanıp kan kusması olarak ekrana yansıyor. Doktorda altı aylık ömrü kaldığını öğreniyor Osman. Folklor kıyafetlerinin gelmesiyle Osman’ın tamamen kendisini kaybettiğini ve yerine göz koyduğu Mert’in tren raylarında ölümüne sebep olduğunu görüyoruz. Osman her ne kadar 11 yaşında olsa da aksiyonları yaşının çok çok üstüne çıkıyor. Mert’in ölümü ile birlikte Osman folklor grubu ve yarışma için bir alternatif haline geliyor. Velisinin de idareden özel talebiyle son dileği olarak folklor grubuna alınmış oluyor. Osman’ın ise hayalini kurduğu sahnede Yasemin ile el ele dans ederken sahnede ağzından kan gelerek bayıldığını görüyoruz.
Tren rayları oyuncaklara dönüşürken sonraki durakta model tren meraklısı bir şair ile karşılaşıyoruz. Şevket her sabah o günün yaşanılası olup olmadığına evde Rus ruleti oynayarak karar veriyor ve tüm hikayesi de gözlerimize can dostu Kedi ile birlikte sunuluyor. Kedi Şevket’in en büyük dostu ve kendi aralarında sıkça şiir konulu derin konuşmalar yapıyorlar. Kedi’ye göre insan ölünce aptallaşmıyor, aksine tamam oluyordu. Şevket ile Kedi’nin işte böylesine yoğun felsefi bir arkadaşlığı vardı. Şevket de aynı Osman ve Aydın gibi aşkın pençesinde yaşamına devam ediyor. Sevdiği kız için bir aşk şiiri yazıp adını ”Ölü Annem Var” koyunca Kedi kendisine aşk şiirine neden bu ismi koyduğunu soruyor. Şevket ise aslında karakteriyle ilgili bize büyük ipuçları verebilecek bir yanıt veriyor: ”Çünkü ölü bir annem var.” Şevket trenlere olan merakından olacak dakikliğe son derece önem veren hatta bunu bir takıntı haline getiren bir kişilik. Sevdiği kızın her gün aynı yerden geçişini saniye sayarak bekliyor, onu izliyor. Filmde dakikalar ilerledikçe Şevket’in sevdiği kadın ile Aydın’ın sevdiği kadının aynı dükkanda çalıştıklarını görüyoruz. Beş hayatın yavaş yavaş iç içe geçişi işte burada başlıyor. Şevket de aynı Aydın’ın yaptığı gibi kızı sürekli takip ediyor. Şevket’i en absürt yapan özellikler bunlarla sınırlı da değil. Şevket hayvanlarla konuşabiliyor. Bu yüzden en iyi arkadaşı bir kedi. Fakat Şevket diğerleri gibi uzaktan izlemek yerine cesaretini toplayıp sevdiği kız ile konuşmaya karar veriyor. Şevket kendisi için kimsenin onu fark etmediğini belirttiğinde ise aslında karakterlerimizin birbirine ne kadar benzediğini daha da yakından görmüş oluyoruz. Şevket acılarından bahsettiğinde kızın acılarını küçümsemesi Şevket’i bitiren nokta oluyor. Ciddiye alınmadığını gördüğünde dünyası başına yıkılıyor Şevket’in. Öyle ki kız tabancanın gerçek olduğuna dahi inanmadığında Şevket akıllarda kalacak olan ”Belli senin şiir okuduğun falan yok, eğer şiir okusaydın bilirdin ki aşık adam sınanmaz.” repliğini söyleyip kızla Rus ruleti oynamaya başlıyor.
Raylar bizi bir meyhaneye çıkarıyor. Meyhane de bizi Tevfik Öğretmen ile tanıştırıyor. Sıradaki karakterimiz Tevfik’i meyhanede ağlarken karşılıyoruz. Tevfik’in mutlu olmadığı daha ilk sahnede görülüyor. Tevfik’in alt katında yaşayan kardeşinin eşi Perihan hastadır. Artık ölmek için zaman saymaktadır. Sürekli ağrıdan inleyen Perihan bir türlü son nefesini vermemektedir. Tevfik sabah işe giderken inlemelere daha fazla dayanamayıp eve girer ve Perihan’ı yastıkla boğarak öldürür. Tevfik işe gittiğinde Osman’ın okulunda öğretmen olduğunu görüyoruz. Kardeşi ise okula gelerek doğrusunu yaptığını, pişman olmaması gerektiğini söylüyor. Tevfik her ne kadar katil olmuş olsa da etrafı tarafından suçlu olmadığı konusunda ikna edilmeye, doğru olanı yaptığına inandırılmaya çalışılıyor. Tevfik’in kızı Dilek babasını ziyarete geldiğinde gördüğümüz kişi Şevket’in aşık olduğu kızdan başkası değil. Dilek babasının yanına kötü haberlerle geliyor. Öyle ki Dilek’e pankreas kanseri teşhisi konulmuş. Dört ila on iki hafta yaşam süresi olduğunu öğrenmiş, hastalığın seyrini hafifletmek için kemoterapi alması gerekiyor. ”Yani sonuçta babacığım, ölüyorum.” demesinin peşine İtalya’dan Güzel Sanatlar Akademisi’nden bir yıllık karşılıksız burs kazandığını söylüyor. Ölümün zamansızlığını film burada benzersiz şekilde önümüze sunuyor. Aydın’ın da Tevfik’in eski öğrencisi olduğunu, bombalamada kolunu kaybedip malulen emekli olduğunu öğreniyoruz. Aydın’ın tren raylarının üstünde Dilek’e çok yalnız olduğunu, İstanbul’da kalabalıklar içinde kaybolabildiğini söylüyor. Karakterlerimiz aslında kalabalıkların içerisinde nasıl rahatça kamufle olduklarını fakat kendi dünyalarına çekildiklerinde nasıl yardıma muhtaç olduklarını burada gözler önüne seriyor. Aydın kolunu kaybederken öfke kontrol problemlerinden hiçbir şey kaybetmiyor, Dilek ile olan konuşmasında sinirini kontrol edemeyip Dilek’e tokat atıyor. Kedi de Dilek’in peşinden gelip Şevket’in oynadığı Rus ruletini sonunda kaybettiğini ve öldüğünü söylüyor.
Tevfik kendisini başta teselli eden hatta tebrik eden Hasan‘ın tehdidine maruz kalıyor. Hasan abisine ihanet ediyor ve karakterlerin yaşadığı dünyanın aslında dışarıdan ne kadar normal gözükürken normalden ne kadar uzak olduğunu bir kere daha görüyoruz. Hasan abisine ”Sen benim karımı öldürdün, karşılığında bana karını vereceksin.” dediğinde karakterlerimizin tamamının artık kendi içerisine çekildiğini ve dünyayla kendi içlerinde verdikleri savaşı kaybettiklerini gözlemliyoruz. Film hem bir sembol olarak trenleri kullanıp hem de karakterlerini tren raylarının kesişmesi gibi birbirlerinin hayatlarına dahil ederken yönetmen Onur Ünlü’nün filmin çözülme sahnesinde bir trende oturduğunu görüyoruz. Ünlü, senaryoya yakışır şekilde bir cameo yapmış oluyor.
Dans yarışması artık başlamış, çocuklar danslarını ederlerken Tevfik, Dilek ve Aydın’ın salonda izlediklerini görüyoruz. Kedi de seyirciler arasında yerini almış, olayların sonuca bağlanmasını bekliyor. Osman kuliste Yasemin tarafından mendilini düşürdüğü için hakaretlere uğruyor ve hem aşkın hem de Yasemin’in tokadını yemiş oluyor.
Film son sahnesine geldiğinde Ahmet Kaya’nın Beni Vur şarkısı eşliğinde karakterlerin sonlarının ne olduğunu görüyoruz. Osman bir kaldırımda kan kusarken karşımıza çıkıyor. Kedi ona yardım etmeye çalışırken Kedi’nin kucağında son nefesini veriyor. Dilek kendisini tren raylarına atmış ezilmeyi beklerken Aydın tarafından sırtından vurularak öldürülüyor. Aydın silahı yere attığında son bir çırpınışla silahı yerden alan Dilek Aydın’ı da vuruyor. Tevfik ise Şevket’in de katili olan silahı eline geçirmiş mezarlıkta kendisini öldürüyor. Trajikomik olarak tren sesleri eşliğinde hikaye bize veda ediyor.






